|
MÜSLÜMANLARIN
GERİLEMESİYLE DÜNYA NELER KAYBETTİ Yazarı : Ali El-Haseni En-Nedvi Yayınevi : Kitabevi Baskı : İstanbul / 1995 / 360 shf. CAHİLİYE DEVRİ : Bu asırda insanoğlu yaratıcısını, kendisini ve varacağı yeri
unutmuş, iyi ile kötü, güzel ile çirkini ayırma kudretini kaybetmiş,
peygamberlerin daveti çoktan kesilmişti. Diğer Din ve Milletlere Bakış Hıristiyanlık: Bu din hiç
bir zaman bir medeniyete destek olacak, insanlığın problemlerine çözüm
getirecek güçte cihanşumül bir din değildi. Fakat tevhide dair bazı izler
taşıyordu. Sonra Paul geldi. Hıristiyanlığı, içinde büyüdüğü
putperestlik ve üzerinden atamadığı cahiliye hurafeleriyle karıştırdı.
Böylece Yunan mitolojileri, Roma putperestliği, Mısır Eflatunculuğu ve
ruhbanlıkla meczedilmiş karma bir din haline geldi. Ayrıca ihtilaflar
neticesinde Şam Hıristiyanları ve Roma Devletiyle, Mısır Hristiyanları veya melekaniye
ve monofistler arasında mezhep kavgaları oluştu. Daha sonra Herakliyüs,
çatışan mezhepleri birleştirip monosili mezhebini resmi mezhep haline
getirdi. Roma: İçtimai çöküntü ve
iktisadi sıkıntı içindeydi. Miladi 532 yılında vergiler ve müsaderelere karşı
çıkan isyanda 30 bin kişi can verdi. Gippon: Roma 6. asrın sonlarında
çöküntünün son noktasına varmıştı. Mısır: Nil gibi bir hayat
kaynağına ve zengin topraklara sahip Mısır; Roma ve Hristiyanlık yüzünden
bahtsız bir ülke haline geldi. Akıl ve din hürriyeti yönünden mahrumdu. Habeşistan: Monofizist
mezhebinden idi. Vahşetten kalma bir çok putlara tapıyorlardı. Dinde ruh,
dünyada aşk ve aksiyon yoktu. Kuzey Avrupa Ülkeleri:
Onlarda koyu cehaletin, yaygın ümmiliğin ve kanlı savaşların zifiri karanlığı
içinde yaşıyorlardı. Doğuda ve Batıda cereyan eden ve tarihin çehresini
değiştiren hadiseler karşısında en küçük bir ilgi duymuyorlardı. Yahudiler: Avrupa,
Asya ve Afrika’da dini prensipler yönünden yeryüzündeki milletlerden daha
zengin, dinin mana ve ıstılahlarını anlamada daha mahir bir milletti. Fakat
medeni, siyasi ve dini sahada başkalarına tesir edecek durumda değillerdi.
Fakat devrinin (610) son yıllarında Antakyada Yahudiler, Hristiyanlara karşı
ayaklandılar. İmparator Kumandanı Abnososu isyanı bastırmak üzere
Antakya’ya gönderdi, O da bütün halkı kılıçtan geçirdi. İran’ın Mısırı fethi
sıralarında Yahudiler Sur şehrinde ayaklandılar. 20 bin kişinin katıldığı
Yahudi-Hristiyan savaşında Yahudiler Sur şehri dışındaki bütün kiliseleri
yakıp yıktılar. Sonra kuvvetlenen Hristiyanlar birçok Yahudiyi öldürdü. İran: Ahlaki esaslar
senelerden beri çeşitli sarsıntıların tesiriyle eriyip yok olmuştu. 5. asrın
ortalarında devlet başkanı II. Yezdegerd kendi kızıyla evlenmiş sonra
öldürtmüştü. Sonra idarede bulunan Behram kız kardeşiyle evlenmişti.
Bu evlilikler onlarca Allah’a yaklaşmaya vesile sayılıyordu. Ayrıca Kisralar
kutsileştiriliyordu. Kanunlar üstü, tenkit edilemez varlıklar olarak
bakıyorlardı. Şireveyhten sonra 7 yaşındaki oğlu Ezdeşiri Kisranın
oğlu Hüsrev hükümdar yaptı. Rüstem ve Cubin gibi
kumandanları hükümdar seçmeyi düşünmemişlerdi. Çünkü onlar hanedana mensup
değillerdi. Sınıflar arasında uçurumlar mevcuttu. Hükümet halktan bir
vatandaşın, bir asilin mülkünü satın almasını yasaklıyordu. Çin: Çine üç din hakimdi. Lao
Thisse dininin mensupları dünyadan elini eteğini çeken zahitlerdi. Bu din
sağlam bir hayata veya ideal bir devlete temel olamazdı. Konfüçyus nazariyattan
çok malumata önem veriyordu. Onun nazariyelerinde saksiyoner bir iman, semavi
bir kanun yoktu. İnsanların istedikleri zaman kullanıp istediklerinde atabilecekleri
hikmetli sözler ve tecrübeler vardı. Budizm: 6. asırda safiyet ve
değerini yitirmişti. Peşinden gelen Brahmanizm onu bir lokma gibi yutarak
gittiği yere putlarını taşıyan heykeller diken korkunç bir putperestliğe
çevirdi. Neticede Budizm, Brahmanizm potasında eriyip kayboldu. Orta Asya Milletleri: Ne
ilmi çalışmaları nede ileri siyasi nizamları vardı. Çocukluk devresini
atlatamamışlardı. Hindistan: Parlak,
cazip görülen herşey ilah kabul edilip tapılıyordu. Ganj nehri, Harp yazı
aletleri, İnek, Gök cisimleri vb. Zalimane sınıf ayrılıkları ; ülke halkını
dört ayrı sınıfa ayırıyordu. 1)Brahmanlar. 2)Kshyatriyalar.(savaşanlar) 3)Saicyalar.(Tüccar-çiftçi) 4)Cudralar.(İşçi-köleler) Eğer bir Brahman ölüm cezasını gerektiren bir suç işlemişse
Hakim ancak onun saçlarını kesebilir, atnı suç diğer zümrelerde ölümle
sonuçlanır. Mono şöyle diyor:10 yaşındaki bir Brahman 100 yaşındaki
kshatriyadan, babanın çocuğundan üstünlüğü gibi üstündü. Cudralar hayvandan
daha aşağı bir hayat yaşıyorlardı. Brahmanlara hizmet etmeleri büyük
saadetti. Cudralardan biri Brahmanlardan birinin yanına oturmak istese;
Hükümdar derhal onun arkasını dağlayarak sürgün ederdi. Hint toplumunda kadın
köle seviyesine düşmüştü. Bazen bir kumar masasında kaybedilir, bazen de bir
kadının birden çok erkeği olurdu. Araplar: Allah’ın
kainatı yoktan var edip yeri göğü idare ettiğine inanıyorlardı. Fakat
peygamberlerin risaletleri kafalarına girmiyordu. Herhangi bir şahsın
duasının arada vasıta olmadan Allah katında kabul olacağına inanmıyorlardı.
