|
BİR YAŞAM
BİÇİMİ OLARAK İSLAM Yazar : M. Tarık KUREYŞİ Bu kitap; aranmakta olan çareyi yani İslam’ın aydınlatıcı
ışığını sunmaktadır. Birçok çağdaş bilim adamının çalışmalarının yer aldığı
günümüz dünyası için faydalı olacağı umulan bu kitap, 15. asırda hâlâ ilk
asırda olduğu kadar dinç, güçlü, çözüm verebilen ve yeniden yorumlanabilen
bir yapıda olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu kitapta yer alan her biri ele aldığı konuyu güzel bir
şekilde işleyen makaleler, herbiri kendi alanında mütehassıs olan İslam
bilginleri tarafından yazıldığından dolayı İslami bilginin kazanılmasında
okuyucuyu daha hevesli yapacaktır. Kitapta ele alınan konular; İslam (Genel olarak), Kur’an,
Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliği, İnsanlık, İslam devleti, Refah devleti,
İslam’da siyasi haklar, İslamda kadın, İslamda giyim ve İslamda sanattır. Giriş (M. Tarık Kureyşi) İslami hareket: Alın yazısı mı yoksa bir geçiş dönemi mi? İslami hareketin iç dinamikleri şu Kur’ani kavramlarla sıralanabilir. Birincisi, Allah (cc) tektir ve O’nun kanunları bütün
kainatı idare eder. İkincisi, herkes kendinden mes’uldür ve ahirette sadece
kendi amelleri ona fayda sağlayacaktır. Üçüncüsü, beşeriyet birdir; peygamberlik de birdir. Çünkü
kaynakları birdir. Dördüncüsü, zulme karşı savaşmak gerekir. Zulüm göz ardı
edilemez. Zalimler dost edinilemez. Bunlar müslümanlık bilincini oluşturan kavramların bir
kısmıdır. İslam’ın Manası ve getirdiği mesaj: (Mevdudi) İslam, Allah’ın en baştan beri insanoğluna vahyettiği tek
dindir. Nuh, İbrahim, Musa ve İsa (as.) hep aynı dini yaymak için
çalışmışlardır. Onlar dinlerin kurucuları değil, kendinden önce gelen
peygamberin dinini tekrarlayan peygamberlerdir. Peygamberimiz son peygamber
olması sebebiyle en son ilahi mesajı tebliğ etmiştir. Peygamberimizin üstlendiği misyon evrenseldir ve bu
Kur’an’da açıkça tasdik edilmiştir. Bu, O’nun son peygamber olmasının mantıki
bir sonucudur. O bütün insanlar ve çağlar için yol gösterici olmak
zorundaydı. İslam tamamen akla uygun bir dindir. İslam insana her
adımında yol gösterecek ahlaki bir düzen sunar. İnsanların manastırlarda
aradıkları manevi değerler İslam tarafından hayatın akışı içinde sunulmuştur.
Hükümet ve devlet başkanları, yargıçlar, ordu ve polis teşkilatlarının
üyeleri, halkın parlamentolardaki temsilcileri, finans, ticaret ve endüstri
liderleri, lise ve üniversite hocaları ve öğrenciler hepsi hayatlarını
İslam’a göre düzenleyebilmeleri için gerekli rehberliği elde edebilir. İslam’da özel ve konumsal fiiller diye bir ayrım yoktur.
Aynı manevi ve ahlaki değerler kişiler için hem evde hem de insanlar
arasındayken geçerlidir. Kurallarda İslam’a uyulmalı, âdil olunmalıdır.
Kısacası İslam’ın manası budur. Kur’an’ın Derlenmesi: (M. A. Draz) Kur’an, basit bir cildin arasında yaklaşık her biri on beş
satırdan oluşan beş yüz sayfanın üzerinde bir kitap olup değişik uzunluktaki
surelere ayrılmıştır. Kur’an-ı Kerim, bu halini alıncaya kadar değişik evrelerden
geçmiştir. Hz. Peygamber tarafından alınan ve okunan vahiy ifadeleri
anında vahiy katiplerince ağaç yaprakları, odun parçaları, parşömen, deri,
düz taşlar, kürek kemiği gibi uygun nesneler üzerine basit tarzda
yazılıyordu. Bu yazım işinde 29 kişinin yer aldığı söylenir. Bu sahabeler;
Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Muaviye ve Zeyd bin Sabit gibi
sahabelerdi. Gelen ayetler Hz. Peygamber (sav)’in surenin devamına bazan
da ortasına ekleniyordu. Hz. Peygamber, bu yerleştirmenin kendisine Cebrail
tarafından dikte ettirildiğini ifade ediyordu Sonuçta Efendimiz’in hayatı müddetinde bir kaç yüz sahabe
Kur’an’ı bu diziliş tarzına göre ezberlemiş bulunuyordu. Hz. Peygamber’in
bildirdiğine göre her yıl Ramazanda, o zamana kadar gelen ayetleri ezberden
Cebrail’e dinletirdi. Efendimiz’in vefatından sonra yapılan Yemame Savaşı’nda
Kur’an hafızı yetmiş sahabe şehid olunca, Kur’an’ın toplanmasına dair fikir
ortaya atıldı ve buna karar verildi. Vazife Zeyd bin Sabit’e verildi. Hz.
