|
DİN VE
İDEOLOJİ Yazar : Şerif MARDİN Yayınevi : İletişim Yayınları Baskı : İstanbul / 1992 / 188 shf. ÖNSÖZ Kitap Türkiye'de halk katındaki dinsel inançların siyasal
eylemi etkilendirmesine ilişkin bir kavramlaştırma modeli olarak bilgiler
içermektedir. Din'in bir toplum olayı olduğunu, yumuşak ideolojiler arasında
insan davranışlarına yön veren bir unsur olduğunu belirtmektedir. Kitap olanı
anlatmıştır. Toplumun yapısının anatomisini ortaya çıkarmıştır. Osmanlı İslam
toplumunun ve bugün ki Türkiye'nin batı toplumlarından ayrılan bazı
özelliklerinin var olduğu gösterilmeye çalışılmıştır. Modern davranış bilimleri olan sosyoloji, psikoloji ve
antropolojinin metodlarından bir sentez yapılarak meseleler incelenmiştir.
Batılı siyasal bilimcilerden, sosyologlardan, antropologlardan bol bol
yararlanılmıştır. Din sosyolojisinin tahlillerinin bir toplumu anlatmadaki
imkanlarından yararlanılmıştır. Kitap çok geniş bir alana yayılmıştır. Fikirciliğin topluluktaki
etkisi gösterilmiştir. dinin bir toplum olayı olduğu toplumu şekillendirdiği
ortaya konulmuştur. Türk halkının ümmet yapısından yeni çıkmış bir toplum
olduğu ileri sürülmüştür. Hurafelerin halk katındaki gücü vurgulanmıştır.
Halk kültürünün insanların menfaatlerine daha kısa yoldan cevap verdiği
örneklerle ispat edilmiştir. Kitap objektif bakış açısıyla, ilmi tahlillerin, metodların
ışığı altında yazılmıştır. Kitapda toplumun anatomisi batılı sosyal ilim adamlarının
kuramına göre açıklanılmaya çalışılmıştır? Dinin toplumdaki gücünün tam hakkı
verilmemiştir. Dinin toplumun bütün sorunlarını çözmede tek başına kesinlikle
yetersiz kalacağı ileri sürülmüştür. DİN ve İDEOLOJİ İdeoloji idare edilenler arasında yaygın yönlü fakat sınırlı
belirsiz fikir kümeleridir. Bu süreçte insan eylemine yön veren şekillendiren
iç yapı vazifesi görür. Yirminci yüzyıl bu açıdan bakıldığında en kesif
anlamda ideolojik bir çağdır. Geniş kapsamlı ideolojiler önemini toplumsal eylemle din
arasındaki ilişkiler açısından göstermektedir. İdeolojileri sert ve yumuşak
olarak ikiye ayrılabilir. Sert ideoloji sistematik bir şekilde işlenmiş temel
teorik eserlere dayanan, seçkinlerin kültürüyle sınırlanmış muhtevası
kuvvetli bir yapıdır. Yumuşak ideoloji kitlelerin çok daha şekilsiz inanç ve
bilgisel sistemleridir. Dinsel inançlar önemli yumuşak ideolojiler arasında
yer alır. 1- Siyasal Bilimlerde İdeoloji Araştırmaları: İdeoloji günümüzde artık siyasal bilimlerin toplandığı
önemli eksenlerden biri haline gelmiştir. Yani kitle toplumunun belirmesiyle
inançlar önem kazanmıştır. Siyasal bilim, insanlar arasında "güzel" ve
"iyi"yi anlamanın ve hakim kılmanın bilimidir. Kitle inanç ve
tutumlarının-siyasal sürecin ayrılmaz bir parçası sayılması son yirmi
yıllarda gelişen "davranışsal" siyasal bilimlerin getirdiği
tutumdur. Çünkü davranışsalcılık davranışları olduğu gibi gösterir. Siyasal bilimciler, ideolojileri daha çok Locke, Rousseau
veya Marx gibi kimselerin fikirlerinin "melezleşmiş" yozlaşmış
şekilleri olarak yorumlamışlardır. Sabine'in Faşizmi ele alış tarzı bunun
klasik örneğini teşkil eder. Ona göre Faşizm Hegel'in ve Nietzsch'nin
fikirlerinin yozlaştırılmış bir şeklidir. Sabine, bir taraftan Mackinder'den
bir taraftan Nietszch'tden ve bir taraftan Hegel'den gelen akımların belli
bazı yönlerinin faşistler tarafından niçin seçildiğini, bu karışımın ve
yalnız bu karışımın bir toplum şeklinin psikolojik mukavelesini nasıl
sağladığını araştırmıyor. Modern bir siyasal bilimcinin yaklaşımı ise
meseleyi bu şekilde koymak olurdu. Davranışsal siyasal bilimlerin ana amacı siyasal bilimleri
diğer fiziki ve matematik bilimlerin genel kuralları içine sokmak olmuştur.
