|
İDEOLOGYA
ÖRGÜSÜ Yazar : Necip Fazıl KISAKÜREK Yayınevi : Büyük Doğu Yayınları Baskı : İstanbul / 1994 / 522 ADIMIZ DAVAMIZ MANAMIZ Necip Fazıl’ın, “davayı temellendirici başeseri” tavsif
ettiği “ideologya Örgüsü”nün girişinde: Fikirde, sanatta, anlayışta,
anlatışta, buluşta, tutuşta, dağıtışta, toplayışta ve nihayet yaşanmaya değer
hayatın ölçülerini billurlaştırma işinde dünyanın en büyük adamı olmak
isterdim, nefsim için değil de, sırf O’nun ümmetinden en hakir ferde düşen
liyakat payını ve üstünlük derecesini göstermek için diyerek bir yön tayin
ediyor kendine ve inananlara. Eserin, kendisinin herşeyi olduğunu ve “Ben arının peteğini
hendeseleştirmeye memur bulunması gibi, bu eseri örgüleştirmek için
yaratıldım.” Diyerek kitabın önemini belirtmekte ve sair eserlerinin bunu bir
müştemilatı olduğunu belirtmektedir. Kitap davamız olan “Büyük Doğu”nun
tanımıyla başlamakta ve doğu batı muhasebesi yapılmaktadır. Doğuyla kast
edilen İslamın kısa bir dönemde madde ve manada zirveyi yakalaması ve daha
sonra yakalanan çizginin korunamayışı, İslamın şekline takılıp mana ve
ruhundan uzaklaştırılması anlatılıyor. Dinin, ham softa ve kaba yobazlara
teslim edilişi ile “HİKMETİ VE MARİFETİ” bulmayı gaye edinen İslama en büyük
ihanetin yapılışı, küfür karşısında madden üstün olmayı öğütleyen İslamı
şekilci ruh kalıbına sokmakla maddi alanda gerileyiş anlatılmaktadır. Buna
karşın BATI’nın madde planında tahakkümü ele alınıp Ruhçu Doğuyla Maddeci
Batı’nın muhasebesi yapılmaktadır. Batı karşısında gerileyişimiz ve bunun
çareleri aranmaktadır. Bu durumu giderecek bir “Nesl-i Cedit’ten
bahsediliyor. Batı karşısında üstünlüğümüzü sağlayacak inkılaptan ve bunun
temel dinamikleri üzerinde durulmaktadır. BÜYÜK DOĞU: Büyük doğu, doğuş olmaya doğuş, doğu olmaya doğu. O, hem bir
mana, hem bir madde, hem bir zaman, hem bir mekan ismi, ve belli başlı bir
doğrusu DOĞUNUN doğuşu ruhun kendisiyle beraber bütün insanlığa örnek halinde
donatacağı Doğu alemine remz. Büyük doğu, alem olduğu mefkure çerçevesinde
<senfonik> bir orkestra. Büyük Doğu kendi başına, kendisiyle vardığı
bir sebeb ve netice hükmü halinde hiçbir hürriyet istiklal ve benlik haletine
malik değildir. Mutlak istiklal, mutlak hakikat sahibindedir. İslam ona teslim
olup selameti bulmaktan ibarettir. Zahirde 24 asır evvelinden başlamış olsan
da, bütün zaman ve mekana, ezele ve ebede doğru kuşatan bayatlamaz yeni,
solmaz renk, eğrilmez çizgi, geçmez an pörsümez güzel, değişmez doğru,
örselenmez iyi ve anlaşılmaz ileri! Gayemiz sensin! HAL VE MANZARA Bizde değişiklik adına ne yapılmışsa hep karşıdan deri
tabakasının üstünde oldu, ve tarihi ham yobaz bir evvelki yobazlığın tam