Bunun için duaları ulaştıracak vasıtalar aradılar. Daha sonraları edindikleri
putlarla şirk koşmaya, onların kudret sahibi olduklarına inanmaya başladılar.
Bütün şehirlerin, köylerin, nahiyelerin hatta şahısların putları vardı.
Meleklerin Allah’ın kızları olduğuna inanıyorlardı. Onların tasavvurlarına
göre Peygamberler, yemez, içmez, evlenmez, çarşı pazar dolaşmazlardı. Ayrıca
kıyamet gününü inkar ediyorlardı. İçtimai ve ahlaki hastalıklar içki, faiz, zina had
safhadaydı. Kadın eşya gibi alınıp satılıyordu. Kabile taassubu ve kan
davaları vardı. Bazı kilise ve mabetlerde bu katran renkli zifiri karanlıkta
görülen bu zayıf parıltılar; bir gecede etrafa ışıltılar saçan fakat
karanlığı yanamayan yıldız böceklerine benzemekteydi. İlim aşıkları ve dine
susayanlar memleket memleket geziyor, birkaç kişiye ancak
rastlayabiliyorlardı.(Misal: Selman-ı Farisi) Cahiliyye Döneminde İktisadi ve Siyasi Nizam: Bu asırda idare şekli mutlak monarşi idi. Çinliler
başlarındaki İmparatorun ‘Gök’ün oğlu olduğuna inanıyorlardı. Robert Briffault Romalılar
için ; Büyük kitlelerin gözyaşı ve alınteri üzerine küçük bir topluluğu refah
tahtına oturtmak için kurulmuş sömürü makinasından başka birşey değildir.
Mısırdaki, Roma idaresinin halkın malını elinden alıp, idarecilere dağıtmaktan
başka bir gayesi yoktu. PEYGAMBERLERİN ISLAH VE INKILAP METODU Hz.Muhammed’in (sav) Karşılaştığı Dünya: Efendimiz (sav) dünyaya bir peygamber gözüyle baktı. Orada
bayağılaşan bir insan tablosuyla karşılaştı. Akli melekeleri bozularak
düşünce alemi altüst olmuş bir insanlık gördü. İnsan toplumlarında görülen
hastalıkların ıslahı bir ömür ister. Zevk ve sefayı eğlenceyi, en büyük ideal
benimsemiş başıboş bir toplumda ıslahatçı içkiyi yasaklamaya kalkarsa
başaramaz. Çünkü; içki zehirde olsa nefsin gıdasıdır. Propagandaları, yayın
vasıtaları, ağır kanunlar bunu önleyemez. Bunu ancak derin ruhi bir ıslahat
halledebilir. Rasulullah(sav) Sadece Bir Bölgenin Adamı veya Bir Ülkenin
Lideri Değildi Ona Utbe bin Rebia vasıtasıyla reislik
teklif edilmişti. Bunu kabul etseydi, Arap yiğitleriyle İran Devletini
yıkarak Arapları zafere ulaştırabilirdi. Habeş, Yemen diğer komşularına
saldırarak onları Arap birliğine katabilirdi. Müslümanların Cahiliyetten İslamiyet’e Göçü: Cahiliye toplumu bu eşsiz davetin mahiyetini anlamada
gecikmedi. Onlar bu davetin cahiliyetin ciğerine yönelmiş bir ok ve Allah’a
imana davet eden bir mesaj olduğunu anladılar. Allah ve Rasülüne inananlar
ellerini peygamberin eline verdiler, canlarını ve bütün varlıklarını Ona
teslim ettiler. Din gibi yüce bir dava uğrunda çektikleri eziyetler
akidelerine olan bağlılıklarını, hamiyetlerini ve kafirlere olan nefretlerini
artırdı. Ciladan geçmiş kılıç gibi çıktılar. Medine’de Durum:
Medineliler Mekkeli Müslümanları karşıladılar. Evs ve Hazrec kabileleri
arasında çıkan Buas harbinin tozları henüz silinmemişti. İslam bunların
kalplerini birleştirdi. Tarihin görmediği bir kardeşlik bağı kuruldu.
