Stockholm' den Marmara Adasina

5 ülke 5 deniz

 

I. Bölüm: Baltik denizi

Esim Riitta ve 10 aylik oglumuz Yunus' la birlikte, 19 Haziran 1997' de Stockholm'den basladigimiz yolculuk,5 ülke ve 5 deniz asarak 29 Agustos 1997'de, Marmara Adasinda son buldu.

Böyle bir yolculuk için hazirlik yapan herkes gibi biz de, önce kitap ve dergi yazisi okumakla basladik ise. Genel denizcilik kitaplari, uzun yol yatçiligi ile ilgili kitaplar, gidecegimiz yerlerin kilavuz kitaplari ve yolculuk anilarini okuyarak, yolda neler gerekecegi hakkinda kabaca bir fikir sahibi olduk.

Bir sene önce aldigimiz yelkenlimizin modeli "Albin Vega". Teknemize , finli esim Riitta'nin önerisiyle, fincede "ask" anlamina gelen Rakkaus ismini koyduk. Imal edildigi 1973 tarihinde zamaninin en büyüklerinden olan 8.5 metrelik bu tekne, günümüzde hemcinslerinin yaninda küçük bir sandal gibi kalmakta. Ama eskinin bol malzemesiyle fiberglasdan üretilen okyanus tipi 2.5 tonluk teknemizin bizi heryere götüreceginden emindik. Hem kendi deneyimlerimiz, hem de yolda rastladigimiz diger yatçilar, "Albin Vega"'nin hakli bir üne sahip oldugunu dogruladilar.

19 Haziran 1997, aksam üstü , bir yildir kaldigimiz, Stockholm'ün Bergshamra mahallesindeki iskelemizden arkadaslar tarafindan ugurlandik. Iskandinav'yayi bilmeyen okuyucular neden aksam üstü yola koyuldugumuzu merak edebilirler. Nedeni çok basit: Yazin Isveç'de "aksam" olmuyor. Gecenin en kisa oldugu 20 Haziran, Isveçlilerin Midsommarafton, yani "Yazortasi" bayrami. Bizdeki Hidirellez' e benzer bir törenle, atesler yakip bol bol içerek kutluyorlar yilin en uzun gününü.

Stockholm'e kuzeyin Venedigi derler. Bir yönüyle dogrudur. Sehrin hemen her mahallesinde iskele vardir. Stockholm, denizle büyük bir göl olan Mälaren'in tam ortasina kuruludur. Deniz ve göl, sehrin içine dogru girintiler yapar. Bir de bunlara Stockholm' ün önündeki 26 bin ada eklenince sehir tam bir "su sehri" havasini alir. Nitekim her yil Agustos ayinda "su festivali" düzenlenir Stockholm'de. Su festivali 10-11 gün sürer ve normalde 1 milyon olan Stockholm nüfusu festival zamani ikiye hatta bazen üçe katlanir. Ekolojik bir senlik anlayisiyla düzenlenen festivalde, bir anlamda "ekolojik nobel ödülleri" dagitilir. Çesitli konferanslarin ve gösterilerin yani sira, sehrin merkezindeki sokaklar trafige kapatilir ve buralara standlar açilir. Bol bol bira tüketilen senlik boyunca havai fisek gösterileri çok ilgi toplar.

Isveçliler ekolojik bir festival düzenlemekte pek haksiz sayilmazlar. Baltik denizinin çevre sorunlari büyüktür. Sanayi devriminin baslangicindan beri kirletilen bu küçük ve sig deniz, ekolojik bir felaketin esigindedir. Zaten çok az olan deniz dibi faunasi agir metallerin suya karismasi sonucunda iyice azalmis, baliklar birer civa toplari durumuna gelmistir.

Yola çiktigimizda Haziran sonu olmasina ragmen hava çok soguktu. Istanbul'da normal bir kis gününün deniz havasindan farksizdi ama, Isveç ölçülerinde "normal" bir yaz gecesiydi. Motor destekli yelkenle yaklasik 4-5 saat yol aldiktan sonra, Skärgård adalarindan birine yanastik, daha dogrusu çapaladik. Yunus daha yolda uyumaya baslamisti. Bundan sonraki 2.5 ay boyunca yapacagi gibi, hamaginda uyumus ve teknedeki iki yatak arasindaki koridora serilen yatagina tasinmisti.