Bu yaklaşıma göre, fizik nasıl maddi varlıklar arasında kural ilişkileri
arıyorsa, siyasal biliminde genellik değeri olan kurallar araması gerekir.
Böyle bir çaba peşinde koşarken açıklığını kaybetmemesi için yapılacak olan
en iptidai ayırımda "olan"ı olması gereken"den ayırmaktır.
Böylece davranışsal siyasal bilim, her şeyden önce iki asır önce Hume'nin
bulduğu basit bir prensibi kendisine rehber edinmiştir. Bir
"olan"dan bir olması "gereken" çıkarılamaza. Başka bir
ifade ile, siyasal bilim bilimsel olmak istiyorsa a) amacı bakımından
kendisini sınırlandırmalı ve ampirik olmalıdır. b) Metodu bakımından daha
önce bilimsel bir nitelikte ortaya çıkmış olan bilimlere benzemeğe
çalışmalıdır. Davranışsal siyasal bilimlerin ideolojileri kapsamasının önemli
bir nedeni vardır. Siyasal bilim bir toplum olayını inceler. Toplum yapıları ise, düzenliklerini toplum bireylerinin
içinde bulundukları durumları "anlamaları" sayesinde muhafaza
ederler. "Anlama"nın insan topluluklarındaki yapısal önemi son
yirmi yılda muhtelif şekillerde işlenerek artık sosyolojinin esasları arasına
girmiştir. İdeoloji bir anlam kümesi olarak toplumun stratejik
fonksiyonlarının birinin başköşesini tutmaktadır. İdeolojileri bu açıdan ele
aldığımız zaman onları, insanlara istikamet vermeğe yarayan birer
"harita" olarak görürüz. Toplumun mutlaka halledilmesi gereken problemlerinden biri,
kişilerin şahsiyetlerinin dengesini sağlamaktadır. Denge her şahsın hayatının
ilk yıllarından itibaren kendine tedricen bir "şahsiyet" imal
etmesiyle sağlanır. Tam bir kimlik ancak çocukluk ve ergenlik bunalımlarının
başarı ile çözülmesiyle ortaya çıkar. Bunalımlardan sağlanan başarı kişinin
kimliğine her defasında yeni bir kat ilave eder. İdeoloji bu kimlik tamamlama
sürecine iki yerde girmektedir. Bir kere kişinin kendisine imal ettiği
kişilik bütünleşmiş bir tutuklar ve davranışlar tümü olduğu bir "iç
ideoloji" teşkil eder. Kişinin bu vicdani kılavuzu bir nevi ideolojidir.
