|
YENİ BİR
İSLAM DÜNYASI Yazar: Ahmet TAŞGETİREN BATI İLE HESAPLAŞMA İslam dünyası birgün Batı ile hesaplaşacak. Bu kaçınılmaz
bir şey. Bunu, bir yandan İslam dünyasının şu an içinde bulunduğu durumdan
kurtulma mücadelesi zaruri kılıyor; diğer yandan da, İslam mesajının gittikçe
Batıyı daha çok etkilemesi vakıası gerektiriyor. Biri, İslam dünyasının
boynunun borcu; diğeri, Batı’nın kendini savunma düşüncesinin uzantısı. Yüz-yüzelli yıldır Batı, İslam dünyasında belirli bir
operasyonun icracısı durumunda. İslam dünyasının merkezi otoritesini yıkmış,
onun bünyesinden minyatür devletçikler çıkarmış, onlara sistem şablonları
sunmuş. Bunun anlamı, İslam dünyasının, Batı stratejisine, daha açıkcası Batı
çıkarlarına uygun şekilde dizayn edilmesi demek. Bunun sonuçları ne olmuş?
Bütün bunlar, birbirleriyle alakalı bir operasyonun sonucu.
Ve İslam dünyası açısından bir fasit daire halinde. İslam dünyası bu fasit
daireden kurtulmak zorunda. Ve eğer kurtulacaksa Batı ile er geç hesaplaşmak
zorunda. Bizim kanaatimiz o ki zaman öyle bir hesaplaşmaya doğru akıyor.
Çünkü İslam dünyasında, böyle bir hazırlığın ışıltıları gönüllerde doğmaya başlamış
bulunuyor.
İslam dünyasında bu birikimler arttıkça Batı’da tedirginlik
başlayacak. Batı, bir yandan sömürge alanlarını kaybetmemek, diğer yandan da
kendi manevi çözülüş sürecine, İslam’ın bir kurtuluş motifi gibi sirayet
etmesini önlemek isteyecek. İslam dünyası nerede yücelme birikimi göstermişse
orayı bloke etmeye çalışacak. Batı bunu yapacak, çünkü hakim olan o. Peki
Müslümanlar ne yapacak?
Şimdilerde hergün yaşanan olaylarla İslam toplumlarının
şuuraltına parça parça kazınan ve gittikçe bütüncül görüntüsü ortaya çıkan
Batı var: Vahşi Batı, sömürgen Batı, makyavelist Batı, Hristiyanlık
değerlerine bağlılıktan ziyade İslam düşmanlığı ile tanımlanılabilecek bir
Batı. Bu görüntü İslam toplumlarının Batı ile her karşılaştığı olayda çok
çarpıcı biçimde oluşuyor ve İslam toplumlarına hakim Batıcı yönetimlerin tüm
karşıt gayretlerine rağmen, ma’şeri vicdandaki “düşman” tipini bütünlüyor. Yaşanan
olaylara bir kez daha panaromik bir çerçevede göz atalım:
Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür. Ancak sonuç
bellidir. İslam dünyası ile batı arasında içten içe bir savaş cereyan
etmektedir. Bu savaşın şuurlu ve güçlü tarafı Batıdır. Ve şu anda İslam
içinde bulunduğu durumu öğrenmelidir. Bosna-hersek, Filistin, Kıbrıs bunu
bize öğretmelidir. BÜTÜNÜ GÖRMEK... Türkiye’de Lozan şartları, T.C.’ni kurduğu, bağımsızlığı
perçinlediği gerekçesi ile genellikle kutsanır. Oysa Lozan şartları, Osmanlı
sonrası İslam dünyasına getirdiği statü ile bugünkü sancıları besleyen
“bütün”ün mimarıdır. Bu bütün içinde neler vardır.
Bize göre bir geçiş dönemi yaşıyor İslam dünyası. Geçiş
döneminin ana özellikleri şunlardır:
TÜRKİYE-BATI-İSLAM Batıcılığa milletin ödediği bedel, bir kimliktir. İstiklal
Mahkemeleri, Batıcı operasyonların yürümesi için kaç can almıştır bu ülkede.