Rasulullah(sav) derin ve engin bir terbiyeden geçiriyordu. Dünya
nimetlerinden uzaklaşmak onların umurunda değildi. Hükümlerin ihtiva ettiği
emir ve nehiy dışında yol aramıyorlardı. Efendimiz(sav) kısa sürede eşine
rastlanmamış bir inkılap gerçekleştiriyordu. İslam cemiyeti her türlü
davranışlarından mesul akıllı olgun bir cemiyet haline geldi. Hz.
Muhammed(sav) beşerin istidat ve kabiliyetlerini geliştirmeye çalıştı.
Allah’ın (cc) yardımıyla beşeriyetin kalbinde gizlenen iman ve akideyi
bularak oraya yeni bir ruh üfledi. Yetiştirdiği insanlar muvaffak birer
medeniyet banisi haline geldiler. İslam’ın Hükümranlık Devri: Müslümanlar tarih sahnesine çıkar çıkmaz liderliği ellerine
geçirerek beşeri liderliği istismar eden ve onu kötüye kullanan hasta
milletleri alaşağı ettiler. - Müslümanlar herşeyden önce Allah katından indirilmiş bir kitaba,
ilahi nizama inanıyorlardı. Kendi arzu ve isteklerine göre kural
koymuyorlardı. - Müslümanlar idareyi bazı milletlerin yaptığı gibi ahlak ve
ruh temizliği olmadan ele geçirmiş değillerdi. - Müslümanlar bütün milletlerden üstün olduğuna inandıkları
bir milletin menfaati için koşan kimseler değillerdi. Ribiy bin Amir
Yezdecerdin meclisinde şöyle demişti: “Allah bizi insanları kula kulluktan
bir olan Allah’a kulluğa, dünyanın darlığından geniş ufkuna ve dinlerin
zulmünden İslam’ın adaletine çağırmak için gönderdi.” İslamiyet’te madde
mana dengesi maddi başarı islamda makbul ve muteberdir, fakat hiçbir zaman
gaye değildir. İslam Medeniyetinin Beşeri Hayattaki Tesiri: İslam devletinin bütün heybetiyle varlığını ilan etmesi
dinler tarihinde yeni bir devir, siyasi ve içtimai sahada yeni bir doğuş
oldu. Medeniyetin akışı değişti. Dünya onunla yeni bir istikamet kazandı.
Bütün dinlerin müntesiplerini dini esaslarını İslam tevhidine benzer bir
şekilde ifade etmeye çalıştılar. Roma İmparatoru III. Louis 726 yılında resim
ve heykelleri yasakladı. Torin papazı Claadius kilisedeki haç ve resimleri
yakıp onlara ibadeti yasakladı. Miladi VIII. asırda Fransa’nın güney
batısında günah çıkartmayı reddetme gibi enteresan hadiseler yaşandı. İslami Hayatta Gerileme: Yükseliş devrinde İslam’ın kumanda liderliği iman, akide,
terbiye, ruh nezafeti, kemal ve itidal yönünden Hz. Muhammed(sav) eşsiz bir
mucizesi olan mümtaz şahsiyetlerin elinde bulunuyordu. Daha sonra bu durum
tersine döndü ve gerileme baş gösterdi. Sebepleri; -Hilafetin ehil ellerden ehliyetsiz ellere intikali -İslami hayatın bozulması -İdari mekanizmadaki cahiliye temayülleri: Devlet adamları hatta halifeler din ve ahlak yönünden halka
mükemmel bir misal olmaktan uzaklaştılar. İdarecilerin İslamı kötü temsil etmeleri Faydalı ve pratik ilimlere gereken önemin verilmemesi: Münevver tabakayı teşkil eden bilginler tecrübeye dayanan
pozitif ilimlere ve semereli olan pratik ilimlere, Yunanlılardan aldıkları
teolojik felsefeye ilgileri kadar ilgi göstermediler. Zeka ve kabiliyetlerini
faydası olmayan kelam ve felsefe münakaşalarıyla öldürdüler. Altıncı asırda Hristiyanlarca mukaddes sayılan toprakları
istila etmek için Haçlı seferleri tertip edildi. Haçlılar Kudüs’ü ve
Suriye’nin bütün şehirlerini istila ettiler. Medine’ye bile saldırmak
istediler. Bunlar Atabek Zengi, Nureddin Zengi ve Selahaddin Eyyubi
tarafından geri püskürtüldü. Selahaddin Eyyubi’den sonra İslam aleminde
gerileme başladı. Her geçen gün aleyhlerin işliyordu. Yabancıların farkına
varamadığı bu gerileme Harzemşah devletinin Tatarlar tarafından parçalanması
neticesindeki itibar ve güç kaybına kadar devam etti. Dünya liderliği
Tatarlar ve Moğolların eline geçti. Osmanlılar Tarih Sahnesinde: II. Mehmed’in Bizans’ın müstahkem başkenti İstanbul’u
fethiyle ümitler tazelendi. Draperin dediği gibi Fatih matematik ilimlerini
gayet iyi biliyor, onları harp tekniğine en güzel şekilde uyguluyordu. Türk Milletinin Meziyetleri: Türkler ileri görüşlü, kalplerinde cihad ruhu coşan cengaver
bir millet idi. Temiz bir fıtrata sahip olmaları sebebiyle ahlaki ve içtimai
çöküntüden korunmuşlardı. - İslamın maddi ve manevi hakimiyetini yayacak, dünya
liderliğini eline alacak kadar harp gücüne sahipti. -Osmanlı Türkleri bulundukları mevkii itibariyle dünya
liderliğinin en güzel mevkiğinde bulunuyordu. Türklerdeki Ahlaki Çöküntü, İlim ve Harp Sanatındaki
Duraklama Türkiye’de İlmin Dondurulması: Hristiyan kilisesi din ile ilim arasındaki çarpışmalardan
sonra müspet ilmi üniversitelerin müfredat programlarına koydu. Böylece fakülteleri
modern ilim merkezi haline geldi. Osmanlı Türk alimleri bunun tersine hareket
ettiler. Modern ilimler üzerinde hassasiyet göstermediler. Böylece öğretim
sistemleri tamamen gerileyerek iyice katılaştı. Artık onlar için Aristo
felsefesine bağlanıp ilimlerini istidlal metodu üzerine kurmaktan başka yol
yoktu. Bu arada miladi 17. asırda Avrupa uzun süren uykusundan uyandı. Gaflet
ve cehaletle geçen zamanını telafi etmeye, gayesine doğru hızla ilerlemeye
başladı. Kısa zaman içerisinde bütün ilim dallarında büyük alimler
yetiştirdi. Bu asrın sonrasında Türkiye sanat ve keşif sahasından tamamen
elini çekti. İstanbul semasında görülen uçan balonu hile ve sihir işi
zannettiler. Türkler harp teknolojisinde de Avrupa’nın gerisinde kaldılar.