İkinci planda bu krizlerden bazıları mesela ergenlik krizi, dış alemde
bulunan ideolojilerin etkisine özel bir şekilde tabidir. Gençler kendi
kişiliklerinin son katını verecek olan cevapları dış alemdeki siyasal ve
sosyal ideolojilerde ararlar. İdeolojiler, yönetilenler katında da mevcuttur. Bunu Lane'in
çalışmalarında görüyoruz "Sıradan Amerikalı inandıklarına niçin
inanıyor? Lane'in gayesi bir New England kasabasında "sokaktaki
adam"ın siyasetle ilişkili olarak kafasının içindekileri tespit etmeğe
çalışmaktadır. O basit vatandaşın fikri kalıplarının kendi içindeki anlamını
atamaktadır. Üzerinde durduğu kişiler her ne kadar nisbeten basit kimseler
iseler de dertleri, kaygıları, tutumları ve inançları bir sosyal kimlik
meydana getirmektedir. Sokaktaki adamın fikirleri mantıki tutarlılığa sahip
değilse de yaşadığı çerçeve içine konduğu zaman bir tutarlık kazanmaktadır. İdeolojinin ortaya çıkardığı bu psikolojik uyum
fonksiyonlarının en önemlilerinden biri dinsel fonksiyondur. Lane bu
fonksiyonu ideolojik bütününün bir alt kategorisi alarak ele almaktadır. Lane'in denekleri için din, ideolojilerin diğer parçaları
gibi gidişine uymak zorunda kaldıkları bir dünyada psikolojik bir denge
kurmanın yollarından biridir. Din bir dünyayı anlama ve kendini o dünyada
belirli bir yere yerleştirme modeli olarak fonksiyon görmektedir. İdeoloji ve Bilim Sosyolojisi Kendi toplum biliminde ideoloji teorisine o kadar önemli bir
yer veren Marx için, ideoloji hala gerçeğin tahrif edilmiş algılarının
araştırılmasıyla sınırlandırılmıştır. Marx, burjuva algılarının aşırı
"ideolojik" kalıpları ve onların uzun vadede bu sınıfın ortadan
kalkmasına yol açacak olan "hakikat"le uyarsızlıkları üzerinde çok
durdu. Onun için bilgi, kesin toplumsal şartların "ideolojik
refleksi" olduğundan burjuva, dünyayı Pinti Hamit'in dar açısından
görmeye mahkumdu. Yönetici sınıfların ideolojik tahrifinin ideolojik niteliğe
bürümenin tek şekli olduğu Marx'tan sonraki araştırmaları da etkileyen bir
tutumdur. Bilginin toplumsal kökleri hakkında görüşlerimizi genişletmek
çabasında bulunmuş Manheim bile öncelikle yönetici sınıfların düşünceleri ile
ilgilenmişti. Zamanımızda sosyal bilimlerde kaydedilen ilerlemenin dini
"endişe azaltıcı" ve "kişiliği billurlaştırıcı" sembolik
bir süreç olarak kavramlaştırmamızı yol açmış ve bu anlamda
"yumuşak" bir ideoloji olarak incelenmesinin imkanlarını ortaya
çıkarmıştır. Günümüzün dinle uğraşan sosyal antropologlarının ekseriyeti
Marx'ın tek yönlülüğüne, aksi istikamette çalışan tek yönlülükle cevap
vererek artık dinin otorite strüktürlerini destekleyen yönlerini bir tarafa
bırakmaya temayül etmektedirler. Din'i Türkiye'de bir eylem aracısı olarak ele almamız
gerekir. Bunun nedeni dinin Türk kültürün de önemli bir unsur olarak belirmesidir.
Aralarında seçim kaybetmiş "laiklerin" başta bulunduğu bir kısım
politikacılar din faktörünün Türkiye'de karşısına geçilmez bir varlık
olduğunu anlatırlar? Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, Türkiye'de fertlerin
kişilik ve kimlik krizlerini halletmekte zorluk çekmiş oldukları açıktır.
Türkiye'nin değer boşluğu gözleri kamaştıracak kadar belirlidir. "Alt
sınıflarda bu değer boşluğu İslami olarak bildikleri itikatlara sıkı sıkıya
sarılmak suretiyle halledilmek istenmiştir.