Bunların hiçbirinin hesabı görülmemiştir. İslam’a karşı yürütülen yıkım
kampanyasının hesabı görülmemiştir. İslam ülkeleri ile ilişki, Türkiye’nin
dış politikasının tabii gelişme seyridir. Bu seyri, Batı ile ilişkiler
baltalamıştır. Oysa aynı Batı, mümkün olsa-ki bunun pek çok örneği vardır-
İslam ülkeleri ile can ciğer kuzu sarması olabilir. İslam ülkeleri
pazarlarında Amerikan, İngiliz, Japon malları cirit atıyor. Suudi çadırında
İngiliz prensesi bağdaş kuruyor, eliyle yemek yiyor. Ama arkasından milyarlık
ihalelere imza atıyor. Bizim temsilcilerimiz, Arap şeyhi eli ile yemek yerken
burun kıvırıyor. İşte İngiliz’in diplomasisi, işte bizimkisi... BIR SEÇİM NOKTASINDA Türkiye, artık gerçek bir seçim noktasındadır. Türkiye’nin
politikalarını batıcı kadrolarının elinden biran önce almak ve gerçek millet
kadrolarına vermek lazımdır. Batının tavrı karşısında batıcının yapacağı bir
şey yoktur. Milletin tavrını verecek ne his, ne de bilgi birikimi vardır
onun. O, batı karşısında yamuktur öteden beri. Aynı Batıcı kadronun, İslam
ülkeleriyle de bir iletişim sağlaması mümkün değildir. Mekke’ye gidip de umre
yapmadan dönen adamdan dış işleri bakanı olursa, İslam ülkeleriyle ilişkiler
de ancak bu kadar pamuk ipliği ile bağlanmış olur. GORDİON’UN DÜĞÜMÜ Sovyetlerin dağılmasından bu yana dünyada önemli gelişmeler
oluyor. Güç dengeleri yeniden biçimleniyor. Şu an dünyada yeni bir kuvvetler
dengesinin teşekkül etmekte olduğunu belirttik. Bunu etkileyen unsurlar
neler: 1.Amerika ve Avrupa, aralarındaki rekabeti göz önünde
bulundurmakla birlikte eski yerinde. 2.Sovyetler dağıldı ama Rusya, eski dini-kavmi unsurları kullanarak
yeni bir kuvvet merkezi oluşturmak istiyor. 3.Batıda ve Rusya’da atağa geçen hristiyanlık vakıası da
önemli bir kuvvet merkezi olarak dikkat çekiyor. 4.Sovyet hakimiyeti altında bulunup da bir kısmı
bağımsızlığa adım atan Müslüman Türk dünyası var. 5.Ümmet şuuru yeniden hayat bulan, İslamî bilgilenmesi
artığı için, kendisini kuşatan sosyo-kültürel-ekonomik yapıyı sorgulayan
siyasi şuuru geliştiği için yönetimlerin inanç karakterini hesaba çeken İslam
toplumları çağın yeni gerçeği . 6.Müslüman-Türk dünyası dahil tüm İslam dünyasında henüz
toplumları ile yeterli rezonansı sağlamamış durumdaki yönetimler... 7.İslam dünyası ile ilgili diğer önemli gerçek ise bu
dünyanın ekonomik varlığının, hakim kuvvet merkezlerinin ekonomilerinin hayat
damarı halinde bulunması. İslam ülkelerindeki yönetimlerin Batı-Rus yanlısı olduğu
doğru. Varlıklarını ve devamlarını suni biçimde kendi toplumlarının
iradesine, ama gerçekte uluslararası güç odaklarının desteğine bağladıkları
da doğru. O yüzden yamuldukları da bir gerçek. Ama çok azı müstesna, önemli
bir kısmının bunu gönüllü olarak yaptıklarını sanmıyoruz. Acı duyduklarını
düşünüyoruz. Akıntıya direnemediklerini tahmin ediyoruz yeni dünya düzeninin
elinden, İslam dünyası adına bir şey kopardıklarında mutlu olduklarını
görüyoruz. Bosna’da bir çocuk kurtulsa gözleri parıldıyor. Öyleyse gönüllü
sömürge değiller. İslam ülkelerinin büyüme yolu İslam’da. Türkiye’nin büyüme
yolu da İslam’da. İslam toplumlarında yaşayan irade yönetimlere yansırsa
herşey değişecek. Bu, elbet yalnız Türkiye’nin işi değil. Tüm İslam
dünyasında bir yükseliş gerekli. Ama Türkiye gerçeği kavrarsa, Türkiye’nin
iradeleri yönetime yansıyan aydınları doğruları görmeğe başlarsa, bu, İslam
dünyasındaki gelişmeler için önemli bir katalizör etkisi yapacak. Gordion’un
düğümü Türkiye’dir. İslam için de, uluslararası güç odakları için de... İSLAM KORKUSUNUN MALİYETİ Bizim bu yazıda asıl belirtmek istediğimiz, Tevfik
Fikret’lerden bu yana aydınlardan devlete yansıyan ve dış güçlerle işbirliği
içinde kotarılan”İslam korkusu”nun Türkiye’ye neye mal olduğudur.