Zeyd önce bunu kabul etmedi fakat Hz. Ebubekir’in ısrarı ile kabul etti. Hz.
Zeyd Efendimiz’in Kur’an’ı en son ezbere okuması esnasında hazır bulunmuştu. Hz. Osman devrin de 4 kişilik bir komite kurarak bu mushafı
çoğalttı ve önemli İslam şehirlerine gönderdi. Çoğaltma anında imlasında
analaşmazlığa düştüğünüz kelimeyi Kureyş lehçesinde yazın, ihtarında bulundu.
Çünkü Kur’an, Kureyş lehçesinde inmişti. On dört asırdır İslam dünyasında bulunan Kur’an Hz. Osman
mushafıdır. İslam’da Dinamizm Kaynakları: (Fazlur Rahman) İslam’ı diğer dinlerden ayıran husus, O’nun İslami bir
devlet kurulması ile alakalı merkezi ve doğrudan ilgisinin olmasıdır.
İslam’ın cihanşümul bir toplumsal düzen görüşü zorunlu olarak her şeyden önce
İslam toplumunun insanlık için meydana getirilmiş, iyiliği emreden,
kötülükten alıkoyan ve Allah’a inanan iyi bir toplum alarak kurulmasını icab
ettirdi. İslam’ın dünyada toplumsal bir düzen kurmaya ağırlık
vermesinin O’nun temel bir özelliği olduğunu; anacak çağdaş bazı yazarlara
göre hususi manevilik arz eden kişisel bir doğruluk olduğundan bunun tamamen
tesadüfi bir şey olduğunu ve son olarak bu laik tutumu reddedenlerin
Peygamberimiz’in Mekke tecrübesini tamamen ruhi, Medine tecrübesini ise
sosyo-politik olarak nitelendirirler. Bu her iki terim yani ruhi tarafla
toplumsal eyleme yönelik vech birbirini gerektirir ve birbirine bağlıdır. İslam topumu daha Medine’de ilk oluşturulduğu günlerden beri
Kur’an’ın ifadesiyle “arta bir ümmet” ve “insanlık için meydana getirilmiş
iyiliği emreden kötülüğü yasaklayan” en iyi toplumdur. Topluma üstünlük
kazandıran özellik durmadan gelişti, büyüdü. Doğal olarak bu topluluk
dünyanın o gün biline büyük bir kesimini nisbeten kısa bir süre içinde kendi
denetimi altına aldı ve yayıldıkça öz dürüstlük duygusu, İslam’ın üçüncü
yüzyılına varmadan kendisini kendi içine kapanı, kendine yeterli olduğu
görüntüsüyle ve Allah’ı istismar etmekle yer değiştirdi ki bu Kur’an’ın
açıkça Yahudi ve Hristiyan topluluklara yönelttiği bir ithamdır. Toplun içine
baktığımızda birbirinden alabildiğine değişik ve birbirine bütünüyle karşıt
harici ve ehli sünnet grupları oluştu. Fakat kendini islamla özdeşleştiren
hiçbir grubun islam dışında tutulması mümkün değildi. Bir çok batılı gözlemci Sünniliği, teolojik sistemiyle
birlikte İslami orta yol olarak, Şiiliği ise en büyük mezhep gelişmesi olarak
görmüşlerdir. Harici, Mutezili ve Şii siyasi-teolojik tutumlar
formüllendirilmeden önce “Sünnilik İslami orta yoldur” diye bir şey yoktu. Ki
Sünnilik kendi tutumunu bu hizibci gelişmelerle olan ilişkisi içinde ve
çeşitli konularda açık bir tutum takındıktan sonra belirlemeye başlamıştır. Yani
bir bakıma Sünnilik bu mezhepçi gelişmelere tepki olarak doğmuştur. Dikkat
etmek gerekir ki “ehli sünnet” ‘deki sünnet efendimizin sünnetini değil orta
yolu ifade etmektedir çünkü neharici ve mütezili ve ne de Şiilik sünneti
ifade etmez. Ebu Hanife söz gelişi mürcie olmakla suçlandığı zaman kendisini