tersine dönmüş (?????) diye ortaya çıkmış olarak hep aynı asla ve mayaya
sadık kaldı. Sakın yobazı, bir davaya, onun en mahrem çilelerini çektikten
sonra kıl ve nokta feda etmeksizin emirlere sımsıkı bağlanan ulvi adam
sanmayınız. Yobaz her sahada, asla anlayamadığı ve iç yüzünü göremediği
tecelliler karşısında papağan gibi hep aynı aksülameleri gösterip <Nuh>
diyen fakat <peygamber> demiyen kişidir. Avrupalının kendi içinde
çoktan beri tasfiye etmiş bulunduğu bu hal, bizde ta dibinden ve kökünden
kazınmadıkça, bunu kazıyacak cemiyet ve terbiye usullerine erilmedikçe,
hiçbir bahsi ele almaya usul bakımından imkan yoktur. Büyük ve gerçek Türk
inkılabının başı tarihi yobazlığının ta kökünden kazınması hadisesine
dayanmalıdır. DOĞUNUN KENDİNE BAKIŞI Bütün bir doğuyu tek vücut olarak düşünemeyiz. Çünkü doğuda
müslümanların dışında başka dinlere mensup milletler de vardır. İtikadımıza
göre küfür tek millettir. İnananlar da yek vücuttur. Doğunun büyük çoğunluğu
Müslüman olduğundan dolayı doğuya bizim dünyamız nazarıyla bakıyoruz. İslam zaviyesinden doğunun görünüşü: 15. Asra kadar sürmüş
yekpare bir aksiyon çizgisi halinde fezanın dibine ve arşın üstüne kadar her
maddenin hesabını verici mutlak kemal hamlesine beşik sahası olmasıdır .Aklın
sınırları ve ruhun hakkı bir ışık demeti halinde kümelenmiştir. Böylelikle
dört halifeden rönesans kadar her alanda herşeye hakim ve birden bire ters
dönüş ve bu dönüşün sebebini kestiremeyiş, eşya ve hadiselere hakim olmak
için cehdin kayboluşu öz evin beğenilmemesi ham yobaz kaba softa sınıfının
zuhuru şu an İslam kadrosu ruhuna tıkaç sokulmuş bir görünüm arzediyor.
Aşağılık kompleksini doğuran bu durum haçlı seferlerinin öldürücü
darbelerinden daha ağırdır. Netice şudur ki, bu gün batı haksızlığını hak
diye gösteren hünerli bir gözbağcı doğu alemi de bu gözbağcıya mahkum ve
kendi hazinelerinin anahtarlarını ceketinin astarında kaybetmiş bir saflık
görünümü arzediyor. Madden insanları doyuran manen besleyemeyen ve pozitif
bilimlerde zirveyi yakalayan batı 19. Asrın 2. Yarısında maraz deri üstünde
sızmaya başladı. 20. Asrın başlarında bütün bünyeye yangın halinde patlak
verdi. Doğu alemi ise 8. Asırda ulaştığı akıl sınırını 15-16. Asırdan sonra
koruyamadı. “Hakikat müminin yitik malıdır nerede bulsa alır.” Düstur-u
kudsisini çiğnedi. BİZDE BUHRAN Tanzimattan evvel 3. Asır ve sonrası 3. Asır Kanuni’den
Abdülmecide- Abdülmecidden Meşrutiyete- Meşrutiyetten Cumhuriyete-
Cumhuriyetten günümüze beş kısma ayrılır. 16. Asrın sonlarında maraz deri
üstüne sızmaya başladı. 18. Asrın üstüne çıktı. 19. Asırda tam yerleşir. 20.