Avrupa buluşları, aksiyon gücü ve disipliniyle Türkleri geride bıraktı. Hatta
Osmanlı ordularını 1774 de büyük bir hezimete uğrattı. Osmanlıda bunun
üzerine III. Selimle başlayan bir dizi ıslahatlar yaptı. III.Selim kendinden
önce gelen hükümdarlardan farklı olarak saray dışında okuyup yetişmişti. Yeni
yeni okullar açtı. Modern tarzda askerler yetiştirdi. Türklerin eskiye olan
bağlılık ve hassasiyetleri her sahada gelişerek son haddine vardı. Nihayet
Yeniçeriler III. Selim’e karşı ayaklanarak onu öldürdüler. Daha sonra II.Mahmut
ve I.Abdülmecid ıslahat hareketlerini devam ettirdiler. Müslüman Türklerin
ilerleme ve hareket sahasında aldıkları mesafe ile Avrupalı 18. ve 19.
asırlarda katettiği mesafe arasında korkunç farklar vardı. Avrupa ile Türkler
arasındaki bu koşu, kaplumbağa ile tavşanın yarışına benziyordu. AVRUPA DEVRİ Avrupa Medeniyetinin mahiyeti ve tarihi: 20. asır garp medeniyeti, ne Avrupanın karanlık devirlerini
takip eden son asırların çocuğu, ne de birçoklarının zannettiği gibi yeni
doğmuş orijinal bir şeydir. Avrupa medeniyetinin tarihi, binlerce sene
öncesine dayanır. Aslında bu medeniyet Yunan ve Roma medeniyetlerinin bir
devamı olup, bu iki medeniyetin siyasi, fikri ve medeni temelleri üzerine
oturur. Yunan medeniyetinin özellikleri: -Duyu organlarının hissettiği şeylere inanmak, bunların
dışında kalanlara önem vermemek. -Dine ve Allah inancına pek itibar etmemek. -Dünya hayatına ve zevklerine haddinden fazla değer vermek. -Vatan sevgisi Bu farklı hususiyetleri bir tek kelimede toplamak mümkündür.
O da materyalizmdir. Vatan mefhumu Avrupa’nın cevherinden bir parçadır.
Avrupa’daki vatan mefhumu Asya’dakinden daha kuvvetlidir. Bunun tek sebebi,
içinde bulunduğu coğrafi mevkiinin karakterindendir. Asya devletleri coğrafi
yönden genişlemeye müsaittir, topraklar geniş ve verimlidir. Avrupa’nın ise
böyle bir avantajı yoktur. Roma medeniyetinin özellikleri: Romalılar ilmi sahada Yunanlılara boyun eğdiler ve Onların
sofralarından geçindiler. Onların ilimlerini, felsefelerini ve fikirlerini
aldılar. Hatta Romalıların eski tarihçileri kitaplarını Yunanca yazıyorlardı. Romalılar ilmi sahada ilerlemeler kaydedip düşünce ufukları
genişleyince dini daha çok küçümsüyorlardı. Putperest Romalılar mabetlerde
ilahlara tapıyorlar, tiyatro devrinde de onlarla alay ediyorlardı. İmparator
Augustus donanması battığı zaman sinirlenmiş deniz ilahı Neptone heykelini
parçalamıştı. Roma tarihinde dinin tesiriyle yapılan tek bir fedakarlık
örneği gösterilemez. Romalıların bazen zahitliğe yönelip oruç tutmaları sırf
yemeğe olan iştahlarını artırmak içindi. İşte tam bu sıralarda büyük bir
hadise meydana gelmiştir ki; bu da Hristiyanlığın putperest Roma tahtına
yerleşmesidir. Kendi saltanat ve tahtı için Hristiyanların cesetlerini
basamak yaparak imparatorluk makamına yükselen Konstantin idareyi ele
aldıktan sonra güzel muamele etti, ve imparatorluğun anahtarlarını onlara
teslim etti. Fakat Hristiyanlar muharebe meydanlarında muzaffer olurken
dini sahada hezimete uğradılar. Büyük bir imparatorluk kazandılar fakat yüce
bir dini kaybettiler. Çünkü Roma putperestliği dini asıl hüviyetinden
çıkararak başka şekillere soktu. Hristiyanlığın tahrif edilmesinde en büyük
rolü Konstantin oynadı. Konstantin Hristiyanlığın ve putperestliğin
çıkarlarını nazari itibara alarak ikisini birleştirmeye karar verdi. Rahiplerin acayip davranışları: Rivayete göre Makarius, tam altı ay çıplak vücuduna zehirli
sineklerin ısırması için su mahzeninde yatmıştır. Rahip Eusibius da iki
kantar ağırlığında bir demir taşırdı. Yine bu adam susuz bir kuyuda üç yıl
yaşamıştır. Bazı rahiplerde hiç giyinmiyorlardı. Onların nazarında insanların
takvaca en yüksek olanı, temizlikten en çok uzaklaşanıydı. Rahipler memleket
memleket dolaşarak ellerine geçirdikleri çocukları aile ocağından ayırarak
ruhban terbiyesiyle yetiştiriyorlardı. Hükümet ise bunlara ses çıkaramıyor
halkta rahiplerin bu hareketlerini destekliyordu. En sonunda velayet ve nüfuz
rahiplerin eline geçti. Ruhbanlığın maddecilik karşısında hezimeti: Hiç bir kimse bu aşırı ruhbanlığın Roma materyalizmini
dizginleyip kuduran aşağı arzuları zaptettiğini söyleyemez. Çünkü insan
fıtratına aykırıdır. Ruhbanlar kadınların gölgesinden bile kaçıyorlardı.