yalnız “adalet” ve “sünnet”e uyanlardan olduğunu söyler. Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliği: (Cemal A. Bedevi) Bugüne kadar Peygamberimiz hakkında müslüman gayri-müslimler
tarafından bir çok eleştiriler yapılmıştır. Fakat bu eleştiriler ön şartlı
olmaktan kurtulamamıştır. Eleştiriler basitçe az da olsa üç döneme ayrılabilir: Münakaşalı dönem : Bu
yazarlar dini ön yargılarıyla hareket etmişlerdir. Yazılar müslümanlar
aleyhine öfke ve kızgınlık duyguları uyandırmak niyetiyle kaleme alındıkları
için bu grubun yaklaşımları dürüst bir araştırmacı ruhu yansıtmaz. Kılık değiştirmiş savlar : Bu
yazarlar kendilerinden öncekileri aşırıya kaçmakla suçlamışlar, İslam’a ve
Hz. Muhammed (sav)’e açıkça saldırmaktan vazgeçmişlerdir. İslam’ı yok etmek
için daha etkili silahlar geliştirmeye uğraşmışlardır. Sömürgecilik ve
misyonerlik gibi. Kaçınılmaz tutarsızlık : Bu
daha müsamahalıdır. Hatta bazı yazarlar İslam’ın güçlü ve uyarlanabilir bir
ideoloji Muhammed (sav)’e de olumlu vasıfları olan biri olarak bakmaya
başladılar. Fakat ne kadar ılımlı olurlarsa olsunlar Kur’an’ın Muhammed
(sav)’in eseri ve İslami öğretilerin beşeri kaynaktan çıktığı iddia etmekten
geri durmalıdır. Muhammed (sav)’in hayatı ve ahlakı hakkında adaletli ve
mantıklı bir şekilde yapılan her araştırma, peygamberlik ve ilahi vahiy
iddiasına hiç bir gizli dürtünün sebep olmadığını, hiçbir şüpheye yer
bırakmayacak şekilde ortaya koyacaktır. Her yere ulaşan, ruhi, ahlaki,
sosyal, siyasi ve iktisadi bir devrim meydana getiren (böylece tarihin
akışını değiştiren) bu kitabın şiddetli sara nöbetlerinin ürünü olmadığını
söylemeye gerek yoktur. Ümmi Peygamberin Katipleri: (M. M. Azami) Araplar, islam öncesi dönemde yazı yazmanın önemini
biliyorlardı. Bunun mükemmel bir insanın üç temel vasfından biri olduğunu
kabul ediyorlardı. Ve Araplar arasında en asil olanlar öğretmenlik mesleğini
yaparlardı. İslamın ilk devirlerinde okuma yazma bilenlerin sayısı
oldukça azdı fakat Medine de Hz. Peygamberin (sav) politikası sayesinde
sadece Hz. Peygamberin (sav) katipliğini yürütenlerin sayısı elli olduğu
söylenir. Bu katiplerin çalıştığı yere de divan adı verilirdi. İslamın ilk
devirlerinde üç divan türü vardı.
Peygamberimiz bizzat kendisi katiplik müessesesinin, düzenli
ordunun, vergi toplama sisteminin ve aynı zamanda yabancı dilleri Arapçaya
Arapçayıda yabancı dillere çeviren bir tercüme dairesinin temellerini
atıyordu. İslam ve İnsanlık: (Hamuda Abdalati) İslam iyiye tabi olmayı Allah (cc) ‘ın rızasını kazanmayı ve
şeriatına bağlanmayı hedefler. Bu tanım müslüman bir bireyin köklü ve derin
iç bağımlılığı demek olan İslamın asıl özünü ön plana çıkarmaktadır. İslam seçme özgürlüğüne yer verir mi? Diye sorulabilir.
İslamda insan iman ve amel yolunu seçme hürriyetine sahiptir. Bu hürriyet
mutlak olmadığı gibi tamamen de yoksanamaz. İslamın tüm ilahi dinlerin özü, esası ve Ademden (as.) Hz.