Isveç' in bir özelligi de dogasinin yemyesil olusudur. 15-20 bin yil önce, son buzullar Iskandinavya'dan çekildiginde, geride yamyassi kayalar birakmislar. Ama kisa zamanda bu kayalarin üstü toprakla kaplanip agaçlar büyümüs. Hemen tamamini çam agaçlarinin olusturdugu bu ormanlari yok edecek nüfusa sahip olmadiklarindan, Iskandinavyalilar dünyanin en güzel ormanlarina sahip olmakla övünürler.

Yola çiktigimizin ikinci günü Skärgård' un son adasina ulasabildik. Huvudskär isimli bu küçük adada bir zamanlar sirin bir balikçi köyü varmis. Balikçi köyünün güzel evleri günümüze kadar kalmis, ama balikçilar ortadan kaybolmuslar. Balikçilarin evleri yazlik ev ya da turist pansiyonlari olarak kullanilir olmus.

"Midsommarafton" senligini Huvudskär'de "kutladik". Her 3 kisiden birinin bir tekneye sahip oldugu Stockholm'de takimadalar, hele böyle özel günlerde teknelerle dolar. Teknelerin büyük çogunlu da yelkenlidir. Açik deniz kiyisindaki bu adada da, bizden baska yaklasik 20 yelkenli vardi. Adanin rüzgar almayan kiyisina yan yana demirleyen teknelerden buldugumuz bir bosluga da biz demirledik.

Isveçlilerin sosyal insanlar olmadiklarini çok iyi bildigim halde, yine de böyle küçücük bir adada biraraya gelen yatçilarin birbirleriyle sohbet etmemesine biraz sasirdim. Ayni tekneden çikan insanlar birlikte, yanliz gelenlerse tek baslarina sessizce yemek yiyip içki içiyorlardi. Ortalik hiç kararmadigindan gece yarisina kadar oturuldu. Sarhos olan gençler naralar attilar, ama yine de kimseye "bulasmadilar".

Böylece, yanyana demirledigimiz 20 yelkenlinin arasinda, kimseye nereden gelip nereye gittigimizi anlatamadan, soguk bir havada, geceyarisina kadar oturup denizi seyrettikten sonra, Akdeniz özlemiyle yataklarimiza uzandik. Akdenize indigimizde sicak hava ve sicak insanlarla karsilasacagimizi biliyorduk.

Artik açik deniz kiyisindaydik. Almanya' nin Kiel kentine kadar yaklasik 500 deniz mili yolumuz vardi ve biz bu mesafeyi saatte ortalama 5-6 deniz miliyle giden teknemizle bir haftada katedebilecegimizi hesaplamistik. Ama evdeki hesap çarsiya uymadi ve biz 500 mili anca 20 günde alabildik.

Ögleye dogru Huvudskär'den ayrilarak, güneyde 60 mil ötedeki Gotland adasina dogru yelken açtik. Gotland, Isveç'e bagli, yari özerk bir ada devlet. Baltik denizinin ortalarinda yer alan ada, yaklasik Gökçeadanin iki kati büyüklügünde. 800' lü yillarda önemli bir Viking limani olan Gotland, 16. yüzyilda Isveç birligine katilmis. Yakin zamana kadar koyunculukla geçinen ada günümüzde turistik bir ada olmus. Isveç'in çesitli sehirlerinden gelen feribotlar adanin baskenti olan Visby'ye hergün binlerce turist tasimakta.

Rüzgari orsadan alarak, yagmurlu ve çok soguk bir gece seferinden sonra sabaha karsi Visby marinasina vardik. Riitta Yunus' la ilgilendigi için bütün gece ben dümen tuttum. Aramizdaki isbölümü önümüzdeki 2.5 ay boyunca hep böyle oldu. Aslinda bu isbölümünden karli çikan bendim. Sürekli sallanan bir teknede çocuga bakmak, gece uyandiginda karnini doyurmak, disarda dümen tutmaktan çok daha zor bir is.

Visby' nin merkezi tam bir ortaçag kenti. Zaten Gotland'a bu kadar çok turist gelmesinin en önemli nedeni de bu. Bir nevi "Ortaçag Disneyland"'i havasinda Visby. Sehrin etrafindaki surlari ve içerideki yüzlerce yillik evleri oldugu gibi korumuslar, aslina uygun restore etmisler. Gotland' da genelde tüm Isveç'de tarihi binalarin bu kadar iyi korunmasinin bir nedeni de, ülkenin neredeyse 200 yildir savas yüzü görmemesi.