Onlara yaklaşmayı bile günah sayıyorlardı. Velev ki bu kadınlar annesi veya
kız kardeşi dahi olsa. Orta yolu takip eden nizam insanlığın fıtratını
parçalamaya çalışmaz. Bilakis onu faydalı bir istikamete çevirir. Hz Muhammed
(sav) de bu şekilde hareket etmiştir. Arapların cesaret ve yiğitliklerini
Allah yolunda cihada ve O’nun ismini yüce kılmaya kanalize etmiştir. Fakat
Hristiyan Roma, insanların taşıyamayacağı ağır bir nizam getirdi. Halk azgın
maddeciliği dizginlemek için buna katlanmak zorunda kaldı. Daha sonra
katlanamayarak isyan etti. İmparatorluk ve papalık çatışması: XI. asırda bu iki kurum arasında şiddetli bir çatışma başladı.
Bu mücadelenin başlangıcında papalık üstün geldi. Bundan sonra aralarında
büyük savaşlar oldu ve papalık zayıfladı. Avrupa’nın din adamlarından çektiği çile: Hristiyanların ne büyük talihsizliğidir ki din adamları bu
müthiş saltanatı kendi makamları yolunda kullandılar. Böylece Avrupa
cehaletin katran renkli karanlıklarına, hurafe ve geriliğin çukuruna
yuvarlandı. Avrupa kıtasının nüfusu bin sene gibi bir zamanda hiç artış
göstermedi. Şüphesiz bunun sebebi papazların halkı teşvik ettikleri bekarlık
hayatıdır. Avrupa da din adamlarının en büyük hataları elerinde bulunan
dini kitaplara beşeri malumatı, devrin tabiat ilimlerini sokmuş olmalarıdır.
Bu bilgiler bir bakıma devrin en üstün bilgileriydi. Fakat hiçbir zaman insan
ilminin eriştiği son nokta değildi. Bu mücadelede beşer ilmiyle - ki onun
içinde hakikatler, hurafeler temiz ve kötü şeylerde vardı- karışan din aklın
önünde büyük bir hezimete uğradı. Daha sonra ilim adamları Hristiyanların bu
uydurma kitaplarına hakaret ederek açıkça tenkit ettiler. Tam bu sırada
kilisenin kıyameti koptu. Avrupa’nın dizginlerini ellerinde bulunduran kilise
adamları ilim adamlarını küfürle itham ettiler. Daha sonra Engizisyon
mahkemeleri kuruldu. İnsanların analarından emdikleri sütü burnundan getirdi.
Bu mahkemelerin cezalandırdığı insan sayısının 300000 olduğu tahmin
edilmektedir. Bunlardan 32000’i diri diri yakılmıştır. Reformistlerin inkılabı:
Reformistler, ilim ve dinin birleşemeyeceğini, bunlardan birini kabul edenin
diğerini mutlaka terk etmesi gerektiğini iddia ettiler. Reformistler dini liderliği kendi inhisarlarına alan
kişilerin uydurduğu saçmasapan şeylerle gerçek dini birbirinden; dinin
mesuliyet ve mükellefiyetleriyle, kilise mümessillerinin cehalet ve kötü
davranışlarını ayıracak tefekkür gücüne sahip değillerdi. Cahiliye taassubu,
Müslüman şarkla Hristiyan garp arasında çıkan savaşların çektiği kalın
duvarlar, kilise adamlarının İslamiyet aleyhindeki yaptıkları propagandalar,
araştırma ve tetkik zevkinin kaybolması, ahirete ehemmiyet verilmemesi ve bütün
bunlara rağmen Müslümanların Avrupa da İslam fikriyatının yayılıp gelişmesini
ihmalleri... Evet işte bütün bunlar Avrupa’nın İslam’a yönelmesine şiddetle
ihtiyaç duyduğu bir dönemde İslam’a sarılmalarına mani oldu. Garbın materyalizme yönelmesi: Filozoflar bu kainatın yaratıcısı olmadığını, madde ve
tabiatın ötesinde bu alemin hareketlerini idare edip kontrol eden bir
kuvvetin bulunmadığını ilan ettiler. Prof. Joad şöyle diyor:
Asırlardan beri Avrupa’nın zihnine hakim olan düşünce servet yığma arzusudur.