Türkiye bugün, böyle bir korkunun en ağır bedelini ödemek üzeredir.
Azerbaycan olayında da, Türk Cumhuriyetleri olayında da, Bosna-Hersek
olayında da böyle bir politikanın yansımaları vardır. Bazı tespitler yapalım:
3. Yine”İslam Korkusu” ile, İslam ülkelerinin kopuk
politikaların paralel bir gelişme gösterdiği de bir vakıadır. 4. Türkiye, gerek İslam ülkeleri, gerekse Müslüman - Türk
dünyası ile ilişkilerinde “Laiklik öncelikli” bir tavır sergilemiştir.
Bundaki amaç, batının bu yöndeki yaklaşımıyla uyum gösterme kaygısıdır. 5. Bu “İslam korkusu” ve “Laik öncelik”
altında gerçekte bir “Batı korkusu” bulunduğu da bir vakıadır. Yani “İslam
korkusu” nu besleyen bir “Batı korkusu” vardır aslında.
KİM NEREDE OYNUYOR? Üç soru üzerinde düşünmek ve bunların sağlıklı cevaplarını
bularak ona göre tavır almak gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’ye karşı
sorumlulukla bunlar arasında da sıkı bir bağ bulunduğuna inanıyorum.
Bu işte dıştan içe uzanan bir medya cephesinin aktif görev
aldığını görüyoruz. O medya cephesini, uluslar arası güç odaklarının
yönlendirdiği istihbarat kuruluşları, malzeme ile besliyor. Medya,
bulabilirse İslamla ilişkilendirilmiş bir terör olayını, ama bulamazsa
“Keçisi çalınan müftü” yü “keçi çalmış gibi” göstererek İslam karşıtı çizgiyi
hep sıcak tutuyor. Neden bunu yapıyor medya? Bu medyanın ideolojik karakteri ve
misyonu ile yakından ilgili bir husus. Medya, gerek maddi gerekse ideolojik
kaynağını, İslam dışı yapılanmanın oluştuğu son dönem Türkiye şartlarında
bulmuş. İslamı hayat dışına iterek teşekkül eden batıcı laik sistem, kendine
özgü kurumlar oluştururken, bunun arasına medya da girmiş. Çok partili hayata
geçtikten sonra oluşan alternatif bir medyadan söz edilse bile, şu an Türkiye
medyasının ağırlıklı bölümü, sistemle yakın akraba halinde... Bu fikir
akrabalığını, çıkar ilişkileri pekiştiriyor. İslamla sistem ve onun
uzantıları arasında böylesine bir alternatif ilişki söz konusu. Ne bu sistem
ne de onun medyası, İslamın yeniden toplumsal zemin bulmasını ve o toplumsal
birikimin sistemin geleceğini belirleyecek hale gelmesini istemez. Öyle ise
İslamın önü kesilmelidir. İşte İslam’ı korku odağı haline getirmenin sebebi
bu. Böylece elde edilmek istenen sonuçlar ise şunlardır.
