|
İNSANIN
ESİRLİĞİ HAZZIN ANLAMI İrade, kendi hürriyetini kazanmadan önce hatta onu kazanmak
üzere esir bulunmaktadır. Tam olarak kendini istemeden önce esirliği
istemektedir. Bize göre esirlik, iradenin özel nesneye bağlanması anlamına
gelmektedir. O böylece tatmin olacak ve bizzat bu tatminle yok olacaktır. Hayat hareketi mümkün kılan maddedir. Haz hayatın bir tamiri
olarak kabul edilmelidir. Bu anlamda meşrudur, hatta zaruridir. Fakat hazzı
hareketin gayesi yapmak, harekete sonsuza doğru hür bir gelişim hızı vermek
yerine onu daha başladığı noktada durdurmak demektir. Bu hareketin bizzat
kendi kaynağında yok edilmesi olacaktır. Zevk, hayattan çıkar, hayata yaptığı
bu katkıyla varlıkta bir zavallılık, bir güçsüzlük haline gelir; bu insanın
zaafıdır. Her tatminin arkasında bir pişmanlık gelir. Haz, gerçek bir şekilde
istenmiş değildir, o daha çok bir istek noksanlığına tekabül eder. DAYANIŞMA Dayanışma insanın kendi başına yaşayamayacağı için
kaçamadığı bir kaderdir. İki şekilde olur. Birinci safhada insan yaşamak için
başkaları ile dayanışmayı hareket gayesiyle kabul eder. Bu pasif boyun eğilen
ve razı olunan bir dayanışmadır. İkindicisinde ise insan başkaları için yeni
güçlerle yeni dayanaklar meydana getirmek suretiyle dayanışmayı yaratır.
İnsan esir doğar kendi hareketini yaratmak suretiyle hürriyetini kazanır. Dayanışmanın iki önemli sonucu vardır. O, bir taraftan
ferdin hürriyetine tecavüz eder, diğer taraftan da asalak yaşamaya zemin
hazırlar. Dayanışmacı hareket, ancak menfaat dışı iradelere bağlandığı
takdirde verimlidir. HAKİMİYET Hakimiyet dayanışmanın devamı ve zorunlu tamamlayıcısıdır.
Dayanışmacı hareketin mümkün olabilmesi için ferdi iradelerin birbirlerine
yaklaşması belli bir tarzda birleşmesi fertlerin kendi özlemlerinde uyum
sağlamaları gerekir. Fert hürriyetinin hiçbir hükümet şeklinde hatta
demokraside bile korunması mümkün değildir. SORUMLULUK İDEALİ İnsandaki hareket etme sorumluluğu insan tabiatında ve
dayanışmada mevcut olan esirlikten ve hakimiyetten doğar. İnsanın sorumluluğu
her hareketten sonra biraz daha büyüyen kendi iradesine bir dönüştür.
Sorumluluğun ideal vasfı ahlakçılar tarafından açık bir şekilde
incelenmemiştir. Ahlaki doktrinler insanın şu veya bu şekilde hareket etmekte
veya etmemekte hür olduğunu öne sürerler. Madem ki insan hareketinin
getirebileceği kötü sonuçları önceden tahmin edebilmektedir öyleyse
cezalandırılmaya müstahaktır. Ahlaki denilebilecek bir sorumluluk kendi
gerçeğini bizzat bu gerçeği yaşayanın vicdanında bulmalıdır. Onun hakkında
başkaları tarafından verebilecek bir hükmün sonucu olmamalıdır. SORUMLULUK ŞUURUNUN TAHLİLİ Sorumluluk İradesi Hareketin sebebi, hareketin kendisindedir; fakat bu