Güneye dogru olan yolculugumuzun bir sonraki duragi da yine bir adaydi: Öland. Bu ada Gotland kadar tarihi ve turist bir öneme sahip degildir. Isveç kiyilarina çok yakin olan Öland, balikçi köyleriyle dolu, ince ve uzun bir adadir. Adanin genisligi 10-15 km.'yi geçmez, ama uzunlugu 100 km.'den fazladir. Balikçi köyleri adanin dogu kiyilarinda, yani Gotland adasinda bakan yüzündedir.

Visby'den Öland' in güneyine inmeye çalistiysak da, rüzgar devamli güney batidan estigi için anca adanin kuzey ucuna varabidik. Nasil Ege'de rüzgar yazin devamli kuzeyden eserse, Baltik denizinde de yaz boyunca güney, güney-bati rüzgarlari hakimdir.

Öland'in kuzey ucuna demirlemek için kiyiya yaklastigimizda pervanemiz balikçi aglarina takildi.Bu Öland'da basimiza gelen ilk aksilikti ve Öland'in güney burnunu dönene kadar geçen 5 gün içinde bizi daha büyük felaketler bekliyordu. Baltik denizi genelde sert havalariyla ünlüdür. Biz de, Stockholm takim adalarini geride biraktigimizdan beri kötü havadan kurtulamadik. Bir de buna siddetli güney-bati rüzgari eklenince 70 millik Öland'i geçmemiz 5 gün sürdü.

Siddetli rüzgara karsi orsa seyiri yaparak ve balikçi barinaklarinda konaklayarak Öland'in güneyine dogru ilerlerken, motorumuz bozuldu. Yardimsever Öland´li balikçilarin ve bizim bütün çabalarimiza karsin motoru

tamir edemedik. Artik Yunanistan'in Korint kentine kadar yelkenle gidecektik. Motoru anca Türkiye'ye döndügümüzde yaptirabildik. Avrupa'da bizimki gibi önemli arizalari olan motorlari çöpe atiyorlar. O yüzden Avrupa'li yatçilar motor tamirlerini Yunanistan ve Türkiye'de yaptiriyorlar. Hele Türk tamircilerinin ünü tüm Avrupa'yi sarmis durumda. Yolda rastladigimiz yatçilardan birçok "motor tamiri mucizesi" dinledik Türk tamircileri hakkinda.

Motorumuz bozulunca bütün planlarimizi degistirdik. 50 millik Kiel kanalini ve gelgitli Kuzey denizini yelkenle geçmemiz çok zordu. Tekneyi Kiel'den Adriyatik denizinin

kuzeyine tasitmaya karar verdik.

Öland' dan sonraki duragimiz Güney Isveç'in büyük kentlerinden Karlskrona'ydi. Yine siddetli rüzgar ve yagmurlu bir havada Karlskrona'nin takimadalarina ulasabildik. Stockholm'e göre çok daha az sayida adanin bunudugu bu takimadalarda seyir yapmak Stockholm'den daha zordur. Tamamen "doga koruma alani" ilan edilen Karlskrona takim adalari hem çok daha siglik hem de daha fazla döküntüye sahiptir. Sehre giris de tek bir dar geçitten yapilabilir ancak. 1997 yilina kadar yabancilarin girmesi yasak olan Karlskrona bu ozellikleri dolayisiyla Isveç deniz kuvvetlerinin merkezi konumundadir.

Kentin marinasi, yabancilarin girme yasaginin kaldirilmasindan sonra Alman yatçilarinin istilasina ugramis durumdaydi.

Karlskrona'da motoru tamir için 3 gün ugrastiktan sonra yolumuza yelkenle devam etmeye karar verdik ve yeniden Baltik denizine dogru açildik.

Bu sefer bizi baska bir doga olayi bekliyordu: yogun sis. Baltik denizinin ortasinda rüzgar kesilip yogun sis bastirinca zor anlar yasadik. Deniz trafiginin de yogun oldugu denizde, motorsuz ve rüzgarsiz kalmak bizi epey telaslandirdi. 24 saat denizde çalkalandiktan sonra, hafif bir bati rüzgariyla tekrar Güney Isveç kiyilarini bulduk.

Bu seferki duragimiz, turistik bir balikçi kasabasi olan Simrishamn. Yerli ve Danimarka'li turist akini, kasabanin ekonomisinde balikçiliktan daha önemli bir yer tutmus. Yine bütün Isveç'de oldugu gibi, küçük, sirin evler oldugu gibi korunmus. Kasabanin oldukça büyük olan marinasina yelkenle girmekte epey zorluk çektik, ama sonunda karaya oturarak da olsa, iskeleye yanastik. Simrishamn marinasinda da en az 100 yelkenli vardi. Yabanci yelkenliler arasinda büyük ve pahali tekneleriyle Almanlar göze çarpiyorlardi. Alman yatçilar nedense soguk ve rüzgarli Baltik denizini Akdenizden daha çok tercih ediyorlar.

