|
SİSTEM
SANCISl Yazar : Ahmet TAŞGETİREN Yayınevi : Erkam Baskı : İstanbul / 1991 / 320 shf 1071 tarihinde Türk’lerin Anadolu'ya girişinden Viyana
bozgununa kadar olan dönem fetih şuurunun ayakta olduğu bir dönemdir. Daha
sonraki dönem ise müslümanların mağlubiyet psikolojisi ile hareket ettikleri
bir dönemdir. Fetih şuuru ile mağlubiyet psikolojisi Türk-Batı ilişkilerinde
iki önemli kriterdir. Son üç asır yönetici ve aydınlar için ideolojik bir
batılaşmanın yaşandığı bir dönemdir. Esasında Türk-Batı ilişkileri bir
hakimiyet mücadelesidir. Çünkü Batı 1071 Türklerin Anadolu'ya girişini halledilmesi
gereken bir mesele olarak ele almış ve Türkleri Anadolu'dan atma esasına
dayanan Şark Meselesini arkaya atmıştır. Osmanlı'da 1839 Tanzimat Fermanı
1856 Islahat Fermanı 1876 ve 1908 tarihlerindeki Meşrutiyet İlanları
batılılaşma adına yapılan yenilikleri içerir. Yöneticiler ve aydınlar batının
teknolojik üstünlüğü karşısında aşağılık duygusuna kapılmışlar ve reform
hareketlerine girişmişlerdir. Fakat yeniliklerin özünün ne olması gerektiğini
bilememişlerdir. Bu sebeple yapılan yenilikler şekli olarak kalmıştır.
Mesela; Avrupa'dan tiyatro, roman ve orkestranın getirilmesi, kılık kıyafet
değişikliği, Mızıkay-ı Humayun'un kurulması vb.. Yöneticiler kendi toplumlarıyla beraber kendi toplum
değerlerinden kaynaklanan bir milli kurtuluş gerçekleştirecekleri yerde
hazırcılığı tercih edip batıdan tablet beklemişlerdir. Batının uygarlık
reçeteleri ile hilafetin kaldırılma projeleri atbaşı gitmiş ve verilen
formüllerin esasında Türklerle azınlıkların eşit haklara sahip olması
gerektiği üzerinde durmuşlardır. Bunun neticesinde yönetici ve aydınlar ile
halk arasında uyuşmazlıklar meydana gelmiştir. Çünkü yapılan yenilikler halkın
kültürel değerlerine ters düşüyordu. Avrupa bir yandan sömürgecilik hamleleri diğer yandan
Hıristiyan haçlı zihniyetinin yönlendirdiği bir strateji ile şark meselesini
halletmeyi istemektedir. Osmanlı için düşünülen şablon ise şöyledir: l. Osmanlı Avrupa'dan atılmalı. 2. İslam ülkeleri Osmanlı'dan ayrılmalı. 3. Hilafet Osmanlının elinden alınmalı. 4. Türklere yalnız Türklerle meskun bir yer verilmeli. Türkiye ve İslam Türkiye'de İslam milli mücadelenin sonuna kadar tek
belirleyici bir konumda idi. Yani hakimiyet islamdaydı. Lozan'da uluslararası
güç merkezlerinin nabzını tutan yöneticiler Türkiye'de İslam'ın konumunu
tartışmışlardır. Hıristiyanlığı, pozitivist ve materyalist bir anlayışı
isteyenler olmuşsa da devlete bağlı din anlayışı kabul edilmiştir. İslam'ın radikal hareketlerle ortadan kaldırılması mümkün
olmadığı gibi ferd, toplum ve devlet hayatını düzenleyen islam kendi haline
bırakılması da mümkün değildi. Bu nedenle devlete bağlı din anlayışı esas
alınmıştır. Bir bakıma din inanç, ibadet ve ahlak olarak ele alınıyor, dinin
muamelatla ilgili olan kaideleri gözardı edilip din kul ile Allah arasına
hapsediliyordu. Bu da sistemin halka güvensizliğini ortaya koyuyordu. Türkiye yüzyılın ilk çeyreğinde halka rağmen tepeden inme
olarak bir devrim yaşamış ve bu devrimin etrafında elit tabaka tarafından
tabular ağı örülmüştür. Genel düşünce devrimlerin kısa sürede halk tarafından
kabul göreceği ve halkın devrimlere göre şekilleneceği düşüncesi vardı. Fakat
devrimler “Sezar'ın hakkını Sezar'a... Tanrının hakkını Tanrıya...”