Asırda bu müzmin hastalığa uydurma çareleri arandı. İlk devrede İslam dış
şekline esir ve ham, softa ve kaba bir yobazlık, 2. Devrede de körkütük bir
hayranlık, şaşkınlık ve şahsiyetsizlik vardı. 1. Devre dinin, 2. Devre ise
küfrün yobazlığını yaşadı. Ham ve kaba softalığı. Doğunun ucuzluğu batı
yüzünden, Batı ise kendi yüzünden ve kendi kedisine çürüğe çıkmış. Doğunun
ucuzları tanzimattan sonra sükun etmiş çeyrek münevverler. Bu ucuzluk
sanatta, edebiyatta, siyasette ve sosyal hayatın her alanında. Ve bu
ucuzluktan kurtulmadıkça kurtuluş olmaz. Tanzimattan beri büyük tefekkür
adamı yetişmemiş, yetişenler kopyacılığı aşamamış, bu yüzden din hamların
kabaların elinde kalmış. Ucuzluktan kurtulmanın ilk şartı mütefekkir
yetiştirmektir. TÜRKÜN MUHASEBESİ İslamiyetle bünyemiz arasındaki birliğin olgun ahenge
vardığı Osmanlı Fatihlik döneminde bizim herşeyimizi oluşturan İslamiyet,
maddi hamle ve iş harekatından ibaret kaldı. Tefekkür planında bir türlü
doğrucu ve ibda edici olamadık. O zaman şöyle bir TEŞHİS de bulunabiliriz:
Doğunun ruhu, maddesini bulamayınca batının erdiği madde yetkinliği bir
celsede onu yıkmıştır. Batı ülkelerine eyalet gözüyle bakan ecdadımız
tefekkür adamı yetiştiremediğinden ne doğuyu ne de batıyı anlayamadı.
Tanzimat basit ve sığ politikacıları, Meşrutiyet bir aksülamel, cumhuriyet
ise tanzimatla açılan çığırın zirvesidir. Avrupalıyı Avrupalı yapan: Metod, sistem, akıl, laboratuvar
aslında bunlar İslamın ruhunda olan şeyler. Bizim kendi kendimizi bulmamız
Avrupalıya akıl ve madde marifetleri yolunda erişmemiz ve bu yetkinliği kendi
ruh harmanımızda yoğurup Avrupanın karşısına böyle çıkmalıyız. Bu incelikleri
ilk kez 2. Abdülhamid sezmiş lakin şer odakları tarafından alaşağı
edilmiştir. İçimize bakarak dışımızı, dışımıza bakarak içimizi düzeltmek
yoldur. Dünyayı, en mahrem fikir ve ruh kökleriyle hecelemek zorundayız. Kat
kat is arkasında doğan yeni dünyada saf doktrinler zaviyesinden komünizme,
dönek nazizme, müflis demokrasiye ise yeni zaman ve mekanın fatihi olmak için
kendini gençleştirme hamlesinde bir dünya doğuyor ve bu dünya doğuşunda
hissedar olmayan milletlere içtimai manada ölüm ve yokluk düşüyor. Muhtaç
olduğumuz inkılap yeni nesli mükemmel manada yetiştirmektir. TEK KELİME İLE KURTULUŞ YOLU Evvela şahsını sonra tüm doğuyu kurtarmak için -Bu biraz kaf
dağının tepesindeki bir kar parçasının döne döne kaf dağını dize
getirmesidir. Genellikle Türk milleti ya olunca herşey olmaya, yahut
olmayınca hiçbir şey olmamaya memur ulvi çetin bir millettir. Oya
ormanlarının hakimi yahut kafeslerin mahkumu kalacaktır. Önce kendisini,
sonra doğuyu ve bütün yeryüzünü kurtarmak onun vazifesidir. Bunu
gerçekleştirecek reçete yalnız ve yalnız İslamiyettir. İslam vecd ve imanın
ana sütunundan daha beyaz daha temiz çarşafı üzerine 20. Asrın herşeyi silkip
bizden olanları alıp diğerlerini atmaktır. Bizim ahlak kaynağımız ise adıyla
sanıyla İslam Ahlakıdır. ANA KAYNAK İSLAM Yalnız İslama inanıyoruz, kayıp ettiğimiz kuvvetleri öz
bahçemizde kuyuya düşürüp sonra şaşkınlar gibi sokak sokak dışarda kıymet
aradığımıza inanıyoruz. Kainat, dünya, insan, cemiyet, iktisat, adalet, güzel
sanatlar, kadın, siyaset gibi bütün davalara ancak İslam sağlayacak,
heybetleştirecek, ve bir ideologya örgüsü kuracak ve adını büyük doğru
koyacaktır. İnsanın kim ne olduğunu, dünyaya niçin geldiğini buradaki yörenin
ne olduğunu ve bitmek, tükenmek bilmeyen soruların cevaplarını İslam veriyor.