Tehdit kime? Tehdit aslında büyük toplum kesimlerine. OSMANLI VE TÜRKİYE Birinci Dünya Savaşında İngiltere’nin ana gayesi,
sömürgeleri ile arasına girilen ve Hilafet merkezi olan Osmanlı engelini
ortadan kaldırmaktır. Bunun için savaşa asılmıştır. Onun için Loyd Corc,
Allenby’yi Filistin savaşına gönderirken kendisinden “Kudüs’ü
Hrıstiyan alemine bir Noel armağanı olarak sunmak üzere ele geçirmesini”ister. MUSTAFA KEMAL, bu
sıralarda Halep’te 7. Ordu Komutanıdır. Oradan Talat, Enver ve Cemal
Paşalara, mevcut durumla ilgili tesbit ve tekliflerini havi bir rapor
gönderir. Mustafa Kemal, raporunda İngiltere’nin Mısır, Süveyş,
Kızıldeniz gibi Osmanlı topraklarını almak istediğini, bölgede kendisine
hizmet edecek bir İslam dünyası oluşturmayı düşündüğünü belirtmekte, bunun da
1.Dünya Savaşının hedeflerinden olduğuna işaret etmektedir. Raporda ayrıca Mustafa
Kemal, İngiltere’nin bu hedefinin,”Türkiye’yi son dini kuvvetlerinden
ve en güzel mamurelerden uzaklaştırmak ve ayırmak” demek olduğunu, bunun
ise “Türkiye için hayati bir darbe teşkil ettiğini “ belirtmektedir. Mustafa Kemal’ savaş
bittikten, Osmanlı yıkıldıktan ve T. C. Kurulduktan sonra farklı bir görüşe
ulaşır. Nutuk’ta hilafetin kaldırmanın gerekçesini anlatırken, şöyle der: “Bütün İslamları içine alan bir devlet kurmak vazifesiyle
yükümlü olduğu hayal edilen bir halifenin, vazifesini yapabilmesi için,
Türkiye Devleti ve onun bir avuç nüfusu, halifenin emrine tabi tutulamaz.
Millet buna razı olmaz.” “Milletimiz yüzyıllarca bu zararlı görüşten hareket
ettirildi, fakat ne oldu? Her gittiği yerde milyonlarca insan bıraktı. Yemen
çöllerinde kavrulup mahvolan Anadolu evlatlarının sayısını biliyor musunuz?
Suriye’yi, Irak’ı bırakmamak için, Mısır’da barınabilmek için, Afrika’da
tutunabilmek için ne kadar insan yok oldu. Bunu biliyor musunuz? Ve netice ne
oldu görüyor musunuz? Yeni Türkiye’nin ve yeni Türkiye halkının, artık, kendi
hayat ve saadetlerinden başka düşünecek bir şeyi yoktur. Başkalarına
verebilecek zerresi yoktur. ÇAĞDAŞ BİR HİLAFET”İN ALTYAPISI Çağımızda yükseliş halindeki toplumlar İslam toplumları.
Bu İslam yükselişinin problemsiz bir ortamda geliştiği
söylenemez. Öyle ise İslam ülkelerinin bunları da görmesi gerekiyor. Nedir
problemler?
İSTANBUL BUGÜN İŞGAL EDİLSEYDİ İslam dünyası, bir dünya gücü olmanın yolunu bulmalı. Kuvvet
ne ile ifade ediliyorsa, ona ulaşmak için kolları sıvamalı. Türkiye bunda
yeniden öncülük etmeli. Hilafetin belki adını koymadan, sosyal, kültürel,
ekonomik alt yapısını hazırlamalı. Şu Bosna olayı, Karabağ, Filistin, Batı
Trakya olayları, İslam Dünyasının “hilafet”in manevi olarak paydasında
buluşturacak zeminlerdir. Türkiye madem ki tek başına kuvvet kullanma
imkanlarından mahkumdur, öyle ise tıpkı Hindistan müslümanlarının yaptığı
gibi, şu anın hakim dünya güçlerine karşı, tüm İslam dünyasını ayağa
kaldırabilirdi. İslam toplumlarını bu güç merkezlerinin çıkarlarını tehdid
edecek biçimde moral donanımına sevk edebilirdi. BİR ÜMMET ORGANİZASYONU Hac organizasyonu ümmetin en büyük organizasyonudur. En
büyük gücüdür. Bu organizasyonun en sıhhatli ölçülerde yapılması, bütün
müslümanların temel gayesi olmalıdır ve şu kesinlikle ifade edilmelidir ki bu
organizasyon bir tek müslüman kavmin omuzlarına yüklenecek bir iş değildir.