Muhammed’ e (sav) kadar tüm peygamberlerin yüklendikleri misyon olduğundan
emin olabiliriz. Bazı din ve felsefeler insanı; doğumdan ölünceye kadar
mahkum edilmiş sıradan adi bir yaratık veya ifrata giderek tanrı olarak
görmüşlerdir. İslama göre insan; Allah (cc) tarafından sorumlu bir varlık
olarak seçilen, belirli mükellefiyetleri yerine getirmekle yükümlü,
yaratanına karşı sorumlu, ruhi ve ahlaki değerlerle donatılmış yegane
varlıktır. İslam Devleti ve Refah Devleti: Benzerlikler ve Farklılıklar (Munzir Kehf) Son zamanlarda refah devleti üzerine bir eleştiri furyası
başladı. Refah devletinde aşırı vergilendirme, müteşebbis sınıfın bu yüzden
ülkelerini terk durumunda kalması ve bir asalak sınıfın ortaya çıkması gibi
tenkitlerdir. İslam refah devletine talip olduğuna göre nedir? İslami refah
toplumu. Refah devletinin vasıfları;
Ayrıca refah devleti, refah ve mutluluğu faydacı bağlamda
tanımlar. İlk İslam devleti Medine’de Peygamber Hz. Muhammed (sav) ve
ilk dört halife zamanında teşekkül etti. Bu İslam devletinin temel ilkeleri
kur’ an ve sünnette bulunmaktadır. İslam devletinin özü, hükümranlığı tamamen
Allah (cc) ‘a aittir. İdn Haldun İslam devletinin fonksiyonunu “Toplumu dünyevi ve
uhrevi işlerinde, şeriatın emirlerini yerine getirmeye bağlı kılmaktır”
şeklinde açıklamaktadır. İslam devleti için en önemli olay İslamın muhafazası ve
Allah’ın (cc) dininin hakimiyetidir. Halbuki refah devletinde esas mesele
fakirlere sosyal hizmetler sunmak ve koruyucu sağlık, eğitim, yaşlılar
pansiyonu gibi sosyal hizmetler temin ederek “ekonomik eşitliği” mümkün
olduğu kadar temine çalışmaktır. Refah devleti, faaliyetlerini yürütürken zorunlu olarak iki
şeye uymak mecburiyetindedir. Bunların ilki devletin sosyal idarede eşitliğe,
ikinciside seçimli demokrasiye bağlı kalma ilkesidir. Öte yandan İslam
devletinde İslami ideolojiden çıkarsanan iki esas zorunluluğu bulunmaktadır.
Devletin şeriata riayetkarlığı ve şuraya bağlılığı. Refah devletinde parlamento uygun görürse sorunları çözecek
kadar vergi koyabilir fakat İslam devletinde böyle bir olay yoktur. İslam
alimleri zekatın dışında vergi koyulması sorusuna olumsuz cevap vermişlerdir.
İslamda devlet kendi kaynaklarını kullanarak giderlerini temin etmek
zorundadır. Ancak başka gelir kaynağı olmadığı takdirde vergilendirmeye
gidebilir. İslamiyette Siyasi Haklar: (El-Tayyib Zeynenl Abidin) İnsanoğlu siyasetin sadece politikacılara bırakılacak kadar
ciddi bir iş olduğunu fark ettiğinden beri siyasi haklardan bahsetmektedir. Eğer insanın özgürlüğü parçalanabilir bir şey ise, o zaman
siyasi haklardan, özgürlüğü korumanın temel bir parçası olarak söz etmemiz
mümkün olur. Siyasi haklar üzerine tartışılması gereken üç konu vardır.
İslamiyette en temel (kesin) değer adalettir. Herkes
dinleri, renkleri, ırkları ne olursa olsun, isterse bir dost, bir akraba yada
bir düşman olsun adaletli bir şekilde davranılma hakkına sahiptir. İslamda yönetici olabilmek için o işi yapabilme gücü ve
ahlaki yapısının güçlülüğü aranmaktadır. Seçme işini o toplumun alimleri ve
toplumda siyasi güçleri temsil eden ümmetin büyükleri istişarede bulunurlar.
