|
ATEŞ
TECRÜBELERİ Yazarı : Ahmet Turan ALKAN Yayınevi : Ötüken Yayınları Baskı : İstanbul / 1996 / 300 shf. 1. BÖLÜM: MEMLEKET AHVALİ a) Ateşlerde Yürümek: Evet
Türkiye’nin coğrafi yeri çekiçle örs arasındadır. Tarih yüzyıllardır Türk'ün
ateşle yaptığı raksı seyrediyor. Devletler hukuku diye bildiğimiz şey Orman
yasalarının kravatlı hali. BM, AGİK, Barış senetleri bunlar esasta ben ıslık
çalarım sen oynarsın mealindeki masadaktır. Lozan'da geniş Türkiye bilinen
bütün petrol mıntıkalarından uzak tutuldu. Türkiye'ye ise biçilen rol tarım
memleketi olmak, daima borçlarla batıya mahkum olmak. Evet Türk coğrafyası,
kendi tarihiyle hesaplaşıyor. Hani bütün komşularımızın işini gücünü bırakıp
bizimle uğraştığını düşünmekte hoşumuza gidiyor. Dışarıya tarım mamulü satıp
petrol, yedek parça alan bir Türkiye’nin bu günkünden daha huzurlu olacağında
galiba hem fikiriz. Ama Türkiye'nin başka şansı yok. Fikir üretmeyi eğitimde
kaliteyi arttırmayı dünya ile entegre olmayı başarmalı. Devletin Hali: En iyi
devlet hiç yönetmeyen devlettir. Ama bu devlet bize lazımdır. Onu daha az
yönetir hale getirmemiz için lazımdır. Milliyetçilik: "Ne
mutlu Türk'üm diyene" desekte TC. Devlet-i Aliye'nin teba'sına bakışını
tevarüs etmişti. Evet Osmanlı halkına bir arada yaşama dersini iyi
belletmişti ama son zamanlardaki Milliyetçilik 80 öncesinden farklı kendi
tarafına sevgiden ziyade, karşıt guruptan nefret etme iç güdüsü hakim. Evet
"Bir Türk dünyaya bedeldir" sözü dağa taşa yazılsa da devlet
gündelik uygulamada Osmanlı hükümeti gibi davranmaya mecburdu ve öyle
davrandı. b) Türkiye'den İç Siyaset Manzaraları: 12 Eylül' den sonra yağmur dinince kesimler arası uçurumun o
kadar da olmadığı görüldü. 20. Y. yıl boyunca Türk siyasi hayatı hiç bu kadar
fırtınasız olmadı. Ama 1993 yılından bu yana Türk siyasi hayatında demokratik
ortam yeniden sertleşmeye başladı. Komplo teorileri etrafımızı sardı. 80
öncesinde oy toplama yöntemi yandaş olmayanları düşman olarak göstermekti.
Ama 83'ten sonra bir partinin tek şansı iyi bir program ve inanılır bir
siyasi kadro kurmaktı. Şimdi yeniden hava giderek sertleşiyor, intikam-ı
küfür çığlıkları tekrardan yükselmeye başladı. Artık birilerinin işi hayli
kolaylaşıyor. Artık kamu oyunun sağduyusuna değil korkularına hitap ediliyor.
Bir şeyler öğrendik çorbamızdan sinek çıkarsa suçu komünistlere de aramak
yerine, yakınlarda bir çöp varili var mı ona bakıyoruz. Ve laisizm; insanlara
dini duygularını öğretmek yerine dini kontrol etmek. Tabii ki Türk solu da
laisizmin tabii müttefikiydi. Sistemin Takozları: Jakoben
irade diyebileceğimiz güç odakları, kendi vehmine bıçak dayandığı zaman oyunu
kendi kurallarına göre yönetmeye kalkması, her 10 yılda bir halkın iradesine
konan engeller. Bir diğer engel de 'Haşmetli Türk Bürokratları'. Sistemin
gizli efendileri. Evet o halde bize Kamikaze irade lazım, ülkenin selameti
için kendi ölümüne razı olabilen bir irade. Siyasi kariyerini sokmaya hazır
bir irade. c) Toplumun Ergenlik Sivilcesi Milliyetçilik: Bizler insanların 'Bir tek ümmet' oldukları devri tahayyül
edebilmek için gerekli zihni donanımdan mahrumuz. Evet, milletler nasıl bir
arada tutulur? En yalın çözüm 'inanç' değişkenini kabul etmek olabilir.