DİN SOSYOLOJİSİ VE DİNSEL DAVRANIŞ Desroche'un işaret ettiği gibi bir tek din sosyolojisi
teşekkül etmemiş her sosyoloğun ilgi alanına göre din sosyolojileri ortaya
çıkmıştır. Din sosyolojisinin tekli bir yapısı yoktur. Bu sahada ana
tartışmaları ortaya çıkarmış olan düşünürler de din sosyoloğu olarak tanınmış
olan kimseler değildir. Bunlar her sosyal bilincinin zaman zaman fikirlerine
geri gelmek mecburiyetinde kaldığı iki klasik düşünürdür. Kal Marx ve Sigmund
Freud. Marx ideoloji konusuna ilk defa olarak bir din meselesi dolayısıyla
önem vermiş olduğunu göstermektedir. Dinle kurulan bu ilişkiyi Marx'ın
fikirlerini Feuerbach'a giden köklerinde aramak gerekir. Feuerbach’ın
tezinin, esası algılama hakkında bir bulgusuna dayanıyordu. Ona göre var
olduğu kabul edilen şeyler algılanabilir veya duyulabilir. Bundan çıkan sonuç
şudur. Allah'ın varlığı onun algılanabileceği bir şekil olmazsa ispat
edilemez. Böylece ona göre din bilimin kanıtları aslında kör ve etkisiz
varsayımlardır. Feuerbach bu görüşleriyle Marx ve Engelsi etkilemiştir.
Marx’ın din için "halkın afyonu" tabirini ilk defa olarak
kullandığı Hegel'in Hukuk Felsefesinin Kritiği" adındaki makalesi
Feuerbach'ın bu fikirlerinin tesiri altında yazılmıştır. Cümlenin tümü
oldukça nadir bulunabildiği için kendi başına ilginçtir. "Din, başkasına
tabi yaratıkların iç çekişmesi, kalpsiz bir dünyanın kalbi ruhsuz olayların
ruhudur. Din halkın afyonudur. Marx'a göre, din eleştirisi genel bir dünya anlayışına yol
açmaktadır. İnsan dindeki aldatmacayı anladığından itibaren kendi kendine
esir ettiği şartların ortadan kaldırılması zorunluluğunu da anlar. Görüldüğ
gibi Marx'a göre ideoloji ile din arasında kuvvetli bir bağ mevcuttur. KÜLTÜR Toplumsal bilimlerin en kaypak ve anlaşılması en zor
kavramlarından biri kültürdür. Teknik anlamda kullanılmadığı zaman
beraberinde getirdiği çağrışımlar Picasco, Mozart, Beethoven, tiyatro,
edebiyat ve sanatla ilgilidir. Fakat teknik anlamda kültürün çok daha geniş
kapsamı vardır. Her toplumun toplumsal özelliklerinin bir maddi dayanağı
vardır. Mesela, sepet örmenin çok önemli olduğu bir toplumda sepet örebilmek
için kurutulmuş saz saplarına veya bir çok ince dallara ihtiyaç vardır. Bu
"belli bir şekilde işleme" dal türünden maddi bir olay mıdır, yoksa
öğrenilen sembollerle anlatılan bir işlem olması bakımından maddi değil
midir? Önemli olan, belirli bir sepet örme veya evlenme veya hükümranlık veya
harbetme şeklini toplum içinde nasıl herkes tarafından bilinen, diğer
kuşaklara da geçirilen bir model haline geldiğidir. Bunu sağlayan yolların
tümüne "kültür" denmektedir. Kültür bütünlerinin bir kere ortaya çıktıktan sonra
toplumun, değişen şartları dolayısıyla ihtiyaçları değiştiği zaman bile,
kendini devam ettirmeye eğilimli olmasıdır. Mesela, doğum kontrolünün kötü
olduğu şeklinde dinsel planda oluşan bir inanç, DDT kullanan ve o sayede o
zamana kadar rastlanmadık bir şekilde üreyen bir toplum da başlangıçtaki
toplumu yaşatıcı fonksiyonunu kaybettiği halde, kendiliğinden meşru inanç
olmaktan çıkmaz.