Bu soruların cevabı insanı ruhen ve madden yüceltecek, solmaza, eskimeze,
bitmeze ulaşacaktır. İnsan, kulluğuyla Allah halifesi olur. Allah alemi için
insanı da kendi marifetlerine ulaşması için yarattı. İhlas, aşk, fedakarlık,
ve merhamet ahlak çatısının dört direğini oluşturur. İslam bir kişinin
herkes, herkesin de bir kişi olduğu sistemdir. Allahın eli cemaatin
üzerindedir. İslamın siyaseti bütün insanlığın İslamiyete teslim olmasıdır.
Saadete erdirmek bunun vasıtası ise kılıç ve kalemdir. Kılıç maddeyi, kalem
ruhu fetheder. Usul ise “Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz
nefret ettirmeyiniz.”hadis-i düsturudur. Ben kendime bakayım, başkaları ne
yaparsa yapsın anlayışına karşıdır. Bu düstur Bediüzzaman hazretlerinin
hayati istimayenin içinde bulunduğu problemleri anlatırken söylediği “ben tok
olayım, başkası acından ölürse ölsün bana ne başkaları çalışsın, ben yiyeyim
düsturlarıyla örtüşüyor. “İslamın siyaseti Ordunun gayesi i’layı
kelimetullahtır. İslam müsbet ilimlere açıktır. “Beşikten mezara kadar ilim
öğrenin.” Hadisi düsturdur. Kadın değerini İslamda bulmuştur. Bir meta
olmaktan kurtulmuştur. Kadını kafes arkalarına, haremlere hapsetmek, hiç
kimsenin karşısına çıkarmamak İslam işi değildir. İslamın dışı şeriat, içi tasavvuftur. Allah üzerinde bütün
hikmet mimarisinin ışıldadığı bir saray olarak kabul edecek olursak, şeriat
dışı, tasavvuf da içidir. Çünkü Allah kainatı insan için, insanı da kendi
marifeti için yarattı. TARİH HÜKMÜ: NASIL BOZULDUK Türkler 1,2,3,4,5,6. Asırda kasırga gibi esip kalıbını
bulamamış. Medeni çizgilere erişememiştir. 7.-8. Asırda İslamı kabul etmeleri
ve kılıçlarıyla ruhlarını ona bağışlamaları ve 9. Ve 12. Asırla edindiği ruhi
muhtevayı gergefe örmeye başladı. 14. Ve 16. Asırda taarruz, vecd ve aşkımız
zirveye ulaşıyor. 17. Asırda donan aşk ve vecdimizin yerini ham softa ve kaba
yobazlar aldılar. 18. Asırda batı üstünlüğüne karşın Osmanlı can çekişmekte,
o kadar güçlü idi ki çekişirken dünyayı titretiyordu. 19.asırda ham, softa ve
yobazın yerini, pembe kılıçlı, maymundan daha sefil Avrupa hayranlarına,
takma beyinli züppelere bırakmıştır. Böylece Batı dünyası muazzam bir düşmanı
içten kurutma yolunu buldu. Kanuni devrinde bozulmanın emareleri olarak Fars
tesiri ve Bizans parmak izleri, hatır, gönül ve korku fetvalarını
gösterebiliriz. Garp dünyası aklın eşya ve hadiseler üzerindeki tesirini
süslerken biz nas ezberciliği yaparak onları hikmetlerden öksüz bıraktık. Bu
islama yapılan en büyük ihanetti. Kanuni’den Tanzimat’a kadar İslam devleti içinde, İslamın
özünü anlamak ve kavramak dönemi, nas ezberciliği ve şekilcilik ve her şeye
karşı çıkış… Batı bu sırada Rönesansın semerelerini alıp bizi geçmiştir. Biz
ise otomobile şeytan icadı, matbaaya küfür aleti, elbiseye küfür giysisi
demişiz. Heyhat ki, bu ham softa ve yobazlar, dinin mümessili görünmüş ve
Fahr-i Kainata en büyük ihaneti yapmışlardır. Tanzimat’la Müslümanlar umumi bozgunu ve sorumluluğu an’ane
ve köklerimize irca ettiler. Bu en vahametli safhadır. İslamı, bir numaralı
sahte temsilcileri, iki numaralı sahte münevverler bozdu. Meşrutiyet devrinde
gittikçe İslam hırpalanmaya başladı. Bu dönemde Abdülhamit, İslama ve Türklüğe önem verdiği için
alaşağı edilmiştir. <Yahudi, mason ve dönemlerin oluşturduğu üç ayaklı
sehpada> son devirde ise her şey ortada. Mustafa Reşit Paşa’dan çıkan
çizginin devamı, müslümanı şöyle tarif ediyor: Cahil, artı ahmak, artı geri,
artı yobaz, artı kaba. Artık İslamın bozuluşu ilel merkez ve anil merkez
olarak her istikamette tanımlandı. Giden şey İslam, gelen şey ise hiçti.
