|
İNSANI
KİTABA ÇAĞIRMAK Yazar : Nihat DAĞLI Yayınevi : Kaynak Baskı : İstanbul / 1996 / 146 shf. KİTAP YÜZLÜ GELECEK "Genelde dünya, özelde bizim coğrafya, bir değişim ve
gelişimin sancısını çekiyor. İçinde bulunduğumuz sıkıntılar, yaşadığımız
problemler, insanları bir arayışa götürüyor." Yabancılaşma ve kültürsüzleşme insan merkezli bir uyanışla
aşılacaktır. O halde ifa edilmesi gerekli hizmetlerin başında yeni bir
insanın inşası gelmektedir. Yeni insan kendi gerçeğine, özüne, yaratılışına
kapalı olmayan insandır. Kalp-kafa birlikteliği içerisinde fıtratına uyanan
insandır. Bu insan, bilginin yanında yer alır, kitabın sıcaklığına koşar,
medeniyetinin ışığında şahsiyetini oluşturur. Ülkemizin dünya ölçeğinde söz alabilmesi bu yeni insanla
mümkün olacaktır. Kitaba uzak toplum fikirsiz toplumdur. Fikirsiz toplum ise
toplum değildir, sadece yığındır. Biz böyle bir toplum olamayız. "Okumuyorsak ihanet
içindeyiz demektir. Kendimiz boşlukta bocalarken, başkalarına nasıl itminan
üfleyebiliriz ve menfi akımlardan nesilleri nasıl kurtarabiliriz. Halbuki bu
bizim hayatımızın gayesi ve ilk vazifemizdir. Öyleyse, İslam'ın ilk
emri"oku" herkesten evvel, icabete en muhtaç bizleriz..."(M.
Fethullah Gülen) İNSANI KİTABA ÇAĞIRMAK Yazarımız kitaba karşı apayrı bir yakınlık duyuyor. Kitaptan
bahsederken hep hasret ve hicran terennüm ediyor. Onun ecdadımız nezdindeki
yeri ile, bugünkü konumunu sorguluyor. ona göre "Kitap tarihi-mizin ve
medeniyetimizin her sahifesinde, ışıltısını gördüğümüz bir değer"'di.
Bugün ise"yüz bulamayan aşıkları oynuyor." "Kitabın yeşerttiği güzelliği" bugüne
taşıyamamanın sebebi ise "tarihin kırılmaya uğradığı dönemin yükselen
değerleri laiklik ve modernitenin kitabi bir medeniyet inşa eden İslam'ı düşmüş
gören yaklaşımlarında aranmalıdır. Bunun sonucu"bilmeyen bilmediği için
de düşünemeyen; bu sebeple düşünmenin getireceği müsbet neticelerden uzak bir
toplum modeli ortaya çıktı." Bu şartlarda yetişen insanlar kendilerini yarınlara
taşıyamayacak hale geldiler. Artık kitap ve yazar hiç ilgi görmezken, kütüphaneler ağ
bağlamışken, stadlar dolup taşıyor. Ancak; bu insan modeli toplumunu bir adım
bile ileriye taşıyamıyor. Bundan kurtulmanın çaresi ise insanın kitaba dönüşünün
sağlanmasında saklıdır. Fakat bu çıkılması çok bir zirve. Çünkü yükselen
değerler yelpazesinde kitabın yeri yok. Toplum basit, kof, içi boş davranış
biçimlerinin etkisinde. Güzelin terk edildiği, eksilerin yükseldiği bir
devirde insanı kendi olmaya, kitabın aydınlattığı pozitif yelpazeye çağırmak
misyonun en mübecceli ve unutulmazıdır. Kitabın bizi çağırdığı iklim "yabancı olmadığımız,
ancak yabancılaş-tırıldığımız" bir iklimdir. Kitaba olan bu çağrıyla, babalarımızın kucağında ilk
duyduğumuz kitabi sesin ışıltısını yüklenmiş kültür coğrafyasının içine
girmiş olacağız." Bir zaman sonra kitap artık hayatı şekillendirecek ve
çocuklar onun rahle-i tedrisinde yetişecek. Yazarımız okuyucuları, insanlara kitabın kurtarıcı soluğunu
oluşturmaya çalışan hizmetlere katılmaya, o kurtarıcı ipe tutunmaya ve onu
başkalarına da ulaştırmaya çağırıyor. KİTABIN ÇAĞRISI "İnsanın sevdası kitaptır. Kitabi olmayan bir hayat ve
kitap eksenli bir hayata sahip olmayan insan, toprağa düşmemiş tohum gibidir.
O da kendi halinde çürümeye mahkum olur." Kitapların ikliminden uzaklaşan dünya, ifrit düşüncelerin
kucağında cehennemi bir çizgide yol alır. Tıpkı bugünkü dünya gibi." Kitap, pak bir iklimin çağrısıyla insanların kapısını çalar.
İnsanların ellerinden tutup onları huzur ülkesine kanatlandırır. İslam Medeniyeti "Kitabi bir medeniyettir."