kendiliğinden oluş değildir, aksine bu bizde bir zorunluluktur. Ve bizden
kaynaklanmak suretiyle hareketi zorunlu kılan da odur. Böylece bize göre
sorumluluk kendiliğinden oluşa indirgemeyen sebeplilik bağı sayesinde ancak
anlaşılabilir ev gerçek olur. Evrensel nizamı hedef almak suretiyle
medeniyetlerin olduğu kadar vicdanların da koruyucusu haline gelen bir
sorumluluk iradesi vardır. Adalet Ve Merhamet Adalet, eşitlik ve karşılıklı olma ilkesine dayanır. bu
ilkede dayanışmadan doğar. Dayanışmayı meydana getiren sözleşmeye göre
şartlar bütün fertler için aynıdır. Böyle olunca adalet, sadece sosyal nizamı
güvenlik altına alma endişesi taşıyan ve üzerinde uzlaşma sağlanmış olan bu
sözleşmeye uymayı ifade etmektedir. Kanun adaleti sadece dağıtır. Katı ve şekli bir adaletin ötesinde ve üstünde onu kuran,
hatta aşan bir sorumluluk iradesinin hareketi vardır. Merhamet, sorumluluğun hazırlayıcı, kısmi, devamlı olmayan
ve az çok pasif olan şekildir. Devletin gerçek var oluş sebebi sadece adaleti
yerine getirmek değildir. Devletin merhamet ve en geniş şekliyle sorumluluğu
yaratması gerekir. Bunu uygulayan sistem mutlakıyet ve oligarşidir. Taklit ve İnanç Düşünce insan hareketinin bir devamıdır. O, hareketten, hem
de ondan ayrılmaksızın doğmaktadır. Aslında insanın hareketi düşünülmüş olmadan
önce ve ayrıca düşünülmüş olmaksızın zekidir. Hareketin bir düşüncesi olduğu gibi, düşüncenin de bir
hareketi vardır. Bu hareket bir nevi objenin, suje tarafından kendisine mal
edilmesi ve onun tarafından özümlenmesiyle kesin bir şekle ulaşacaktır. bu
inanç diyebileceğimiz hakiki gerçek bilgidir. İnanç taklit yoluyla yayılır. İNANCIN HAZIRLAYICI ŞEKİLLERİ Düşünce iki şekilde inanca hazırlar. birinci basamakta
düşünce objede zihnin özümlemesini ifade eder. İkinci basamak, suje ile
objenin birbirinden ayrılmasına tekabül eder. Sezgili Düşünce İzlenim ve duyum: İzlenim, eşyanın görüntüsünün beynimize
yansımasıdır. Duyum: Duygulanma halinden düşünme faaliyetine geçiştir. Sanat ve sezgi: Sanatkar bir bakıma, sıradan hassasiyete
sahip insana yabancı duyumlarla oynar, hiçbir menfaat fikri, duyumların
mutlak saflığı ile bağdaşmaz, hakiki sanat kesinlikle menfaat dışıdır. Sezgi, tabiattaki eşyanın çokluğu içerisinde hakiki bir iman
haline gelmek üzere inanca ulaşacaktır. İnanç ve bilgi. İnsanların inançlarının olması için
sezgilerinin, yani arıtılmış duyumlarının olması gerekir. O varlıkların
benlikteki özümsemesi varlıklara benlik tarafından sahip olma, o, ‘birlikte
bile ayrılıktır’ inanç, somut ve birleştiricidir. Passal’a göre üç çeşit inanma yolu vardır. akıl, alışkanlık
ve ilham. Akıl ile ilgili, ‘insanı büyük yapan düşüncesidir.’ der.