veriyordu. Bu da Allah'a acziyet isnat etmek demek olduğundan halk tarafından
kabul görmedi. Bu gün Türkiye'nîn asıl problemi toprağın tapusu, insanın
imanı ve sistemin karakterinin birbirine uyum arz etmemesidir. Türkiye'de
yaşanan başörtüsü problemi, Cuma'ya izin verilmemesi vb.. problemlerin
temelinde bu vardır. Anayasa Türkiye'de temel hürriyetler açısından
anayasanın yapımı büyük önem taşır. Türkiye'de anayasalar yapılmış halka
dikte ettirilerek demokrasi makyajı yapılmıştır. Türkiye'de anayasalar ya tek belirleyici kişilerin ya da
ülke yönetimine el koyan askeri kadroların eseri olmuştur. 70 yılda
hazırlanan anayasalar din hakimiyetini ön gören devlet sistemi yerine
laikliğin esas alındığı devlet sistemini ön görmüştür. İslamın sistem kurucu
özelliği yok edilebilirse laiklik din hürriyeti olabilir. Eğer yok edilemezse
dini sınırlayan, kontrol eden bir mekanizmaya dönüşmektedir. Devlete bağlı
din anlayışını esas alan sistem öğretmemek, öğrenileni yaşatmamak ve
müesseseleştirmemek suretiyle toplumun islami diriliğini zaman içinde yok
etmeyi amaçlamaktadır. Yani kuşatma altındaki bir islamı tercih etmektedir, Bir Korkunun Tahlili Türkiye'de sistemi belirleyen sistem adamlarının temel
düşünceleri şöyledir: 1. Türkiye için batılı ve laik bir çerçeve düşünülmüştür. 2. Sistemin halk tabanını oluşturup oluşturmadığı konusunda
tereddüt vardır. Halkın dini, sosyal. Siyasi ve ekonomik idealleri ile
birleşmesi engellenmelidir. 3. Dine verilecek serbesti islam iktidarına sebep olabilir. 4. İslam iktidarına olan saldırıyı şeriat kisvesine
bürümüşlerdir. 5. Devlete bağlı din şemasını esas almışlardır. Türkiye ve AT Ata girmek isteyen Türkiye kapıdan kovulunca bacadan girmek
istemekte ve Avrupa'nın karşısına bir paketle çıkmaktadır. Bu pakette öz itibarıyla
batının ara batıcı değerlerle donanmış batıcı bir Türkiye, ya da islamla
donanmış batı karşısında bir Türkiye” yi seçmesi istenmiştir. Türkiye'de islamın karşısına anti-islam bir cephe çıkarılmak
suretiyle Türkiye'yi I. Dünya Savaşı'ndan sonra belirlenen konumunda tutulmak
istenmektedir. Emperyalist güçler bunu gerçekleştirebilmek için 5. Kol
faaliyetlerinde bulunmakta, müslüman işbirlikçilerinden faydalanmakta;
hepsinden de önemlisi, emperyalist politikaların en yoğun biçimde uygulandığı
yer basın ve kamuoyu oluşturma kurumlardır. Avrupa ve Amerika, Türkiye'den; l. Bünyesindeki islami gelişmeyi kontrol altına almasını, 2. Bölgedeki islam fundamentalizmine set çekmesini ve diğer
ülkelerin laikleşmesine yardımcı olmasını istemektedir. Bir bakıma Avrupa
Türkiye'den kimliğini değiştirmesini, batıcı ve laik olmasını, islamı ise
dışlamasını istiyor. Bu gün Laik, Kemalist ve Batıcı diye kendilerini
tanımlayan insanlar bir tedirginlik içindedir. Büyük şehirlere göç eden
insanların beraberlerinde kendi kültürlerini de getirerek hemşehri kümeleri
oluşturmaları, dindarların sermaye gücünün artması, akademisyenlerin
çoğalması, müslümanların kendi aydınlarını, bürokratlarını yetiştirmeleri ve
hepsinden önemlisi siyaset sahnesine çıkmalar bu tedirginliği arttırıyor.
Çünkü sistemin sahibi olarak kendini gören bu insanlar halkın gerçek kimliği
ile buluşmalarını hazmedemiyorlardı. Uluslararası güç odakları nezdinde Türkiye'nin bir politika,
eğitim, ekonomi, askeri, yargı ve bürokrasi ile ilgili bir ölçüsü vardır. Bu
ölçü zorlandığı veya aşıldığı zaman bu güç odakları iç odakları da kullanmak
suretiyle karşı harekete geçiyorlar. Din Eğitimi İnsanları dinden soyutlamak mümkün olmadığı gibi
din eğitimi almadan da onlar için şahsiyetleri geliştirmek ve kimlik edinmek
bakımından bir haktır, bir zarurettir. Dine karşı Marksizm ikame edilmeye
çalışılmış, bu mümkün olmayınca laiklik ve Kemalizm dinin karşısına konulmuş
fakat o da din duygusunu öldürememiştir. Din eğitiminin ne kadar olacağını
kimlere verileceğini yine islam tespit edecektir aksi taktirde o günkü
şahsiyetin ortaya konulması beklenemez. Din eğitimi denilince değişîk sorular gündeme gelmiştir.