Servetin çokluğu insanlığın şeref ölçüsüdür. Mal mülk edinmede ileri gitmiş
milletlerin, ancak medeni millet olabileceği telkin ediliyordu. Onlara göre
insanı harekete geçiren motif ruhi duygu ve arzular değil, bizzat servet
toplama hırsıdır. Amerikalı meşhur gazeteci Jhon Gunther bu psikolojik
durumu şöyle ifade eder: “İngilizler haftanın altı gününde İngiltere
bankasına taparlar, yedinci gün de kiliseye giderler. Darwinizim’in medeniyet ve fikirler üzerindeki tesiri: Darwine göre insan denen varlık, diğer hayvanlardan daha
ileri tekamül safhasına sıçramış bir hayvandır. Neticede bu korkunç teori
fikri cereyanları altüst etti. İnsanlara bu kainatın ilahi bir kudret olmadan
idare edildiğini; dünyanın, tabiat üstü hiçbir gücün müdahalesine uğramadan yalnız
başına hareket ettiğini, bütün yaratıkların hayatın ilk basamağından en
yüksek basamağına kadar akıl ve hikmetten uzak fıtri bir hareketle peyderpey
tekamül ettiklerini; gerek insan dene varlığın ve gerekse diğer hayvan
nevilerinin hikmet sahibi bir yaratıcının eseri olmayıp tabi ayıklama yani
seleksiyon denilen tabiat kanunlarının bir neticesi olduğunu empoze etti.
Sanki bu insanlar bu nazariyeden dine ve kilise adamlarına karşı
kullanacakları sihirli bir silah bulmuşlardı. İnsanların engel tanımayan yıkıcı
fikir akımlarına karşı çıkıp mücadele etmek din adamlarına zor geldi ve
neticede kilise bu savaşta silahlarını bırakmak zorunda kaldı. Darwin 1883
tarihinde öldüğü zaman İngiliz kilisesi onu din adamlarının defnedildiği Veys
Manast Raybı denilen yere gömülmesine izin verdi. Avrupa da Milliyetçilik Hareketleri: Hristiyanlık bütün Avrupa toplumlarını bir tek sancak
altında toplayarak Hristiyan dünyasını bir millet haline getirmişti. Martin
Luther Latin kilisesine karşı hareketini başlattığı zaman, ırktaşları olan
Almanlardan yardım istedi. Martin Luther büyük bir başarı sağladı. Böylece
latin kilisesi korkunç bir hezimete uğrayarak nüfuzunu tamamen kaybetti.
Avrupa milletleri istiklallerini ilan etmeye, ipi dağılmış tesbih taneleri
gibi sağa sola savrulmaya başladılar. Nitekim Avrupa da din ve ırkçılık
terazinin ilk kefesi haline geldi. İslam ülkelerindeki ırkçılık salgını: Türkiye’de, eski cahiliye devrinin kültürü ve geleneklerini
yeniden yaşatma arzusu ve Turancılık fikri doğdu. Şekip Arslan şöyle diyor:
Türkiye’de, bütün meseleleri Osmanlı milliyetçiliği açısından değerlendiren
grubun yanında Turancılık fikrini ileri süren ikinci bir grup ortaya çıktı.
Bu cereyanın en meşhur simaları, Ziya Gökalp, Rusya’dan gelen Ahmet Agayef,
Yusuf Akçora, Celal Sahir, Yahya Kemal, Hamdullah Suphi, Mehmet Emin Bey ve
çoğunu gençlerin ve talebelerin teşkil ettiği edip ve mütefekkirlerdir.
Bunlar Türklerin en eski millet olduğunu, medeniyet ve şeref bakımından en
üstün seviyede bulunduğunu iddia ediyorlardı. Onlara göre Türkler ve Moğollar
aynı ırktandır. Türklüğü Avrupa’daki Macarlara ve Finlere şamil kılıyorlardı.
Osmanlıların aksine önce Türk sonra Müslüman olduklarını söylüyorlardı. Biz
Türküz, Kabemiz turandır Cengiz Hana methiyeler döktürüyorlar Moğol istilalarına
olan hayranlıklarını dile getiriyorlardı. Nitekim aynı hadise İran’da da vuku
buldu. İran gençliği eski dinlerinden Kiyamertiyeyi ve zulmetten korunmayı
araştırmaya başladılar. Milletler arası çekişmelerde İslam’ın getirdiği çözüm yolu: İslam beşer alemini sadece iki kısma ayırır. Allah’ın
dostları, şeytanın dostları, Hakkın yanında olanlar, batılın yanında olanlar.
Kim olursa olsunlar İslam, ancak batılın yanında olanlarla cihad etmeyi meşru
kılar. İnsanlık tarihi, bu harplerden daha emin daha az kan dökülen başka
harp görmemiştir. Hicretin ikinci senesinde başlayıp dokuzuncu senesine kadar
devam eden bütün Gazve, Seriyye ve çatışmalarda ölenlerin sayısı 1018’I
geçmemektedir. 259 Müslüman şehit olmuş, 759 kafir ölmüştür. Ne var ki
1914-1918 yıllarında patlak veren Birinci Dünya Savaşında yaralanan
21.000.000 kişiden 7.000.000’u ölmüştür. Milletlerin Sömürgecilik ve pazar kurma yarışları: Sömürgecilikte bazı milletler ilerlemiş bazıları da
gerilemiştir. sonra bir başka devlet ortaya atılarak sömürgecilikte ilerleyen
devlete karşı rekabet yapmaya yeni pazarlar aramaya başlamıştır. Bu sefer
birinci devlet ikinciyi diskalifiye etmeye ihtiraslarını engellemeye
çalışmıştır. Bu devletler arasında çıkan harpler aç gözlülük ve ihtiras
harpleriydi. Nitekim Şekip Arslan’ın BM hakkındaki sözleri çok yerindedir.
