|
TÜRKİYE'DE
DİN VE SİYASET Yazar : Şerif MARDİN Yayınevi : İletişim Yayınları Baskı : İstanbul / 1993 / 312 shf. İslamcılık cereyanı; özelliklerini daha çok 19. yy
ortalarında kazanan, Osm. İmparatorluğunun uzak çevresinde ve Hindistan'da
şekillenmiş olmasına rağmen 1870'lerden itibaren imparatorluğun merkezinde
gittikçe güçlenen bir ideolojik davranış kümesine verilen addır. İslamcılık
cereyanı iki eksenlidir: İslamcılığı bir dünya görüşü ve hayat rehberi olarak takdim
eden aydınlardan oluşan eksen. Muhammed Abduh gibi. Geniş halk kitlelerinin o kadar net ifade edilmeyen, teorik
konulardan çok "İslami Nizam" gerçekleştirmeye çalışan arayışlar.
Mevdudi buna örnek verilebilir. İslamcılık farklı isimler altında tasnif edilebilir:
Reformcu İslamcılık, Popülist İslam vs. Reformcu İslamcılıkta; "İslam'ın
müspet bilimlere karşı olmadığı ve dolayısıyla batının fen ve tekniğinin
alınmasında bir mahzur olmadığı" düşüncesi hakimdir. Bir ulema grubu tarafından kurulan İttihad-ı Muhammedi
kendisinden bir fırka olarak bahsetmektedir. Buna göre partinin başkanı Hz.
Muhammed'dir. Bunlara göre dinin insanın hayatına tamamen hakim olması
gerekir. İslamcılık akımı Osmanlı İmparatorluğuna has değildir, bütün
İslam alemini etkisi altına almıştır. Osmanlılarda İslamcılık akımı ilk olarak II. Abdülhamid
tarafından desteklenmiş ama asıl hüviyetini 1908'den sonra kazanmıştır. Buna
göre Osmanlı İmparatorluğunun Batı karşısında gerilemesinin sebepleri
Müslümanların ataleti ve İslam'dan uzaklaşmalarıdır. Osmanlı devletinin
çöküşünü engellemenin yolu "İslamlaşmak"tır. İslamcılık akımının mensupları Batı taklitçiliğine karşı
çıkmışlar, Batıdan sadece ilmi ve teknik bilgileri almakla yetinilmesi
gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Osmanlı devletinin çöküşünü engellemek için
ortaya atılan İslamcılık görüşü, II. Abdülhamid döneminde yararları
görülmüşse de daha sonraları etkisini kaybetmiştir. Osmanlı Bürokrasisi ve Modernleşme 16. yy'da kemale eren Osmanlı devleti çeşitli dini
cemaatlerden, etnik gruplardan ve ulaşılması güç ekolojik oyluklarda
yerleşmiş alt-kültür gruplarından oluşan coğrafi bir çevrede etkili bir
yönetim kurmuştur. Osmanlılar kendi yönetimleri altında bulunan bu toplumları
devletlerine sadakatle bağlamayı başarmışlardır. Herkesin kendi dini inancına
göre yaşayabildiği bir özgürlük ortamı vardı. Hiçbir dinin kurumlarına
dokunulmamıştır. Mekke ve Medine'nin alınmasından sonra Osmanlı padişahları
kendilerini hilafetin varisleri olarak görmüşlerdir. Böylece Osmanlı
sultanları İslam dünyasının hamisi durumuna gelmişlerdir. Doğuda Şiiliğin ortaya çıkmasından sonra Osmanlı devlet
memurları bazı görevler üstlendiler. İlk olarak Sünni İslam'ı anlattılar.
İkinci olarak bazı etkili isimleri uzak yerlere sürdüler. Üçüncüsü ve en
önemlisi dini bir elit ve bu elit tabakanın kontrolünde bir eğitim sistemi
kurmaya çalıştılar. Yüksek dini görevliler, maaşlarını devletten alan devlet
memuru halini aldılar. Osmanlı yönetimi hem bürokratik hem de İslami idi. Zira
sultan İslam aleminin lideri idi. Fakat bunun yanında memurlar devleti koruma
konusunda kendilerini sorumlu hissediyorlardı. Ulema ve memurların farklı
eğitim almaları sonucu Osmanlı toplumunda yeni bir sınıfın doğmasına sebep
olmuştur. Bürokrasi adını verdiğimiz bu sınıf bilhassa 19. yy'da etkisini
artırmıştır. Zamanla bürokrasi ile ulema arasında fikir ayrılıkları
oluşmaya başlamıştır. Ulema sınıfı dini önde tutarken bürokrasi sınıfı ise
laik bir tutum takınmıştır. Bu laik bürokrasi sınıfı 19. yy'ın başlarında değişimi
başlatacak güce ulaşmıştır. Bürokrasi sınıfının yaptığı değişiklikler
ulemanın hem gücünü hem de prestijini azaltmıştır. Bu bürokratik sınıfın
tanzimatı gerçekleştirmesiyle batılılaşma hareketleri hız kazanmıştır.
Müsadere kanununun kaldırılmasıyla ekonomik sıkıntılardan da kurtulan bu
sınıf 19. yy'da ve 20. yy'ın başlarında tüm gelişmelerde başrol oynamıştır. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra dinin tüm kurumları
kapatılmış ve dinin sosyal hayattaki rolü tamamen ortadan kaldırılmıştır.