DİN SOSYOLOJİSİ AÇISINDAN İSLAM Bu konunun amacı islami inançların Türkiye'de halk katındaki
gelişme şeklinin etkilerini incelemektir. Araştırılan alan islamiyetin bugün,
Türkiye'de sokaktaki adamın fikri kalıplarını etkileme mekanizmasıdır. Daha
uzak amaç bu fikri kalıplar ile toplumsal ve siyasal eylem arasındaki bağları
bulmaktır. Bu itibarla islam dinini incelerken onu tümüyle değil, halkın
islami inaçlarına ilişkin bazı yönleriyle ele almak gerekiyor. Daha sonra da
Türkiye'de bunların nasıl şekillenebilmiş olacakları aranıyor. Kısaca
doğmadan çok doğmanın halkın inançlarına bununda toplumsal eylemine olan
etkisi araştırılıyor. "Her ne kadar islamiyeti, biz bir din olarak
tanımlamaya eğilimliyse de, Peygamberin onu daha çok bir millet olarak
tanımlamış olması muhtemeldir. D.S. Margoliut'un bu ifadesi islamiyetin bir
millet olarak kavramlaştırılmış olmasının yapı bakımından sonuçlarını
bunların neler olduğunu araştırmaya itiyor. Bir sistem olarak islamiyet bu
açıdan diğer dinsel sistemlerden nasıl ayrılıyor? İlk başlarda islamiyetin toplumsal yapı bakımından belki en
önemli niteliği, kabile ilişkilerinin çok kuvvetli olduğu bir ortamda
belirmiş olmasıdır. Fakat islamiyet esas itibariyle mevcut olan bir şehirsel
yapının üzerine kurulmuş yapıttır. Fakat bu şehirsel yapı gelişmemiş
olduğundan dinin birleştirici rolü burada her zamankinden kuvvetli olmuştur.
İslami inancın bu yapısal pekiştirici rolü dolayısıyladır ki islam dininden
az da olsa ayrılanlar islam devletinin dışında kalırlar. Bunlar böylece bir
anda hem zındık hem toplumdışı ve hem de devlet dışı kişiler olurlar. Dinin islam toplumunda ifa ettiği fonksiyonunun en soyut ve
sembolik başka bir ifade ile ideolojik şekli, müminin kendini Allah'a tüm
teslimiyeti fikrinde belirir. Bu teslimiyetin özel bir şekli insanın şeriate
teslimiyetidir. Teşekkül eden cemaatın başında bir idareci değil Allah'ın
kendisi mevcuttur. İslamiyeti kabul eden bir kabile başkanı Peygamber'e
"sen bizim hükümdarımızsın" dediği zaman peygamber ona
"hükümdar Allah'tır, ben değil" cevabını vermiştir. Bu toplum örgütlenmesinin dinsel bir formüle dayanması
olayının örneğin siyaset için olan sonuçlarını bir islamiyet alimi şöyle
ifade etmiştir. "İslamiyet Allah'ın dolaysız idaresi milletin üzerinde
gözlerini diken ilahın hükümranlığıdır. Diğer toplumlarda civitaş, polis
devleti olarak bilinen birlik ve düzen ilkesi islamda Allah tarafından temsil
edilir. Allah ortak yarar uğruna çalışan en üst kuvvetin adıdır. Böylece kamu
hazinesi "Allah'ın hazinesi" ordu "Allah'ın ordusu" hatta
kamu görevlileri bile "Allah'ın memurlarıdır". Allah'ın toplum hayatına nezaret ediciliği islamiyetin
ideolojik yönünden biridir. Bunun yanında islamiyetin yanında getirdiği bir
diğer özellik toplum içinde örgütlenme şekillerinden bazılarını kabul
etmeyişidir. Bunlar Dürkheim'in ikincil yapı adını verdiği kuruluşlarıdr.