Önce o kavmin bunu taşıması günden güne daha da zorlaşacağı için değildir;
sonra da, bu organizasyona bütün ümmetin iştirakini sağlamak gerektiği için
değildir. Hacın hedefleri, bütün ümmetin iştiraki sağlanabildiği takdirde
gerçekleşeceği için değildir. KUVVETLİ OLMAK İsrail Kudüs’e saldırmış, ele geçirmiş, kimse zevahiri
kurtarma amacına yönelik açıklamalar dışında bir şey yapmamıştı. Mekke’ye
saldırırlarsa kim ne yapacaktı?İstanbul’a saldırırsa kim ne yapacaktı?Gene üç
beş kınama bildirisi yayınlanır, değişik İslam ülkelerinden bir kaç gönüllü
mücahit savunmaya gelir o kadar...Gerisi tamamen o ülke halkının zayıf
omuzlarına kalır...” İşte Bosna Hersek bunun dramını yaşıyor. Osmanlı zaaf dönemine girdiğinden beri aynı kısır döngünün
içindeyiz. İslam ülkesine yönelik saldırılara gerektiği biçimde mukabele
edip, savunma yapamıyor, uluslararası güç dengeleri içinde kendimizi savunma
yolu arıyoruz. Aslında Bosna’ya bakıp, iki asırdır gelen dramımızı anlamak
mümkün.”Kuvvet”i elde edemedik ve uluslararası stratejik hesaplar
arasında kıvranıp duruyoruz. Peki “kuvvet” nerede? Kuvvet, İslamın kendi dünyasında ...Her İslam toplumu için
kesin olan bu. Türkiye için de Filistin, Mısır, Cezayir, İran, Türkistan için
de...Kuvvetimizi, ümmetimizi parçalayarak, hilafetimizi, yani bizi bir tek imamede
buluşturan merkez müessesemizi kaldırıp, bizi paramparça ederek, İslam
coğrafyasını kendi keyiflerince çizerek bizzat Batı merkezli dünya kaldırmış.
Üstelik bize, İslam dünyası ile yeniden bütünleşmeyi “tehlikeli alan” olarak
göstermişler. Yani kendi stratejilerini bize “milli politika” diye dayatmış,
daha ilerde “milli ideoloji” haline getirmemizi sağlamışlar. İslam’ın kuvveti, kendi dünyasında ve kendi dünyasından
oluşacaktır. Bunu Müslüman halklar biliyor, ancak yönetimler anlamamak için
direniyor. Onun da sebebi, yönetimlerin çoğunluk itibariyle uluslararası güç
odaklarıyla içli-dışlı olması, bir bakıma varlıklarını bu çevrelere
bağlamasıdır. Bakın Akif ne diyor? “Donanma, ordu yürürken muzafferen ileri, Üzengi öpmeye hasretti Garbın elçileri. O ihtişamı elinden niçin bıraktın da, Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında?” ZİLLETE MAHKUM MUYUZ? Müslümanlar olarak neden her cephede yeniliyoruz? Müslüman
ne zaman zaferler elde edecek? Neden bu hale düştük? Aslında bu hal yeni
değil. Önce bu halin neden yeni olmadığını izah edelim. Osmanlının
son dönemini de içine alan zaman, İslam dünyasının her alanda çözülüş
yaşadığı bir zamandı. Bu dönemin sonunda 1. Dünya Savaşı geldi ve onun da
sonunda, tüm İslam dünyası, çözülüş çığırını müesseseleştiren bir statü içine
sokuldu. Bu statünün mimarları, dönemin hakim ülkeleri idi. İslamın merkezi
gücü (Devleti ve hilafeti) yıkıldı. İslam dünyası küçük devletçikler halinde
parçalandı. Bu dönemler İslam dünyasının bütünüyle mağlubiyet dönemleridir.
İslam dünyası diye bir güç yoktur nerdeyse. Dağıtılmış, savaş yorgunu,
sindirilmiş, kimliğinden utanan bir dünya vardır. Bu gün bile bu dünya var
olmaya devam etmektedir. Peki bu günün gerçeği nedir? Bu günün gerçeği İslam
ülkelerinde hala batı efsununun, yönetimler ve aydınlar üzerindeki etkisi
devam etmektedir. “ Üstün değer” hala Batı dünyasının değerleridir.