Simrishamn'dan sonra, güneyde küçük bir balikçi köyü olan Skillinge'ye ugrayip, bir gece de orada kaldiktan sonra, Danimarka'ya dogru yelken açtik. Rüzgar her zamanki gibi karsimizdan esiyordu. 24 saat sonra, Danimarka' nin Bati sahillerindeydik. Danimarka' nin Almanya'ya bakan kiyisinda büyük bir burun vardir: Gedser burnu. 40 metrelik bir deniz fenerinin yükseldigi bu burunu, 3 metrelik dalgalari yararak dönüp Gedser sehrine vardigimizda hava kararmak üzereydi. Yine zar zor bir balikçi barinagina girip, iskeledeki bir balikçi teknesine bordadan yanastik.

Gedser'in , Almanya'dan gelen feribotlarin yanasma yeri olmasi disinda pek bir özelligi yoktu. Ertesi gün Almanya'ya dogru yola çiktik. Yolda rüzgar iyice siddetlendi. Yorucu geçen bir gece seferinden sonra, 6 kuvvetinde rüzgara karsi zar zor yol alarak, Almanya'nin Fehmar adasindaki Burg kentinin marinasina kapagi attik. Iki haftadir siddetli rüzgarin eksik olmadigi Baltik seferi bizi iyice yormustu. Burg. kentinde iki gün dinlendik.

Sehrin marinasi tipik bir Alman marinasi. Hersey çok düzenli ve tertipliydi. Etrafta birsürü uyari tabelasi vardi. Marina ücreti, Isveç'de oldugu gibi görevliler tarafindan toplanmiyor, "liman kaptanina" ödeniyordu. Ama liman kaptani sadece sabah ve aksam üstü birer saat bürosunda oldugundan, yatçilar bu saatler içinde gidip paralarini ödüyorlardi. Herkes Alman polisinin ününden haberdar süphesiz. Ayni yatçilar Yunanistan' a geldiklerinde marina ücretini ödememek için bin türlü numara yapiyorlar ve çogu zaman da basarili oluyorlar.

Burg, turistik bir sehir. Turistlerin büyük çogunlugu yerli; geri kalanlari da Danimarka'dan feribotlarla geliyorlar. Almanya' nin en kuzey ucundaki bu sehirdeki tek ana caddede dört bes Türk kebapçiya rastladim.

Iki haftadir çok kötü giden havanin biraz durulmasini firsat bilip, Baltik denizindeki son duragimiz olan Kiel'e dogru yola çiktik. Günesli bir günde pupa seyri yaparak yaklasik 10 saatte Kiel'e vardik. Yine de ortalama hizimiz saatte 5'in altina düsmedi.

Tam bir liman kenti olan Kiel, yüzyillardir denizcilikle geçinen bir kent. Kuzeye dogru uzanan Danimarka yarimadasinin batisindaki Kuzey Denizini dogudaki Baltik denizine baglayan 50 mil uzunlugundaki Kiel kanali, kentin en büyük avantaji. Bu büyük kanaldan hergün yüzlerce tekne geçiyor. Ayrica, dev feribotlar Kiel'e tüm Iskandinavya'dan sürekli yolcu ve yük tasiyorlar. Onlarca marinaya sahip Kiel'de yatçilik da çok gelismis. 5-6 metreden 30-40 metreye kadar her boydan binlerce yelkenli var Kiel körfezinde. Yine de, bu teknelerin çogunlugu marinalarda demirliydi. Seyir halinde görülen pek az tekne vardi.

Kiel kenti Baltik denizinin en güney ucu oldugundan, havasi kuzey Baltik sehirlerine göre çok daha iliman. Kiel'e vardigimizda artik Temmuz ayinin baslariydi ve orada kaldigimiz sürece hava günlük güneslikti, insanlar genis körfezin iki yaninda siralanan plajlarda denize giriyorlardi.

1974 Olimpiyatlari için yapilan bir marinada 2 gün kaldiktan sonra, bir transport sirketiyle anlasarak, teknemizi römorka yükletip Slovenya'nin Koper sehrine yolladik ve biz de trenle Slovenya' nin yolunu tuttuk.

  Ana sayfaya geri dön

II. Bölüm: Adriyatik