“BM denilen teşkilat tıpkı susuz bir denize benzer. Bunlar ancak,
düşmanlıklara kanuni bir kılıf geçirmek için ve yapılan istilaları çeşitli
isimler altında dünyaya yutturmak için kurulmuştur.” Dr. Muhammet İkbal’de bu
gerçeği şöyle ifade eder.” “Hırsızlar ve kefen soygucuları teşkilatı kefen
taksiminde birleştiler.” İslam ile kapitalizm arasındaki fark:Ömer bin Abdülaziz bir defasında valisine “Yazıklar olsun
sana Hz. Muhammed (SAV) servet yığmak için değil, hidayet önderi olarak
gönderilmiştir. Bu temeller üzerine oturtulmuş bir hükümetin üzerinde durduğu
temel mesele Allah’ın niamı ve idaresi altındaki insanların ahlak eğitimidir.
Ahiret gününde halka yararlı olanları alıp zararlı olanları kaldırmak, mal
depo edip çeşitli vergiler toplamaktan daha önemlidir. Kapitalist düzede ise
hükümet kendi eliyle bir çok kötülükleri serbestleştirir. Faiz alıp vermeyi,
kumarı içkiyi gayri ahlaki birçok suçları mubah görür. İcatlar ve Keşifler Asrı Keşiflerin gayeleri ve İslam’ın görüşü: Bizim görüşümüze ve göre icat ve keşiflerin gayesi, zaaf ve
cehlin beşeri hayatta doğurduğu güçlük ve zorlukları yenmek, dünyada bulunan
tabiat kuvvetlerinden ve uçsuz bucaksız kainata serpiştirilen enerji
kaynaklarından ve hazinelerinden istifade edip bu kuvvetleri, yeryüzünde
büyüklük ve bozgunculuk taslamadan iyi yollarda kullanmaktadır. Avrupalılar
ise dini kendilerine haram kıldılar. Yaratılışlarının gayesini unuttular.
İnançlarına göre insan için zevk, maddi menfaat, yeryüzünde büyüklük
taslamak, yeryüzüne hakimiyet postunu serip halka tahakküm etmek, gelir
kaynaklarını ve hazineleri sömürmekten başka gayesi yoktur. Eğer modern keşif ve icatlar, iyi tanıyıp ona yönelen
kimseler tarafından kullanılsaydı insanlığa büyük yararları olurdu. Ne var ki
bugün zararı faydasını çoktan aşmıştır. Avrupa intihara gidiyor: Neticede
Avrupalılar iyilik ve doğruluk aşkını kaybedince, kalpleri bozuşup kokuşunca,
gayri meşru yollara sapınca, ilim ve icadlar onlara zarardan başka birşey
getirmedi. Nihayet Avrupa’nın ikinci Rönesansında Frenk topraklarına atılan
pis tohum, birkaç asır sonra uğursuz büyük bir ağaç haline geldi. Bu ağacın
meyveleri tatlı fakat zehirlidir. İSLAM DÜNYASININ KALKINMASI Hristiyan Avrupa ahlaki terbiyeyi, ruhi gıdayı inkar ederek,
icad ve keşiflerini hızlandırmış, ahlaki engelleri ve dini maniaları ortadan
kaldırıp müthiş bir kuvvete ulaşmasıyla zayıfları ezen, nesilleri mahveden
korkunç bir kuvvet haline geldi. Müslümanların hayat sahnesinden çekilmeleri,
dünyanın kumanda mevkiinden ayrılmaları, din ve dünya işlerindeki
aşırılıkları, kendilerine ve hemcinslerine karşı giriştikleri cinayetleri
sayesinde; Avrupa milletleri liderlik sandalyesine oturdu. Dünyada gördüğümüz siyasi çekişmeler ve çatışmalar liderlik
çatışması ve müşterek gayenin kumandanını tespit kavgasıdır. Komünist Rusya
Batı medeniyetinin olgunlaşmış bir meyvesinden başka bir şey değildir. Ancak,
Rusya; Avrupa’nın bazen gösterdiği, bazen sakladığı nifak ve yalancılık
perdesini yırttı. Doğu toplumlarına gelince Avrupa’nın medeni ve siyasi
gayelerine doğru yürümektedirler. Ahlakta ve içtimai davranışlarında onları
taklit etmektedirler. İslam milletleri din ve ahlak yönünden tamamen iflas
ettiler. Kalplerine mal ve madde sevgisi oturdu. Egoizm ve ihtiras şeytanının
eline düştüler. İdarecilerle tüccarlar meydana çıkmış iki rakip gibi biri
diğerini alt edip, yok etmek için çırpınır duruma geldi. Din adamları ve
ıslahatçılar, bu millete yeni bir hayat üflemek ve onlara fazilet, güven ve
iktisat ruhu aşılamak için çırpındılarsa da, bir türlü başaramadılar. Ve
sonra halkı kendi hallerine bırakıp sonlarının gelmesini beklediler. Dünyadaki buhranların çözüm yolu: Dünya liderliğini ve hayat rotasını iğrenç emellere alet
eden günahkar ellerden alıp, temiz ve becerikli ellere teslim etmektir. En
geniş anlamıyla idarenin Amerika, Avrupa ve bunların peşinden giden Asya
devletlerinden Efendimizin gerçek diniyle ve ebedi risaletiyle idare ettiği
İslam alemine geçirmekle mümkündür. Ne acıdır ki; İslam ordusunun kumandanı olmaktansa, cahiliye
sürüsünün parasız çobanı olmaya razı oldular. İslam ülkelerine göz gezdirecek
olursanız, Avrupa materyalizminin birçok motifini rahatça görebilirsiniz.