Seçilen kişi; eğer ümmet onu kabul ederse halife olabilir. Halife şeriatten
ayrılırsa müslüman hukukçular onu görevden alabilirler. Karar alma mekanizmasına katılım demek olan “şura” hakkında
kuranda bahsedilir. Allah (cc) Peygamberine direkt emir olarak, müslümanlarla
istişare etmesi emredilir. Şura’da görüşülebilecek konular
sınırlandırılmamıştır. Vahiyle hükme bağlanmamış her mesele şura’da
tartışılabilir. İnanç özgürlüğü; düşüncelerin serbestçe açıklanabilmesidir.
İslam, bir inancı fikri ve idraki bir mesele olarak görür ve gerçek anlamda
hiçbir gücün inancı değiştirmeye yönelik zoraki bir katılımına izin vermez.
Burada bahsi geçen prensipler aslında siyasi haklar değil siyasi
yükümlülüklerdir. Bunlar Allah’tan (cc) başka bir kimse tarafından verilemez
veya alınamaz. Bu haklar efendimiz döneminde İslam devletinin ortaya çıkışı
ile açığa çıkmış ve uygulanmıştı. İslami Sosyal Düzen: Boyutları ve Özellikleri (Hammuda Abdalati) İslam sosyal sisteminin ideolojik temeli tevhid inancı yani
Allah’ın (cc) birliği inancıdır. İslam sosyal düzeninde ırk ayrımı yapmadan
herkesi bir ümmet olarak kabul eder. Belli bir soyun veya ırkın diğerine
üstünlüğü yoktur. Üstünlük takvadadır. Kim Allah’a (cc) daha yakınsa o daha
üstündür. İslam toplumunda tek hakim Allah’tır (cc). Onun koymuş
olduğu kurallar uygulanır ve ideolojik olarak hedefler kur’an’da
belirlenmiştir. İnsanın en büyük ve tek gayesi Allah’ın (cc) ismini bütün
dünyaya yaymak ve tebliğdir. İslamın ekonomik sistemi ne kapitalist ve nede komünisttir.
Esas olarak insaf ve merhameti alır. Herkes çalıştığının karşılığını alır.
Haksız kazanç yolları faiz, tefecilik haram sayılıp yasaklanmıştır. Toplumun
refahı için kullanılacak doğal kaynaklar toplumun öz malıdır. Ve toplum
bunlardan yoksun bırakılamaz. Fakat tamamen asalak çalışmadan kazanan sınıfın
doğması islamda engellenmiştir. İslami sosyal sistem hukuki olarak kur’an ve sünnete
dayanır. Kaynağı ilahidir. Kişisel hak ve hürriyetler garanti edilmiş,
üstünlük ve onur teşvik edilmiş, ahlaksızlık ve her türlü suistimale karşı
savaş ilan edilmiştir. Temel esaslar üzerinde basiretli ve hür yargıyı esas
alan islam kargaşa ve mesnetsiz yargılamayı yasaklamıştır. Bu sistem itidal ve elastikiyet temellerine, hak ve
görevlerin adilane dağılımını ve mevcut alternatif ve imkanların becerikli ve
akıllıca kullanımı esasına dayanır. Tüm bunlar islami sosyal sistemin
Allah’ın (cc) rızası ve hoşnutluğuna dayanan, Kur’an ve sünnet öğretilerinin
harmonik bir unsuru olmasındandır. Cinsiyet Unsuruna İslami Bir Bakış: (M. Ebu Saud) Canlılar hayatlarını idame ettirmek için üremeleri
gerekmektedir. Üreme olabilmesi için erkek ve dişiden gelen iki hücrenin
birleşip yeni bir canlıyı oluşturması gerekmektedir. Öyleyse çiftleşme veya
evlilik basit anlamda bir varlık yasasıdır. İnsanlarda üreme erkekten gelen (y) ve dişiden gelen (x)
kromozomlarının birleşmesiyle olmaktadır. Bu kromozomlardan ağır basana göre
insanlar erkek veya dişi olmaktadır. Kız çocuklar doğduklarında annelik iç
güdüsüyle, erkek çocuklar ise babalık içgüdüsüyle doğmaktadır. O yüzden kız
çocuklar küçükken bebeklere daha çok ilgi ve alaka gösterirler ve kızlarda
şefkat ve merhamet erkeklere nispeten daha çoktur. Bayanlar genellikle nazik, narin, çocuk sevgisiyle dolu ve
duygusal yapılı, baylar ise haşin, güçlü, cesur ve sağlam görünüşlüdürler. Bu
da toplumda kadınlar ve erkekler arasında belli bir ayrımın oluşmasına