‘Biz hakikati sadece akıl yoluyla değil, aynı zamanda kalp yoluyla da
tanırız.’ İnanmanın ikinci yolu olan alışkanlık, onun nezdinde
ibadettir. inanmanın üçüncü yolu olan ilham, tabiat üstü lütuftur. Kant, inancı bilginin üstüne ve ayrı bir alana, ahlaki
hakikatler alanına yerleştirir Kant’ta pratik akıl bir bilgi olarak değil bir
vazife olarak konulur. Fichte’de ‘İnanç bilginin bütün alanlarına hakimdir. Fakat
kaynağı itibariyle o ahlaki hakikatler aleminden doğmaktadır.’ tezini
savunur. Hamilton’da inanç, ‘aklın ilk şartı’ olmaktadır.’ İnanç
temeli oluşturduğu bilgiden önce gelen bir kanaattır. GERÇEK BİLGİ OLARAK İNANÇ İnanç benliğin, eşyanın hayatına alelade bir katılması
değil, o bizzat eşyaya sahip olmaktır, eşyanın hayatının benlikte, yani
insanda olmasıdır. İnancın Taklidi Eğer inanç iletilebilir olmasaydı ve doğduğu fertte ebediyen
kapalı kalsaydı ne insan toplumu olurdu ne de medeniyet. Taklit, ruh dünyasına bir mucize gibi girer; toplumu ve
medeniyeti o yaratır. Aynı zamanda insanın evrensel olmasını, iradesini
ruhlarda ebediyete kadar devam ettirebilmesini sağlar. İnancın evrensel
yaygınlığı ancak taklit yoluyla mümkündür. Mistik İman iman, Her şeyden önce insandaki bir inancın devamı ve
uzantısı demektir. Bir inancın iman olabilmesi için, insan ruhunda süreklilik
kazanması ve hayatına da hakim olması gerekir. İman niçin mistik bir özellik arz eder? İman bir kendi kendini tanımayı gerektirir. İkincisi, onun aklın ulaşılmış sınırlarını aşması bundan da
öte, bizzat aklı bir manevranın eşiğine kadar götürmesi, düşünen aklın
ışığını gölgeleyen ve boğan çok büyük bir iç aydınlanma sağlamayı
başarmasıdır. Estetik İman Burada Her şeyden önce gösterilmek istenen şey, sanatın
üstün faaliyetinde bir iman olduğu ve sanatkarın çoğunlukla farkında olmadan
mistik bir hayatı hedeflediğidir. Her sanat faaliyeti, dünyadaki şekillere,
din dışı şeylere bir çeşit tapınmadır. Sanatkar bu din dışı şeylerden geçerek
sözünü ettiğimiz mistik imana varır. İrade kendi başına eksik kusurlu ve
gayri samimidir o önce kainatı ister, bir sıçrayışta onu aşarak kendini
tamamlayacak olan tabiat üstünü ister. İrade, varlığın nesnesinde her yerde
kendini tamamlayabilecek olan yegane şeyi arayacaktır. O zaman tam bir
yanılgı sonucu sanki, o konu kendini mükemmel olmayan durumdan kurtarabilecek
tek konu imiş gibi, herhangi bir konuya sarılacaktır. Bu kurtarıcı vehimden,
insanın bütün iradi kuvvetiyle kendinden başkasına sığınması demek olan aşk doğar. Mikel-Anj, ‘Karanlıkların çocuğu’ olarak kendisini tarif
ediyor. yine ‘hiçbir düşüncem yoktur ki, üzerime olum kazınmış olmasın’ der
ve devamında ‘her şey gölgenin kucağında huzur bulur. yalnız başına,
geceleyin beni ızdırap ayakta tutar. toprağa uzanmış olarak kendimi yer
bitiririm.’ Onda aşk var olan gerçekliğin her zaman gözüken yüzüdür, ölüm ise
öteki yüzüdür. Sanatkar ve Mistik Çilekeşe Benzerliği Çile çekmek (riyazet) bir usuldür, bir mücadeledir. İnsan
ikiliği içerisinde inançsız çile çekmek olmaz. burada bedeni hayat ile ruhi
hayat ikiliği vardır. Çile çekme, ruhun, mistiğin bu yolda yürüyüşüne engel
teşkil eden bütün bedeni ve iradi güçleri yıkarak ilahi varlıkla
birleşmesinin yoludur. Mikelanj ile çile ehlinin faaliyeti arasında derin bir benzerlik
olduğunu söyleyebiliriz. ‘Genç yaşta pek çok hastalıktan muzdaripti. Fakat
hiçbir doktorundan kendisini tedavi etmesini istemiyordu. bu çileye hazırlık,
onda daha sonra bizzat kendinden nefrete kadar vardı. Ölmek istiyordu fakat,
ölememektedir. onda daha fazla ızdırap çekmek için her gün yeniden doğan
korkunç bir yaşama gücü vardır. Hareketten kopmak ona yasaktı. İradenin, aşk
ve ölüm arasındaki bu gidiş gelişini işaret etmiş bulunmaktayız. Rodin ‘onun
yaptığı bütün heykeller, öyle bir sıkıntının eseridir ki, sanki kendi
kendilerini yok etmek isterler. bütün heykelleri içlerinde barınan
ümitsizliğin çok kesif baskınına boyun eğecekmiş gibi gözükürler. Vecd fenomeni. mistik vecde olduğu gibi sanatkarın vecdinde
de her türlü arzuya karşı bir kayıtsızlık vardır. Beethoven gibi sanatkarda
da gözlenmiş olan harfiyyen dış dünyaya ve kendi kendine kayıtsızlığa
uymaktadır. Romaın Rolland bu durumu. ‘Birden sokak ortasında, bir gezintinin
veya konuşmanın yarı yerinde ani bir fikir aklına geldiğinde ‘kendinden taşıyor’
kendi hamiyetinden çıkıyor, o fikre ait hale geliyor, o fikri tamamiyle ele
geçirinceye kadar onu bırakmıyor. Hiçbir şey onu oyalayamaz oluyor.