İlhamını ve manasını "Kitap"tan alır. Buna birkaç misal: Halife 2. El Hakem'in kütüphanesindeki kitap sayısı
altıyüzbin sırala-rındayken o tarihten dörtyüz sene sonra 5. Charles, Fransız
krallık kütüphanesinde dokuzyüzden fazla eser toplayamamıştır. (İsmail Hami
Danişment, İslam Medeniyeti, İst. 1982, S.16) "X. yy.'da İbn-i Abbas gibi hükümdarların
kütüphanelerindeki kitaplar Avrupa'da bütün kütüphanelerde bulunanların
toplamından daha fazla idi. Camilerin ekserisinin kütüphanesi olduğu gibi,
bazı şehirlerde umumi kütüphaneler de vardı. Mesela Moğollar, Bağdadı
zaptettikleri zaman şehirde otuzaltı kütüphane bulunuyordu."(Will
Durant, İslam Medeniyeti, İst. S. 89) Günümüzde bu medeniyetten uzaklaşılmasının sebebi ise
milletimizin, milletleri sinsi sinsi yiyip bitiren, "Geçmişe kuru
övgüler gönderip, fakat geçmişin kendisine yüklediği mesuliyete sırt
dönme"(Ahmet Turan Alkan) hastalığına yakalanmış olmasıdır. Bugünkü dünyanın huzursuzluklarını aşması insanların
"Ebed Eksenli" kitabın çağrısıyla diyalog kurmasına bağlı. Kitabın dünyasından yayılan berrak ses insanların
gönüllerine ulamalı ki, insanlar kitap la el ele tutuşup insanlık burcuna
çıkabilsinler. Gelin insanlar kitabın çağrısına evet deyin. Kitapla
aranızdaki engelleri kaldırın. Göreceksiniz onun sıcaklığı sizi de saracak. Kitapların dünyasında dolaşmaya, onlarla yakınlık kurmaya
başladığınız zaman onun ışıkları hayatınızı aydınlatacaktır. "Kitabın çağrısı yankılanacaktır vaktin bağrında.
Kitabın rahlesinde sabırla oturmuş çocuk olacaktır vakit. Böylelikle vakit
insanı harcamayacak, kesip biçmeyecek, doktorun elindeki neşter olacak ve
ebediyeti devşirecektir." ZELZELE-İ VİCDAN Zamanda cereyan eden hadiseler birer dil olup bin bir manayı
dillendirirler. Zamanı değerlendirmek ve aşmak onun dilini çözmeye bağlı. İçindeki şiiri ve şairi kaybedenler hadiselerin dilini
çözemezler. Rehberi kuru bir akıl olanların kolu kanadı kırıktır. Çünkü kalb
ve vicdan ile irtibat kurmuş salim bir dimağın ve yüksek bir ruhun basiret
ufkuyla, zamana ve hadiselere yenilmekten kurt ulunabilir. Şair bu çizginin kahramanıdır. Toplum için hassas bir alıcı
ve uyarıcıdır. Onun hassas donanımı hadiseleri önceden hisseder. Müsbet-menfi herşey vicdanlarında ses bulur. Bu nedenle Rıza
Tevfik şiiri "zelzele-i vicdan" diye tanımlar. Yazarımız ise
"ürperme çizgisindeki kalp ve vicdanlara ait terennümlerin
müşahhaslaşması" şeklinde yorumlar. Şairi de "müşahhaslaştıran
şahıs" olarak görüyor. Şair kendini kelimelere boşaltır. Şiir olan cümleler
şairlerini yüklenip sefere çıkarlar. Vicdanlardaki ve kalplerdeki zelzele ve
ürperiş milletlerin bünyesine sıçrayarak hastalıklara yenik düşmüş,
milletleri ayağa kaldırırlar. "Şair felakete uğrayan milletini ayağa kaldırmak için
başını yükselten, toplum minberine çıkan kahramandır. Umutlandırandır,
muştular saçandır.(Sezai Karakoç) Bu sebeple şairi olmayan milletler hastalıkları önceden
hissetmezler. Şiire ve şaire sahip bir coğrafyayız. Bu da O'nun lütfu ve
ihsanı, O'nun meşietiyle yaşıyoruz. Çünkü bu topraklar az bedire atlatmadı.
Fakat; vicdan ve kalplerini Allah'a mülk yapan yüksek ruhların himmet ve
duaları birer fiili duaya inkilab ediyor ve bunun neticesinde bereket ve
rahmet devam edebiliyor. YAZAR VE HAYATIN ZARURETLERİ Yazar hayatın zaruretlerinin,yani derd-i maişetin yazarın
hayatı üzerindeki etkilerin ve onun kabiliyetlerini körelttiğini Tarık
Buğra'dan bir anekdotla anlatıyor. Ancak herşeye rağmen yazarın yılmaması gerektiğinden bahisle
Cemil Meriç'in, Bediüzzaman Hazretlerinin çektiği çileleri bazı misallerle
aktarıyor. Devamında yazarın tek vefalı dostu kitaplara sığınmanın, onların
sıcaklığında ısınmanın ve onları karşı sevdanın devam etmesini tek yol olarak
ifade ediyor. YAŞAMAK BU DEĞİL Yazar bu başlık altında Sait Faik Abasıyanık'ın yaşamı
tarifinden yola çıkarak yaşamının sadece dünyaya ait olan, bedeni bir hayat
yaşamak olmadığını anlatıyor. Yine bu tür bir hayat anlayışını modernizmin bir sonucu olarak görüyor. Onları batıcı bir anlayışın, kendi özünden uzaklaşmışlığın cenderesinde kalarak bu hayata mecburen yaşamak zorunda olduklarını anlatıyor. |