İslam ülkelerindeki yönetimler Batıya karşı oluşturulan tezleri, hele İslam
kaynaklı ise, hala yasaklı görürler. Siyasetin bu standart dışına çıkmasına
izin vermezler. Güvenlik güçlerine, kendi halkındaki bu oluşumları ezmek gibi
bir misyon verilmiştir. Bu yaklaşım hukuk, eğitim, ekonomi düzenine de
yansır. Bu görünüm İslam ülkesinde kendi özgün insanını yetiştiremez
izlenimini bırakmaktadır. Öyleyse yetiştirdiği insan ile dış mihraklara bu
kadar bağımlı bir toplumun kendi hür iradesini beyan etmesi ne kadar mümkün
olabilir? İnsanlarımız, yönetimlerimiz, sistemlerimiz, ülkelerimiz ve ülkeler
arası ilişkilerimiz İslam’la dokunmaya başlar ve İslam dünyası olarak gerçek bir
irade bütünlüğüne kavuşursak, İslam’a ve Müslümana yakışan “izzet” bizimle
birlikte olacaktır. Çünkü aziz olan Allah’tır, Allah’ın elçisidir ve
müslümanlardır. MAZLUM ÜMMET Ümmetin asrın başındaki görünümü neydi?
İşte böyle bir yapı müslüman toplumları için sömürülmeye en
açık bir yapı idi ve öyle oldu. İslam toplumlarının açık ve kapalı sömürge
toplumu yapısı, ezilmeleri günümüze kadar devam etti. Şimdi de bugünkü
görüntüye bir göz atalım.
Bu günün hakim emperyalist güçleri, İslam toplumlarından tam
da bu yapıya uygun biçimlenmelerini istemektedir. Onlar da uyum
göstermişlerdir. İslamlaşma hala geri plandadır. Bu böyle devam etmeyecektir.
Sahibinin sesi halinde icrai faaliyet eden bu yürek sesini yansıtamasa da
halk onu yansıtacak yollar bulacaktır. İslam toplumlarındaki kendi kimliğini
bulma süreci hedefine ulaştığında ise bu bedeli İslam toplumlarını hakim
dünya güçlerine ihale edenler ödeyecek. İSLAMIN EVRENSEL GÜCÜ İÇİN Türkiye, evrensel planda İslam’ın gücünü arkasında bulmak
istiyorsa temel politikalarında yeni tercihlere yönelmek zorundadır. Bunları
şöyle sıralayabiliriz:
BÜYÜK ÜLKE- MARJİNAL ÜLKE Yazar katılmış olduğu “İslam Halk Konferansı” nda diğer ülke
temsilcileriyle temaslarında üzerinde kalmış olan intibayı şöyle özetliyor.
“İslam toplumları, Türkiye’nin Batı kampında yer almasına, sistem olarak
İslam’ı dışlayıp laikliği benimsemesine eleştiriler yöneltselerde, içten içe,
Osmanlı dönemine özlemle bakıyorlar. Hilafet sorumluluğunu taşıyan bir
Osmanlı, saygı odağı. İslam dünyasındaki perişanlığı tahlil eden sözler
genellikle “Hilafet yıkıldıktan sonra .....” diye başlıyor. Yine İslam
toplumları, “Türkiye’de hala, gelecek vadeden canlı bir İslami hayat
bulunduğunu” işitince, büyük sevinç izhar ediyorlar. Fakat bunun yanında
Türkiye’nin bu ülkelerdeki insanların gözündeki panoraması pek de iç açıcı
değil. Şöyle:
Türkiye 21. Asırda hala marjinal bir ülke olarak kalmak
istemiyorsa, büyük bir ülke olmayı hedefliyorsa yeni bir değerlendirme yapmak
durumundadır.