1937'de laiklik ilkesinin anayasaya konmasıyla devletin tüm kurum ve
kuruluşları dinin etkisinden arındırılmıştır. Bütün bunlar "muasır
medeniyet seviyesine çıkmak" amacıyla yapılmıştır. Toplum hayatında
dinin yerini bilim almıştır. Düşünce sistemine ise pozitivizm egemen
olmuştur. Tüm bu gelişmeler karşısında dini hayatta 1945'lere kadar
bir gerileme görmekteyiz. Bu arada dini faaliyetler gizli yürütülmüştür.
1950'den sonra dini akımlar ortaya çıkmıştır. Siyasi yönlü dini akımlara da
rastlamaktayız. Bunlar arasında MSP önde gelir. Belli bir taban da bulan bu
siyasi akım felsefi düşünce sisteminden yoksundur. Daha çok devletin bazı
konularda kontrol sistemini kullanmasını talep eder. İçki yasağı, büyüğe
hürmet, tesettür ve vatandaşların cinsel hayatı üzerinde kontrolün olması
gibi. Bediüzzaman Said Nursi (1873-1960) Bir Tebliğin Şekillenişi Türkiye Cumhuriyetinin en ısrarcı gülyabanilerinden birisi
ve Türk ilericilerini sürekli bilgisizlik, batıl inançla suçlayan şahsiyet
Bediüzzaman Said Nursi'dir. Bediüzzaman Said Nursi 1872-1960 yılları arasında
yaşamıştır. 1925 Kürt isyanı yüzünden Isparta civarına mecburi ikamete tabi
tutulmuştur. Said Nursi burada imanla alakalı eserler yazmıştır. Çevresinde
taraftar toplamıştır. Said Nursi hayatının ilk günlerinden itibaren mücadeleye
hazırlanmış bir şahıstır. Küçük yaşta bile çok değişik tartışmalara girmiş,
bu yüzden eğitim gördüğü birçok medreseyi değiştirmiştir. Fakir bir ailenin
çocuğuydu. Bitlis'te valinin evinde kalırken fen bilimlerini okuyor, bu
arada İstanbul'dan gelen gazete ve dergilere de bakma imkanını buluyordu. Bir
gün İngiliz Parlamentosundan birinin, Kur'an'ı Müslümanların elinden
almadıkça Osmanlıların medeni milletler safına alınmayacağı şeklinde bir
ifadeye rastlar, bu ifade Said Nursi'ye çok ağır gelir. Said Nursi bundan
sonraki hayatını Kur'an'ın mucizevi yönönü anlatmayla geçirmeye karar verir. Bediüzzaman 1920'lere kadar birçok siyasi faaliyete
katılmışsa da, bu tarihten sonra siyasetten elini eteğini çekmiş, kendisini
tamamen iman ve Kur'an hakikatlerini anlatmaya vermiştir. İmanla alakalı meseleleri bilimsel verilerden yararlanarak
çözmüştür. Böyle bir yol seçmesi onda bilimsel gelişmelere karşı derin bir
ilgi olduğunu gösterir. Hatta o, bu ilgisini daha da ileri götürecek ve II.
Abdülhamid'den doğuda fen ve din ilimlerinin beraber okutulduğu bir
üniversitenin kurulmasını isteyecektir. Bediüzzaman Said Nursi'nin başlattığı hareket (Nur Hareketi)
bugün de etkili bir şekilde devam etmektedir. Yazdığı eserlerin çok derin
felsefi temellere dayanması bu hareketin devamında şüphesiz derin bir etkiye
sahiptir. Yazdığı eserlerle modern bilimin izleyicileriyle yumuşak bir
bütünleşmeye yol açmıştır. Osmanlı devletinin çöküşü ve batılılaşma çabalarına rağmen
Anadolu halkı dinine-bildiği kadar bağlıydı. İslam'ın toplum hayatında derin
etkileri vardı. Kurtuluş savaşında Anadolu insanını motive eden unsurların
başında dinin ve din adamlarının gelmesi bu görüşü teyit etmektedir. * * * Cumhuriyetin kurulmasından sonra devlet laikleştirilmiştir.
Bunun sonucu olarak toplum hayatında dinin ve din adamlarının rolü çok
azalmıştır. Bu durum 1940-45'lere kadar sürmüştür. Bu ara dönemde din üç odak
tarafından etkisini sürdürmüştür. Bunlar muhafazakarlar, tarikatler ve İslami
cereyanlardır. Tarikatler hem kurtuluş savaşında hem de sonrasında günümüze
kadar gelen bir etkinlik alanı oluşturmuşlardır. Bu konuda Mehmed Zahid Kotku
(MSP önderlerini ciddi etkilemiştir), Süleyman Hilmi Tunahan (Süleymancılar
adında bir grubun çıkması) ve Mahmut Sami Ramazonoğlu önemli isimlerdir.
Bunlar günümüzde de etkinliklerini sürdürüyorlar. * * * Türkiye'de Din ve Laiklik Laiklik, devletin herhangi bir dini mezhep ve sınıfa
dayanmamasına verilen isimdir. Türkiye'de laiklik bir devlet politikası
haline geldiğinde devletin bir uzvu vücudundan koparılmış oldu. Zira Osmanlı
devletinde din devletin en başta gelen organıydı. Bu yönüyle Türkiye laikliği
başarılı kabul edilmektedir. Batıda zaten din ve devlet iki kurum halinde
işlemekteydi ve laikliğe geçiş zor olmamıştır. Türkiye'de ise durum bunun tam
tersiydi.
|