Buna rağmen Garp milliyetçiliğiyle yarışan yeryüzünün yegane kuvvet dengesi
İslam milletleridir. Dr.İkbal bunu İblis Parlementosu kasidesinde
şeytanın diliyle dile getirir. Ruhi Hazırlık: Bugün İslam
alemi nizamını ancak, hayata gereğinden fazla değer vermemekle, cennet
aşkıyla, şahadet şevkiyle, Allah yolunda uğradığı eziyetlere sabır ve metanet
göstermekle kurabilir ve muzaffer olabilir. Kur’an-ı Kerim ve Hz.Muhammed (sav) hayatı zalim nizamlara
meydan okuyan, cihad aşkıyla dolup taşan, genç ve dinamik bir millet
oluşturacak iki kuvvetdir. Teknik ve Harp Hazırlığı:
Eğer İslam dünyası risalet vazifesini deruhte edip, dünya liderliğini ele
geğirmek istiyorsa, üstün bir güce sahip olması, harp tekniği, ticaret,
zanaat ve ilimlerde tamamen hazırlıklı bulunması, temel ihtiyaçlarında Avrupa
ya el açmaması gerekir. İlim ve Araştırmalarda Lider Olmak: Müsteşrikler tetkik ve etütlerde, telifat ve tenkitlerde en
salahiyetli mürşidler ve yöneticiler durumuna geldiler. İçinde bulunduğumuz
nesilde Garp medeniyeti ve onun felsefesini reddedip ve onun oturduğu
temelleri itimada şayan, doyurucu ve ilmi gerçeklere dayandırarak izah edecek
mütefekkirler azaldı. Modern İlme Yön Vermek:
Kitap ve sünnetin esasları ve dinin değişmeyen hakikatları ile çağın pozitif
ilimlerini bir araya toplayan bir eğitim sistemi kurulmalıdır. İslam aleminin kalkınması, İslam’ı pratik hayata aktarıp
dünyayı her an yok olmakla karşı karşıya bırakan tehlikelerden kurtarması,
ancak ruhi, sınai, savunma hazırlığı ve müstakil eğitim sistemiyle mümkündür.
Liderlik; ciddiyet, gayret ve köklü hazırlık ister. Arap Dünyasının Liderliği: Hz.Muhammed (sav) Arap Dünyasının ruhudur: Efendimiz (sav) Arap alemini sapıklık ve cehalet
bataklıklarına düşmüş iken varlık sahasına çıkardı. Araplar, Roma ve İran
devletleri ile karşı karşıya gelip vuruşacakları rüyalarında bile görmüyorlardı.
Arap dünyasının mühim bir parçası olan Suriye Romanın despotik idaresi
altında sömürge durumundaydı. Irak zorba bir devletin şamar oğlanı
durumundaydı. Mısır ise; Romalılar tarafından hem sağılan hemde binilen bir
deve durumundaydı. Hz.Muhammed (sav) olmasaydı; başka bir deyişle O’nun
risaleti ve dini olmasaydı; ne Suriye ne Irak ne Mısır ve ne de Arap olurdu. Arap Dünyasının Kuvveti İmandır: Arap dünyası ne siyonizmle ne komünizmle ve ne de başka bir
düşmanla İngiltere’nin göndereceği veya Amerikanın bağışlayacağı yahut da
petrolün karşılığı olarak vereceği paralarla savaşamaz. Ancak imanla, manevi
kuvvetle Roma ve İran’a bir saat gibi kısa bir süre içinde yerlebir eden
ruhla savaşabilir. Dünya ancak ve ancak Müslüman gençlerin kuracakları cihad ve
meşakkat köprüsünden geçmekle saadete ulaşabilecektir. Orduya Gereken Önem Verilmelidir: Arapların birçok askeri hususiyetlerini kaybetmiş olmaları
acı bir gerçektir. Bedenler zayıfladı, insanlar zevk-ü sefaya daldı, yağız
atlar yerlerini otomobillere bıraktı. Hz.Ömer bazı Arap valilerine şu
talimatı göndermiştir: Zevk ve sefadan ve acem kıyafetlerine özenmekten
kaçınınız. Size güneşi tavsiye ediyoruz. Çünkü güneş Arapların banyosudur.
Yalçın kayalar gibi olunuz. Sade şeyler giyiniz ve normal yiyiniz. Güçlükler
karşısında çelik gibi olunuz. Biniciliğe büyük önem veriniz. Milleti Şuurlandırmak: Esefle
kaydedelim ki; gerek Müslüman milletlerin ve gerekse Arap ülkelerinin
ferasetleri zayıftır, dostlarını düşmanlarını bilmiyorlar, bazen
düşmanlarına, gerçek dostlarına gösterdikleri ilgiden daha fazla ilgi
gösteriyor bazen de dostlarıyla sonu gelmez çekişme ve ihtilaflara düşerek
düşmanlarını güldürüyorlar. Takip edilecek ve böylece birçok
felaketlerden ve hastalıklardan korunulabilecek en büyük hareket şekli gerek
halkı ve gerekse zümreleri uyarıp şuurlandırarak medeni, akli ve siyasi
eğitimden geçirmektir. Arapların Ticari ve Mali İstiklali: Arap dünyası hiçbir zaman Avrupa ile savaşamaz. Çünkü Arap alemi Garba borçludur. Avrupa ile olan anlaşmalarını Avrupa yapısı olan kalemlerle imzalamaktadır. Avrupa ile çatışmaya kalkışsa gene Avrupa’nın mermilerini kullanacaktır. Arap dünyasının kendi işini kendi görmesi, makine ve aletlerini kendi eliyle imal etmesi, devletin işlerini maharet ve güvenle yerine getirecek adamları yetiştirmesi gerekir. |