Şehirlere özerklik verilmemiştir. Şehir Batıda olduğu gibi siyasi bir güce
sahip, kendi kanunlarını çıkaran ve özel mahkemeleri olan bir birim değildir. Ele aldığımız bu meselenin diğer bir yönü ise, islam
toplumlarında tüzel kişiliğe hiçbir zaman Roma'da tanındığı kadar geniş bir
örgütlenme meşruiyet ve hareket serbestisi tanınmamış olmasıdır. Bu ikincil
yapıların yerini ümmet yapısına bağlı olarak "tarikat" yapısı
görmektedir. Müslüman aleminin özelliklerinden birinin "ümmetçi
yapısı olduğu bilinen bir gerçektir. Hatta, Atatürk devrimleri bazen
Türkiye'de ümmetçi yapıyor ortadan kaldırmak için girişilmiş bir çaba olarak
değerlendirilir. Bunun yerini vatandaş, birey, yurttaş ideolojisi
yerleştirilmeye çalışılmıştır. İslamiyette imanın ve ideolojinin oynadığı kapsayıcı rol çok
büyüktür. İslamiyet yalnız bir din olarak değil, bir sosyal kimlik aracı
olarak çalışmaktadır. Batı toplumlarında toplumsal eylemi şekillendiren bu
rollerin yerini islam toplumunun sunduğu islam dininin kapsayıcı talimatlarıdır.
Ümmet iyiyi emreder, kötüyü yasaklar. Böylece "İslam toplumlarında, Batı
toplumlarında çok daha önemli bir fonksiyonu olan "değer"lerin
yerine "normlar" geçmektedir. Kişisel planda tercihler daha azdır. İslam toplumu biraz önce gördüğümüz üzere, bir normlar
toplumudur. Bu normlar ise şahısta utancı çok özel şekilde ortaya çıkarır.
Burada utanç toplumun beğenmediği bir hareketi yapmış olması dolayısıyla
toplumun gazabına uğrayacağı korkusu şeklinde belirir. Burada kendi
inançlarını saklar. İnsanın kendi öz inançlarını saklayabileceği onları açığa
vurmaması gerektiği bunun tehlikeli bir iş olduğu, ülkemizde, her
politikacının bildiği gibi hala geçerli bir düşünce tarzıdır. Söz konusu ettiğimiz safhada önemli bir olay
"özdeşleştirme"dir Çocuk çok saygısı veya sevgisi olan birini örnek
olarak seçip onun gibi hareket etmek istemesidir. Çoğu zaman bu örnek kişi,
baba veya bir diğer akrabadır. İslam toplumlarında babanın abdest alması ise
"bismillah" ile başlaması ve günlük yaşantıları ile iç içe geçmiş
olan diğer dinsel davranışları, müslümana bir hayat yaşamanın ayrılmaz
parçaları oldukları ölçüde, çocuğu aynı şekilde hareket etmeye itecektir.
Çocuk islami hayatın gerekleri hakkındaki bilgilerinin büyük bir kısmını bu
özdeşleştirme mekanizmasından alacaktır. Yahya Kemal Özdeşleştirme sürecini
Türk İslami toplumunda nasıl çalıştığının bize güzel bir tasvirini vermiştir.
(Ezansız Semtler). İslam toplumunda tespit edilen insanlar arası birincil ve
duygusal ilişkilerin önemi, ümmet yapısından gelen emirlerle desteklenir.
Konukseverlik, eşdostla iyi geçinme, dinsel bayramlarda başkalarının
yaptıkları kötülükleri bağışlama, sert ilişkiler kurmamaya çalışmak, bütün
bunlar islami inancın tamamıyla ideolojik yönünü oluşturan ümmet hissinin
telkin ettiği hareketlerdir. Gaza: Ghazw, gazanın kökü Arap kabilelerinin mahalli talan
faaliyetlerine verilen addır. Gazi, bu bakımdan bir kabilenin geçim
vasıtasını İslam devleti kurulduktan bir kaç yüzyıl sürdürmüş olan bir
kimsedir. Max Weber islam dininin bir üst tabaka için talan imkanını veren
bir yapıt olduğunu iddia etmiştir. İslamiyetin amaçlarını böylece tanımlamak
meseleyi belkide biraz fazla basitleştirmektir. Fakat herhalde cihad
islamiyetin başından beri islam toplumunun önemli bir yönünü teşkil etmiştir.