Dünya harbinden sonra cemiyet gövdesinde irinli kandilini asmadığı tek hücre
bırakmamış bir bozukluk: Dalkavukluk, iltimas, rüşvet, fuhuş, içki, cinayet,
kumar, nefret, inkar, şüphe, kargaşalık…. BEKLEDİĞİMİZ İNKILAP 1566’dan beri bekliyoruz bu inkılabı. (Kanuninin vefatı)
Sarı Selim’den Tanzimat’a kadar 273 yıl Tanzimat’tan Meşrutiyete 69 yıl.
Meşrutiyetten Cihan harbine 10 yıl. İstiklal savaşından günümüze… Bu inkılabı
ve inkılapçıyı 20. Asrın güneşi batmadan göremezsek bir ağzımıza alamayız.
İslam inkılabını gerçekleştirecek olan derin müslümanın üç cephesi vardır:
Şeriat, tasavvuf, şahsi ruh ve akıl. Müminde aklın ölçüsü Allah rasulüne esir
olmaktır. Böylelikle kul hakikate ulaşır. Hz. Ebubekir’in dediği gibi acz,
acziyeti idrak etmektir. Necip Fazılın kulluk şuuruyla, Mevlana’nın Men bende şudem bende şudem Men bende beserüfkende şudem Her bendeki azad şeved şad şeved Men şed azad ezanemki turab mende şudem dizeleri benzerlik gösterir. Bu inkılap, eski ruhi nizamını darmadağın edip yenisini
geliştirecek, ve yerine yenisini perçinleyecek bir doğruluş ve şahlanış. Bu
inkılabın aletleri ise söz ve kalem. Bu uğurda hedefimiz basın yayın, ilim,
sanat, iş ve nüfuz merkezlerini ele geçirmek gerekir. Necip Fazıl’ın bu
fikirleri Hoca Efendi’nin sıkça ifade ettiği sosyal hayatın her birimine
girme ve oralarda bir güç unsuru haline gelme ve güç kaynaklarını elimizde
bulundurma ve yine H.E.’nin tarihi tekerrürler devrini anlatırken değindiği
iç dinamiklerimize sahip çıkma, sosyal hayatın her alanında meselenin
olgunlaşması ve akabinde patlamanın gerçekleşmesi fikirleri paralellik
arzediyor. İnkılabı gerçekleştirecekler iç dinamiklerini kontrol
etmelidirler. Hedefe giderken, davayı tesbitte ne nasıl olmalıdır, buna karar
vermek gerekiyor. Tedavi yoları çok iyi bilinmeli. “Yeni çıkan civcivler baba
horoz farz edilirse civcivlere yazık olur. H.E’nin “güç dengesinin olmadığı
bir yerde müslümanları ringe çıkarmak onlara zulümdür, dediği gibi. Karşı
taraf İstanbulun bütün anpüller kuvvetinde lamba yakıyor ve biz kibritle
mukabele ediyorsak elbette cılız kalırız. Bu durumda bize düşman silahıyla silahlanmanın gerektiği ve
hizmet yapılırken zaman zeminin şartlarına göre yapılmalı. Hizmetimiz sırran
tenevveret prensibi ve azmi ihtiyat gösterme özelliği üstadın endişelerini
gideriyor. BEKLEDİĞİMİZ İNKILABIN YÖNLERİ Bütün feyzi tek ve mutlak kaynak bildiği saadet devri ve
sahabiler topluluğundan alan, böylece hayatın her tecelli sahasına hakim