21. yy. ın eşiğinde Türkiye çok önemli bir tercih
noktasındadır. Hala batıya bağlılık antları gönderen iktidarlarla bu hayati
tercihler yapılabilir mi? Bizim endişemiz bu noktada. UFUKLARI OKUMAK Ortak dış problemler: İslam dünyasının önünde işbirliği yapması ve acilen
çözülmesi için ağırlığını koyması gereken meseleler var: Kıbrıs, Filistin,
Bosna-Hersek bunların başında geliyor. İç problemler: İslam dünyasının önünde, iki veya daha çok İslam ülkesini
ilgilendiren iç problemler var. İslam ülkeleri arasında gelişen ilişkiler
genellikle ümit edilen seviyede değil. Mesela ekonomik sömürgeleşmeye ve
medya sömürgeleşmesine karşı tedbirler almak iç problemleri aşma konusunda
atılacak olan en önemli ilk adımdır. YENİ BİR STRATEJİ
YENİ BİR POLİTİKANIN ÇEÇEVESİ Oysa Türkiye, ortaya çıkan şartları, Osmanlı’nın çözülüş
süreci içindeki duygulardan ve yarım asrı aşkın dış politikaya hakim olan
psikolojiden kurtularak değerlendirmek zorunda. Bunun anlamı şudur:
UFKUMUZ NE KADAR ? Olayların neresindeyiz? Şu an cereyan eden ve gelecekteki dünya dengesini
biçimlendirecek olan bazı gelişmeler var. Onlar üzerinde düşünelim: Rusya’ya torpil Sovyetler çözüldü. Amerika, bu ülkenin yerine kendisi için
mutemed bir gücün sivrilmesini istedi. Bu rolü Yeltsin’e ve Rusya
Federasyonu’na verdi. Süper BM Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi İngiltere’nin çağrısı
ile bir zirve toplantısı yaptı. Amaç, BM’nin bundan sonraki dünya
hadiselerinde daha etkin bir rol almasıydı. Hakim güçler BM’yi kendi
politikalarının icra gücü halinde kullanma eğilimine giriyorlar. Aynı BM’nin,
bir de, ABD’nin vetoları ile İsrail’e bir şey yapamadığını değerlendirdiğinizde
çarpık yapı gün gibi ortaya çıkıyor. İslam’a ambargo Cezayir’e bölgede hakim güç odaklarınca oluşturulmuş yapıyı
bir uçtan değiştirmeye yönelik ciddi bir gelişme oldu. Başka İslam
ülkelerinde de, bu yönde filizlenmeler görülüyor. Bunun adı hakim güç
odaklarının kitabında “kökten dinci, fundamantal, radikal İslam” diye geçiyor
ve yok edilmesi gerekli bir oluşum olarak görülüyor. Sebebi taa Birinci Dünya
savaşında oluşmuş statükonun İslam lehine ve hakim güçler aleyhine bozulması
ihtimali... Müslüman-Türk dünyası Balkanlardan Asya’ya uzanan Müslüman-Türk dünyası
yepyeni boyutlarla uluslararası politika arenasına giriyorlar. Bu bölgeler
için Türkiye, kendi büyük gücünü oluşturma yolunda mı ilerleyecek, yoksa
süper güçlerin gölgesine mi sığınacak? İslam dünyası Ümmetin parçalanması ana hedefti, öylede oldu. O zamandan
beri Türkiye, ümmet bütünlüğü içinde görünmekten çekinir. İslam ülkeleri ile
ilişkileri hep “laiklik rezervi” taşır. Nükleer kontrol Bunun bir başka boyutu, nükleer güce sahip olma noktasındaki
tartışmalarla ilgilidir. Hakim güçler, bir “İslam bombası” karşısında
olağanüstü duyarlılar. KÜRESEL SÖMÜRGELEŞME YA DA... Şu andaki “küreselleşme” olgusunun ideolojik boyutu ne?