İslamiyet uğruna savaşmak, islami toplumlarda çok yüksek sayılan değerler
arasında başta gelmektedir. Wittek'in belirttiği gibi kuruluş devrinde
Osmanlı İslam’ının her yönü gaza ideolojisi ile girift haldedir. Seyyid
Battal Gazi böylece Araplardan Türklere intikal eden bir kahraman haline
gelmiştir. İslamiyetin bütün özelliklerini yani: a) Toplumun genel hatlarını tamamlayıcı b) Talimat ve yönverici c) İdeolojik ve kültürel anlamları
topluma mal edici d) Kişinin korunmasını sağlayıcı e) İkincil yapıların yokluğunda, toplumsal
seyyaliyet sağlayıcı fonksiyonlarının nasıl elde edildiği tarikatların
oynadığı rolde görebiliriz. Tarikatlar İslamiyet yayıldıkça onun muhtelif şekillerine tamamen
uymayanlar bu uyumsuzluklarının cevabını Ortodoks islam dışında kişinin ve
grupların yorumuna açık olan gizemcilikte (mistisizm) onun örgütlenmiş şekli
olan sufilikte bulmuşlardır. Sufiliğin kendi içinde kurumsallaşması
tarikatların kurulmasına yol açmıştır. Tarikatçıların resmi ulemanın kuru doğru yoldan ayrılmayan
kılı kırk yararak sonuçlara varan öğretilerinden ayrıldıkları onlara cazip
şekiller verdikleri bilinen bir özelliktir. Edebiyat, sanat gizemcilik bed'i
ihtiyaçların büyük bir kısmı tarikatlar tarafından karşılanmıştır. Bilhassa halk arasında tarikat yapısıyla birlikte dinsel kültüre
paralel olan heterodoks bir kültür gelişmiştir. Halk arasında Osmanlı devlet
sınıfının İranlılaşmış edebiyatının yerini ilahiler rağbet bulmuş, Yunus Emre
ona en yakın yazar tipi olmuştur. Karizma Birçok rakip halifeliklerin baştan itibaren halifeliği
paylaşmadıkları bir ortamda müslümanların aradıkları asıl meşruiyyet kaynağı
islamiyetin şanına uygun bir ortamda sürdürebilecek bir güce sahip olmaktır.
Bu güçte karizma olarak nitelenmektedir. IV. BÖLÜM OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA YAPI ve KÜLTÜR Osmanlı toplumu iki ana sınıfa ayrılıyordu. Askeri denen
ilki saltanat beratı ile padişahın dinsel yetki yada
yürütme yetkisi tanıdığı kimseleri, yani saray memurları, mülki memurlar ve
ulemayı içine alıyordu. İkincisi reaya olup vergi veren, fakat hükümete katılmayan
bütün müslüman ve müslüman olmayan uyrukları içine alıyordu. Şehirlerde lonca zenaatları vardı. Devlet loncaları
tüccarların tekelci davranışlarına karşı koruyordu. Tüccar kapitalist
oligarşilerinin kurulmasını önlüyordu. Büyük devlet memurlarının olağanüstü
yollardan kazanılmış servetleri müsadere edilmesi muhtemeldi. Buda vakıfların
kurulmasını teşvik etti. Osmanlı iktisadi kontrol siyasetinin saiki hisbe
olduğu kadar askeri yapıyı da desteklemektir. Bunun kanıtı tahıl ticareti
siyasetidir. Tüketiciler ve ordu ihtiyacı yararına yalnızca üreticilere baskı
yapıldı. "Medeni Toplum" Yokluğu Osmanlıda merkez hükümetinden bağımsız olarak işleyebilen ve
mülkiyet haklarına dayanan toplum bölümü görünmüyordu. Hegel bunu medeni
toplum diye adlandırıyordu. Hegelde sivil toplum özü teşkilatlanma hürriyeti
kavramıdır. Osmanlıda tüzel kişiliğin kurulmasına pek imkan tanınmıyordu.
Durkheim ikincil yapıları toplumda yerini alamamıştı. H.Ar. Gibb ikincil
yapıların en yakın Osmanlı karşılığını tasvir etmiştir. Esnaf loncaları köy
kurulları ve göçebelerin aşiret teşkilatları. Osmanlıda statücülük ve bürokrasi çok yaygındı. Kısaca
Osmanlı sistemi yayılmışlıkta hafifletilmiş statü sistemi diye
nitelendirilebilir. Temelde tüzel kişilik kavramı vakıf kurumuna münhasırdı.