Beethoven’in kendisi bu bitmez tükenmez kovalamacayı sayıklama biçiminde
şöyle tasavvur ediyor. ‘Peşinden gidiyorum, sıkıştırıyorum, kaçtığını ve kaynaşan
kalabalıkta kaybolduğunu görüyorum. Yeni ihtirasla tekrar yakalıyorum, bir
daha ondan ayrılmıyorum. Bir vecd spazmı içinde onu her makama uygun olarak
çoğaltmam gerekiyor.’ Mistikliğin iki dünyası arasındaki fark şudur: Evvela,
sanatkarın imanı görünüşü itibariyle, çokluğa, eksik olana, yetersiz olana
bir iman, tabiri caizse bir sahteye imandır. Oysa çile ehlinin imanı bir
olana iradelerinin yöneldiği yegane iradeye imandır. İkinci olarak, din mistiği bir metot uygular ve gayesine
ulaşmak için şuurunu ve iradi hareketini ortaya koyar. sanatkar kendi
açısından kendi mistikliğine ancak kendisinin de bilemediği bir saikin
itmesiyle varır. BİLGİLERİMİZİN UZANTISI OLARAK DİNİ İMAN Bir olana iman, inançlarımızın gerçek ve yaşanmış
bilgilerimizin uzantısından doğar. Hakiki bilgilerimizin imanın birliğine
yaklaşma temayülü tabii inançlarımızın tabiat üstü alemde tamamlanmasının
uyarıcı sebebi, iradenin kendi kendine yetmeyip Allahsız insanın bizzat
kendisine karşı samimiyetsiz olmasıdır. İrade var etmek için kendi içinde
kendi vasıtasıyla kendine rağmen isteyen yegane iradeyi araştırmak ihtiyacı
duyuyor. İSLAM’DA MİSTİK EĞİLİM İslam mistiği, Kur’andan doğmuştur. Kur’an ilahi hikmete
ulaşmak için mümine az uyumasını, dua etmesini telkin etmekte tek kelime zühd
hayatı yaşamasını emretmektedir. Gandhi’de hür hareketini engelleyen nefsine yine hür
hareketin yeryüzünde yayılmasını engelleyen füç ve kuvvetlere karşı savaşını
yöneltmiş olan bir Hz. Muhammet’in idealine gerçekten yaklaşmaktadır. İmandan İsyana İradeyi imanın Mutlak Bir’de araştırılmasına iten şey, onun
olaylar dünyasındaki kendi kendine yetersizliğidir. İrade, Allah’ı istemeden önce ve henüz O’nu arzu etmeksizin
herşeyi tabiatta aramayı denedi. Kendi haraketi kendi yetersizliğini sonsuz
derecede arttırdı. Anadolu bir yıllık tarihinden beri, ‘sadece sınıflarda değil
hem de devlet merkezinde ve aynı zamanda da kendi kalplerinin derinliğinde
kutsal cihad ilan ederek ‘cemaatin selameti için kendini feda eden kahramanlardan
ve şehitlerden mahrum kalmadı. Kendi mistiklik geleneğine yeniden sarılacak
olan Anadolu çocukları, hem kendi nefislerinin zorbalığına hem de despotların
zulmüne karşı her zaman kutsal cihad ilan edecekler ve kendi dar ağaçları
önünde cesaret ve gururla cihadlarının tam anlamıyla şuurunda olarak: Ben
hakikatim (enel-hak) diyebilecektir. Stirner’in Anarşizmi Stirner, ferdi varlığın bencilliğini dışarıdan gelerek onu
kısıtlamaya çalışan herşeyin karşısına koyar. Tabiata ve topluma, devlete ve insanlığa,
ahlaka ve dine isyan eder. Bunlar birer hayalettir ve hiçbir sınırlamayı
kabul etmeyen yegane benliğin onu engelleyecek olan herşeyi ortadan kaldırmak
gerekir. İsyancı Rousseau Rousseau, ‘Bana bizzat kendim için sevecek birisi lazım’