Kimliksiz, renksiz bir evrensellik mi yaşanıyor? Yoksa, gerçekten de
masonluğun hedeflediği gibi, tüm dinleri aşan “insanlığın ortak kültürü” diye
ifade edilebilecek yeni bir din oluştu da, o mu akıyor sınırlar
ötesine? Bunun için “küreselleşme”nin hangi alanlarda yaşandığına bir bakmak
lazım. Kültür: İletişim araçları tüm
dünyayı ortak bir kültür içinde eritmeğe yöneliyor. Peki bu kültürün
ideolojik kimliği ne ? Michael Jackson dünyanın her yerinde...’’Amerika her
gittiği yerde kendi türküsünü dinliyor.’’ Haber: CNN’nin verdiği veya Batılı
ajansların telekslere akıttığı işte küresel kültürün çerçevesi. Küresel
kültürün ideolojik kimliği belki tek kelime ile ifade edilemiyor. Ancak,
kendi kültür kimliğimiz için “Yok edici” bir ‘’misyon ‘’ yüklendiği
muhakkak. Dış politika: “Küreselleşme”
nin biçimlendireceği alanların başında ülkelerin “dış politika” sının
olması beklenebilir. Bunu en çok da, bizim gibi İslam ülkelerinin anladığını
söyleyebiliriz. “Dünyadan bağımsız bir iş yapamayız’’ sözü, bizim
politikacılarımızın özdeyişi halindedir. Dış politikada küresellik, ülkelerin
dış ilişkilerini amerikan eksenli bir nitelik kazandırıyor. Amerikan eksenine
yaklaşanlar küresel uyumu, ters düşenler ise uyumsuzluğu temsil ediyorlar. Ekonomi: Artık dev
dünya şirketlerinin çağı yaşanıyor. Ahtapotun kolları Amerika’dan,
Almanya’dan veya Japonya’dan uzanıp cebimize giriyor. Amerika’da üretim yapan
şirketin dükkanı Çemişkezek’te açılıyor. Öyle bir yapı ki bu, küresel
gelişmeleri okuyanlar yaşıyor, okuyamayan eleniyor. Gittikçe devleşen ve
cüceleşen ekonomik kuruluşlardan söz edilebilir bu dünyada ... Neden hala
petrol gibi stratejik hammaddeler üzerinde Amerikan merkezli zengin ülkeler
terörü vardır? Askeri güç: Askeri güç
konusunda bir başka dikkat çekici konu nükleer güç alanındaki çelişki: Bugün
nükleer güç sahibi ülkeler, belli bir kampta buluşmuş gibiler. Bu kampın
ortak özelliği İslam’ın yükselişine karşı oluşları. Ve bu güçler herhangi bir
İslam ülkesini nükleer güce sahip olmasından büyük tedirginlik duyuyor. Burada şu da söylenebilir: İslam dünyasına karşı, böyle şuurlu
bir sömürgeleştirme eylemi söz konusu olmasa ve olağan bir etkileşimden söz
edilse bile, küresel değerlerin hakim ideolojik karakteri gereği, İslam
toplumlarının yaşayacağı, yine de bir sömürgeleşme süreci olacaktır. Bu
sömürgeleşme sürecinden kurtulmak için tek şart, çağı okumaktır. Çağın
büyüklüklerini kavramaktır. O büyüklüğe layık bir ümmet bütünlüğünü
sağlamaktır. Bunun müesseselerini tez elden oluşturmaktır. Sömürge kimliğini
atmak ilk ve tek çıkar yoldur. Ondan sonrası peş peşe gelecektir. TÜRKİYE-İRAN İLİŞKİLERİ Türkiye-İran arasında “güven ortamı” nın inşasını
engelleyen değişik sebepler üzerinde durulabilir. Bunları şöyle
belirleyebiliriz: Türkiye yönünden:
ilişkilerde İslam’ı ortak payda olarak görmekten
kaçınmaktadır.
gelememiş, dolayısıyla Batı hinterlandından kurtulamamış
olmasıdır.
İran yönünden:
GÜVEN SAĞLAYICI TEKLİFLER Bu değerlendirmeler ışığında Türkiye ile İran arasındaki
güven ortamına nasıl gidilir? Şunları söyleyebiliriz:
gerçekleştirmelidir.
“Güven” ortamı sağlamayı ilke
olarak benimseyince, bunu inşa edici yolların kolaylıkla bulunabileceğine
inanıyoruz.
İSRAİLİN POLİTİKASI İsrail’in Türkiye ile ilişkilerinin altında yatan gerçekler
şunlardır:
NELER OLUYOR? Olan biten ne? Bize göre özetle şu. Türkiye’nin önünde yeni ufuklar açıldığı, bir süredir, tüm dünyanın ortak kanaati halinde...Türkiye’deki siyasi kadrolar ise kendilerinde bu ufku taşıyacak birikim ve cesaret göremiyorlar. Bir yerlere yaslanmak yakın çağ politikalarının ana özelliği halinde. Uluslararası güç odakları, Türkiye siyasi kadrolarındaki bu aşağılık kompleksini bildikleri için onu değişik siyasi kombinasyonlara mecbur etmek üzere olaylar geliştiriyorlar. Bunun sonucunda Türkiye Amerika’ya mecbur oluyor. Türkiye’de toplumun yönetimler üzerindeki ağırlığı mı, seçimden seçime evet. Ama ondan sonra İsrail lobisi kadar etkili olduğunu sanmıyorum |