Devlet buna haklı bir şüpheyle bakıyordu. Zira memurlar bunu kişisel
servetlerini devletin müsaderesinden kaçırmak için kullanıyorlardı. Katı
statü düzeni iki kültürün oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bunlardan ilkine
saray kültürü, diğerine de taşra kültürü denebilir.
CUMHURİYET DEVRİNDE "VOLK" İSLAMI Cumhuriyet dinin toplumun şekillenmesinde görev dışı ilan
edildiği bir dönem olmuştur. İdeolojilerle toplum hayat, tanzim edilmek
istenmiştir. Halk kültürü ile aydınlar kültürü arasındaki farklılık Cumhuriyet
Türkiye’sinde de sürdürüldü. Halkla alakalanan yazarlarımız bile halkın
cehaletini göstermeğe çalışmışlardır. Medeniyet arama salt seçkinler katında
yürütülen bir faaliyet olmuştur. Halk dini seçkinler dışlanmıştır. Halk
İslamı kuraldışı sayılmıştır. Fakat halk kişiliğini kendi değer yargılarına
göre tanımlamaya devam etmiştir. Kemalizm kültürün kişilik yaratıcı katında yeni bir anlam
yaratmadığı ve yeni bir fonksiyon görmediği için bir rakip ideoloji rolünü
oynayamamıştır. Kemalizmin bir diğer zaafı dine rakip olabilecek
ideolojilerin ortaya çıkmasına müsaade etmemiş olmasıdır. Ümmet Dünya Görüşü Ümmet dünya görüşünün Cumhuriyet aydınlarına tevarüs etmiş
olan şekli sosyal hakikatlerin basit hakikatler oldukları fikridir. Bundan
dolayı kendi içinde bir anlam taşımayan "hurafe" kavramı
ülkemizdeki birçok aydınlar için yeterli bir izah teşkil etmektedir. Fakat bu
hurafelerin bir sistemi olduğu da karşısına geçilmez basit bir gerçektir. VI. BÖLÜM AMPİRİK KANITLAR 1- Din sosyolojisi bakımından a) Dinin gerek kişi katında gerek toplum yapısı katında bir
fonksiyonu vardır. b) Dinin kişi katındaki etkisi şudur. Kişi din aracılığıyla
kontrol altına alamadığı bazı kuvvetlere tabi olduğu hissine karşı bir
kişisel güvenlik mekanizması kurar. c) Dinin toplum katındaki fonksiyonu i. etrafındaki dünyayı anlamasına yarayan bir model temin
etmesinde ii. toplum ilişkilerini pekleştiren yönler vermesinde
belirir. 2- İslami inanç bakımından a) Dinselle dinsel olmayanı islamiyet ten birbirinden
ayırmak zordur. Herhalde kişinin sosyal kimliği dinsel kalıplarla teşekkül
eder. b) Dini doğmanın islami toplumlarda ideolojik bir mütenazırı
vardır. O da ümmet dünya görüşüdür. c) İslamiyet’te seçkinler dini-halk dini şeklinde
başlangıçtan beri bir ayrılık olmuştur.
3- Osmanlı imparatorluğu yapısı bakımından a) Osmanlı imparatorluğunda halk kültürü ile seçkinler
kültürü arasındaki ayrılık kendini din alanında da belli etmiştir. 4- Türkiye Cumhuriyeti bakımından a) Cumhuriyetin modernleştirici aydınları bu dini ikiliğe
önem vermemişlerdir. b) Teklif ettikleri hal çarelerinde ümmet yapısına
sandıklarından çok daha bağlı kalmışlardır. c) Türkiye Cumhuriyetinde tüzel kişiliğin hukuk teorisine
girmesi ve batılı hukuk normlarının tatbiki ilk defa olarak dine devletten
ayrı olarak teşkilatlanma şansını tanımıştır.
|