yepyeni bir vecd ve edaya yol açan bu vecd ve edayı namütenahi ileri bir
nesil başlangıcına perçinleyen ve ebediyen perçinleyecek olan bir gençlik
teşekkülü davası…. Bütün kıymet hükümlerini ve nefs muhasebelerini İslamiyet
mizanından aldıktan sonra birer birer sükut edecek ve her biri her hakkın
islamiyette gerçekleştirip istiklal davalarını kaybedecek olan içtimai ve
iktisadi mezheplerin has isimleri ve öz hüviyetleriyle kökünden iptali…
İslamı temsilden başka tek gayesi olmayan bu ulvi gayenin asil ruhuna malik
ve her cihazı, aleti, hali ve şekliyle mefküfrevi nizam ve heybet şiirini
heykelleştiren yeni altın ordu… İçinden ve dışından sımsıkı müeyyideli ve tam
sigortalı aile hücresi… Zekat ve yardım emri sayesinde içtimai teavün ve tesavi gayesini
son haddine ulaştırıcı şahsi mülkiyet hakkı içinde mülkiyetin her hakkını
ödeyici ihtikar iktisadi nizam… Müslümanlara ait eşya ve hadiselere hakimiyet
hakkının icra vasıtası olan ve müminlerin kaybolmuş malını belirten müspet
dehasını, henüz erişilmemiş ve erişilemez haddiyle temsil… Kulların değil
Allahın ve ona bağlı vicdanın emrettiği adalet. Ahiret mamurluğunun tarlası
olan bu dünyayı, sonunda bir taş tahta gibi bütün yazılarıyla silineceği
biline biline son kum tanesine kadar imar. Nihai kavga zafer planı olan
batıya karşı, kemiyet ve keyfiyet zemini olarak istinadı şart, asyacılık
gayesi… DEVLET VE İDARE MEFKÜREMİZ Bilinen meclislerin yerinde yüceler kurultayı vardır. Manası
milleti en ileri düşünenlerin ve en iyi yapanların kadrosunda özdeşleşmektir.
Bu kurultayın levhası, hakimiyet hakkındır. Bu meclisi nefsaniyet ve
enaniyetini aşmış ve kendini topluma adamış gerçek münevverler oluştururlar.
Yüceler kurultayı baş yüceyi seçer. Baş yüce 5 yılda bir seçilir. Baş yücenin emriyle hükümet değişir. Baş yüce bütün şubeleriyle ordunun başıdır. Baş yücelik hükümeti bir baş vekil ve 11 vekilden mürekkeptir. Hükümetin 11 davası: Ruh ve ahlak, umumi irfan, köy, şehir ve umran, ordu, iç inzibat, dış münasebetler, bütün neşir ve vasıtaları murakabe ve himaye davası. Nüfusu çoğaltma, güzelleştirme ve sağlamlaştırma, milli servet ve iktisat problemlerine el atar. Baş yücenin nezdinde yüce din idaresi vardır. Bu hükümette devlet halkın, halk da devletin kölesidir. Başyücelik akademyası, ilim, sanat ve fen dalından oluşur. Başyücelikten maddi manevi her ne şekilde olursa olsun başkalarının kazanç ve emeğine musallat tek fert bulunmaması gerekir. Başyücelikte cezalar hakların, hataların yapılamaz olmasını temin için konulmuş manialardır. |