ister istemez bu iman iradesi, herkesin aynı derecede belirlenmiş ve güçsüz
olduğu tabiat düzeninde bir çıkmaza ulaşacaktır. Rousseau’nun son anda hayat
tecrübesi onu, içerisinde kendisini tabiat gereği huzursuz, küçülmüş,
samimiyetsiz, bizzat kendisinden uzaklaşmış, hasılı tuhaf ve sefil hissettiği
insan toplumundan uzaklaştırmıştır. O kendisini öyle tanıyordu ki, diğer insanlar gibi doğmamış
olduğunun da farkındaydı. Bunu defalarca ifade etti; ‘Kalbimi duyuyor ve
insanları tanıyorum. Gördüğüm insanların hiçbirisi gibi yaratılmamışım;
mevcutların hiçbiri gibi yaratılmadığıma cüret ediyorum. Daha değerli
değilsem de en azından farklıyım.’ Rousseau’nun isyanı, bizzat kendisiyle mücadele ihtiyacı
duyan ferdiyetçiliği içerisinde sonuçsuz kalmıştır; bu isyan hedefine ulaşamamıştır.
Bize göre Rousseau hareket adamı olsaydı, isyanın kaynağı tabiat-üstü bir
alemin hareketine karşı bir uysallık olacaktı. Schopenhauer’in İsyanı Schopenhauer’in isyanı bizzat varoluşu hedef almıştır. Ona
göre varolmak, kötülüğü istemektir. Bu köklü kötülükten kurtulmak için
varlığı inkar etmek gerekir. Mademki dünya bu kadar kötüdür en iyisi
varolmamaktır. Bu varolmama eğilimi insanda kendi iradesinin başvuracağı son
şeydir. İNSANDA ALLAH’IN İSYANI (Ben Hakikatim-Ene’l Hakk’ın Manası) Daha önce de söylediğimiz gibi, kendisi hakkında bilgi
insanın kendi hareketindeki yetersizliğini ihtiva ederken, Uluhiyet
hakkındaki bilgi ise kendi kaderini yapabilecek yegane güç hakkındaki
düşüncedir. Böyle olunca isyan, söz konusu yetersizliğin bu kurtarıcı güce
çağrısı olacaktır. Hallac’ın mistikliğinin gayesi, Allah’ın iradesine boyun
eğmek için, bencil ve hoyrat benliğin isteklerine karşı tam bir ilgisizliği
gerçekleştirmektedir. Bu şekilde insan, beşeriyetini aşarak tabiat-üstü bir
varlığı isterken aslında kendi kendisini istemiş olmaktadır. İsyandaki anarşizm, insanda evrensel bir sorumluluk haline
gelen merhamet ile kendi mukadderatına tek başına hakim olan Yegane varlıktan
medet uman imanın sesinden başka bir şey değildir. Ene’l-Hakkın Manası Yetersizliğin şuuruna varan mistiğin iç müdahalesinin gayesi, bu insani yetersizliği İlahi şuur ve hareket mükemmelliğinde yol demektir; bu bir ölçüde Tanrılaşmak bir anlıkta olsa adeta Allah’ın varlığında kaybolmaktır. İşte böylece Hallac, bütün beşeri yetersizliklere karşı isyan etmek suretiyle uluhiyete ererek bu varlıkla birleşmeyi gerçekleştirecek ve ‘Ben Hakikat’im veya Ene’l Hakk’ diyebilecektir. Mistiğin hareketi yegane varlığa doğru bir yükseliştir,’ vecd ehlinin isteği Yegane Varlıktır, büyük Yalnızdır.’ Mistik, bir defa bile olsun bu noktaya ulaşıp orada ebediyyen kalamayacaktır. Bütün hayatı boyunca bunu arayacak bu arayışı kendi iradesi haline getirecek, bu mutlak irade içerisinde kaybolacaktır. Belki de Hallac’ın ‘herkesin selameti için lanetlenmiş olarak ölme yolundaki şaşırtıcı arzusu böyle açıklanabilir. |