sebebiyet verir. Bu, anaokulundan üniversiteye kadar ve hayatın her kolunda
bayanları daha çok, fazla güç gerektirmeyen işlere erkekleri ise güç
gerektiren işlere yönlendirmiştir. Evlilik hayatın devam ettirilmesi için gerekli bir
faktördür. Bir müslüman evliliği her şeyden önce Allah (cc) emrettiği için
yapar, ayrıca duygusal ve cinsel tatmin, gerilimi azaltma, meşru nesil
üretimi ve toplumsal nüfuz gibi faydaları bulunmaktadır. Kadın islamla ailede
gerçek yerini bulmuş ve kavramıştır. Eski Hrıstiyan medeniyetinde kadın,
satılan bir meta, Musevi medeniyetinde ise, ruhsuz bir insan olarak kabul
edilmiştir. Yüzyılımızda ise kadına özgürlüklerde ifrata kaçılmış ve sonuçla
ancak “medeni fuhuş ve zina” kepazeliğinin girdabında buldular kendilerini. İslamın Kadına Bakışı: (C. M. Zarabozo) Kadın asırlar boyunca sömürülmüş ve kötü muameleye tabi
tutulmuştur. Bunun sebeplerinden biri kadın ve erkek arasındaki fizyolojik
fark, ikincisi maddi değerlerin ön plana çıktığı sistemlerde kadına saygının
olmaması. İslamda kadına gerçek değeri verilmiştir. Allah (cc) Kuranda
evlilik veya karı koca arasındaki ilişkiden bahsederken, onu sevgi, şefkat ve
karşılıklı münasebeti olan iki insan arasındaki ahenk olarak tanımlar. Bu böyleyken bazı müslümanlar islam adına kadınlara kötü
davranırlar. Bunun sebebi kur’an ayetlerinin ve bazı hadislerin yanlış
aksettirilmesindendir. Efendimiz veda hutbesinde “Kadının ancak ahlaksız
hareketlerinden dolayı çok açık bir şekilde suçlu bulunduğu ve başka çare
kalmadığında dövülmesini” vasiyet etmiştir ve “acı vermeyecek “ şekilde
uygulanmasını emretmiştir. Erkek sadece hanımının geçimini sağlamakla sorumlu değil
aynı zamanda yemek pişirmek, temizlik gibi evin bütün ahvalinden sorumludur.
Bunları hanımına yükleyemez., hanımı yapmıyorsa yapmadığı için azarlanamaz.
Dikkate alınması gereken bir başka hususta eğitimdir. Peygamberimiz, erkek
olsun kadın olsun bütün müslümanlara eğitimin bir ödev olduğunu söylemiştir.
Ve bu eğitimin sağlanması kocanın bir görevidir. İslam’da Giyimin Ölçüsü: (C. A. Bedevi) İslam’da müslüman kadın ve erkeğin uyması gereken belli
ölçüler vardır ve bunlar kur’an ve sünnet ile sabittir. Buna göre müslüman
kadın örtünmede şu hususlara dikkat eder.
Müslüman erkeğin giyimindeki ölçüler;
İslam Sanatı: Doktrini ve Oluşumu (M. Abdul’wahhab) İslam sanatı hicretle birlikte ortaya çıkmıştır. İslam
sanatı haricindeki sanatların karakteristiği olan dans, rol yapma,
şarkıcılık, ressamlık, heykelcilik vb.. şehvetle ilgili anlam taşımaz. Sanat
burada mimari olarak düşünülür. Bazı oryantalistler İslam sanatının bazı dış sanat
akımlarından etkilendiğini söylerler fakat bunu hata olduğunun delili yapılan
ilk mescid olan Kuba mescididir. Bu mescidde oluşturulan mihrab, minber ve
kürsü bizzat efendimizin talimatıyla vahyi olarak yerleştirilmiştir. Oryantalistlerin görüşüne göre İslam sanatı motive etmez
bilakis sanata engel olur. Bu hatalı bir görüştür. Bütün sanat dallarının
esin kaynağı ilham iledir. Fakat İslam sanatını kaynağı dinidir. İnsan; Allah
(cc) sanatındaki mükemmelliği gösteren bir sanat eseridir. Müslüman
sanatçılar Allah’ın (cc) yaratıcılığını taklit etmekten kaçındıkları için
heykelcilikle uğraşmadılar. Bir süsleme sanatı olarak “hat sanatı” da kur2an tarafından
müslümanlar arasında motive edildi. İslam mimarisinden sonra bu sanat
kusursuz sanattır.
|