Okullara din dersi konulabilir mi? İHL sayısı artmalı mı, artmamalı mı? İHL
okuyanlar mesleğini mi yapıyor yoksa üniversiteye mi gidiyorlar? Din eğitimi
yapılacaksa bunu müfredatı nasıl olmalıdır. Sistemi savunan insanlar bu
sorulara cevap ararken dinin birleştiriciliği, dinin halktan
soyutlanamayacağını arılıyorlardı. Doğu Anadolu'daki terör problemine dinle
çözüm bulmaktan ve 12 Eylül sonrası gençlerin içinde bulunduğu boşluğu dinle
doldurmakta çekinmiyordu. Türkiye yeni bir sistem konusunda kararlıdır. Fakat
bu sistemin ne olacağı konusunda kararsızdır. Ülkemizde sistem değişikliğinin
yaşandığı 70 yıl içinde ortaya çıkan toplum yapısında insan Rabb'iyle, kendi
iç dünyasıyla, bir başka insanla ve eşya ile barışık olamadı. Her 10 yılda
bir sistem darbelerle kendini yeniledi ve tekrar başa döndü. Bugün dünyanın
hiç bir yerinde İslam müslümanın hayatında belirleyici bir konumda değildir.
İslam toplumlarını dört grupta ele almak mümkündür: 1. Sömürge islam toplumları: Sovyet Rusya ve Çin'deki gibi. 2.Bağımsız islam ülkeleri. 3.İslamın üstün değer olarak kabul edildiği ülkeler. 4.Azınlık müslümanlar. İşgal edilmiş ülkelerde işgal edicinin “zoru”, bağımsız
ülkelerde ise mevcut sistemin insanların hayatları konusundaki siyasi
sınırları söz konusudur. Her ikisinde de islamın hayata tatbik edilmesi
mümkün değildir. İslam ülkelerini bugün siyasi ünitelere bölen haritalar
güçlü ülkelerin kaleminden çıkmış, sınırlar cetvelIe çizilmiş, ülkeler
arasında problemli topraklar bırakılmış ve kabileler devlet statüsüne
sokularak aynı millete mensup insanlardan farklı devletler oluşturulmuştur.
Marks'ın devlet sistemi insanı dünyada iken cennete ulaştıracak ve orada dine
ihtiyaç bulunmayacaktı. Fakat Marksizm çökmüştür. Bu çöküşü batılı güçler
Kapitalizm'in yegane sistem olduğuna yormuşlardır. Kapitalizm insanlara
zulümden başka bir şey getirmediği gibi kendi insanını da sefalete itmiştir.
Fakat Sosyalist ve Kapitalist insanı kurtaracak olan müslüman insandır.
Müslüman günümüzün teknik imkanlanı kullanarak Kapitalizm'in teknolojisi ile
emperyalist yüzünü ayıracak insanların ihtiyaçları ile ümmetin ihtiyaçlarının
aynı olduğuna fark edecektir. Müslüman Bir Gelecek İçin Hicret Medine'nin nüfus yapısını kemmiyet ve keyfiyet olarak
değiştirmiştir. I3 yıllık Mekke hayatında yetişen kadro Medine'de islam
medeniyetinin temellerini atmıştır. Günümüz müslümanında şu üç hususun
bulunması gerekir: I. Müslümanda herşeyden önce farklılık şuuru gereklidir. 2.Müslüman bir gelecek ideali. 3.Bu idealin aradığı insanın inşası. Bugün müslüman nüfusu islamı kuşatan güçlerin iki yönlü
saldırısıyla karşı karşıyadır: 1.Yoğun bir nüfus kıyımı. 2.Eritme ve başkalaştırma operasyonu. Müslüman bir gelecek ideali doğan her çocuğun bütün bir
ümmetin sorumluluğuna tevdi edilmiştir. Sonuç Sistem Sancısı adlı kitapta genel olarak, Türk-Batı
ilişkileri, Türkiye'deki sistem ile müslüman halk arasındaki ilişkiler ve
islam ülkeleri ile Türkiye arasındaki ilişkiler ele alınmakta ve Türkiye'nin
dünya konjüktüründeki hak ettiği yeri almasında islamın temel belirleyici
esas olacağı üzerinde durulacaktır. Batı Türkiye'yi islamdan uzaklaştırıp Anadolu'dan çıkarmayı
ve böylece şark meselesini halletmeyi düşünmektedir. Dinin hakim güç olmaması
için özellikle Türkiye'nin islam ülkeleri ile diyalogdan uzak durmasını
istediği gibi halifelik ile gücün aynı elde toplanmaması için gerekeni
yapmaktadır. Türkiye kendisi için batılı güçler tarafından belirlenen
şablonun dışına çıkamaz. Eğer çıkar ise ülkeyi dışa karşı korumakla görevli
olan ordu sistemi kuma görevini de üstlenecektir. Türkiye'de sistem halkına güven duymamakta ve müslümana
verilen bir hürriyetin kontrolden çıkmış bir islami gelişmeye yol açabileceğini
düşünerek tedirgin olmaktadır. İslami kimliğe bürünen müslüman nesiller ise
devamlı kendisine getirilen kısıtlamaları aşabilmek ve dinini bir bütün
olarak sistemi zorlamaktadır. Bir sistemin başansı onun toplumla sağladığı uyuma ve özde insan yapısını kavramasına bağlıdır. İnanç değerleri, ahlak sistemi, kültür yapısı, hukuk gelenekleri ve ekonomik verimleri itibarıyla toplumun birikimini göz önünde bulundurmayan sistem uygulamaları toplum tarafından reddedilmeye mahkumdur. |