Musevilik hariç bütün dinlerin temel iddiası budur. Gelişen şartlar başka bir
değişkene ihtiyaç duymamızı sağladı: Siyaset... Farklı inanç ve etnik
özellikteki insanları bir arada tutabilmeyi başarmış model imparatorluk
modeliydi. Romadan bu yana kullanışlı bir yöntem olarak karşımıza çıkıyor.
Amerika da bu gerçeği göz ardı etmediği için ayakta. Ortaçağda İnanç Devri:
Sıkıştırılmış Avrupa'yı bir arada tutan kiliseydi. Kiliseyle birlikte
ortaçağın saf imanı da öldürücü yara aldı. Allah inancının yerini 'saf akıl'
inancın yerini 'hırs' sabrın yerini 'ihtiras' aldı. Evet insanları bir arada
tutan ortak payda yok olmuştur. (Mühim bir noktada kendine dinamik olarak saf
akıl, hırs ve ihtirası seçen Avrupa dünyaya hükmedince Dünya üstünde Allah
inancının yerini bu inançlar aldı) Sanayileşen Avrupalı topluluklar
kendilerini bir araya getiren şeyin kan bağı olduğunu keşfetti ve
'Milliyetçilik' başladı. Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk Milliyetçiliği
yapıldı ama yöneticiler sadece Türklere hitap etmediklerini biliyorlardı.
Enteresandır MHP hareketine katılanların arasında her millet vardı. Acaba
onları bir araya getiren Milliyetçilik miydi? Hayır, ezilmişlik ve yalnız kalmama gibi motiflerdi. d) Medyaya karşı fert: Medya
ve gladyatör dövüşlerini düşününce arada çok benzerlikler zuhur ediyor.
Kamuoyu, hafızası zayıf basarı uzvuyla öğrenen kitle. Ama aynı zamanda bir
kusuru var saflık. Tebdili kıyafet ile kamuoyu yoklayan sultanlar eskide
kaldı. Peki ya Türk medyası. Bir döneme kadar özgürlüğü hem kanunlar hem de
madden kısıtlanan medya. Ama zaman değişti, devlet tekeli kalktı. Özel teşebbüs
TV kanalları açtı ve devletle iyi ilişkiler içinde olma mecburiyetinde
olmadığını gösterdi. Ve medya gücünü yokluyor. Meydan muharebelerine giriyor.
Medya Frankenstein'in canavarına dönüşmeye başladı. Medya artık hem savcı hem
de hakimdi. Aklımıza hemen bu batıda nasıl oldu fikri geliyor. Batıda medya
sosyal değerler ve yargı kurumlarıyla dengelenmiştir. Türkiye de medya
kişilik haklarını tahrip etmeye başladı. En büyük tehlike oldu. Son 10 yılda
Türkiye'de sağlam gibi görünen temel taşları yerinden oynadı. Önümüzdeki
yıllar iç dengeler açısından sancılı olacaktır. e) Quo Vadıs Domıne: Evet
Türkiye nereye gidiyor? İllüzyon sona eriyor, ayaklarımız suya değiyor,
saçlarımız önümüze dökülüyor. Batı karşısında kendimizi bir saman çöpü
tedirginliğinde görüyoruz. Ekonomimizin bir bakkal defteri kadar gerçeği
yansıtmayan Bütçelerle gitmediği ortaya çıktı. Posta trenlerinin bile
durmadığı (!) yerleri il yapmayı vaad eden siyasilerin durumu. Yalan
hepimizin hoşuna mı gidiyor? Türkiye hızla kendi gerçeğine yürüyor. f) Havf ve Reca Arasında: Birinci
jöntürklerimiz Rousseau, Comte okuyor, usta kabul ediyorlardı. İkincileri,
Marx, Lenin'i üstad kabul ettiler. Artık doğru dürüst jöntürkümüz bile
kalmamıştır. (Yazarın yanılgısı) Evet insan neslimizin kalitesini yükseltmeliyiz.
Ama Milli eğitimin hali işler acısı neyse ki reca adına daha önceleri çok
defa böyle durumların içinden çıkabilmiş olmamızı söyleyebiliriz. Türkiye kolay idare edilebilir bir ülke olmaktan hızlıca
uzaklaşıyor. Korku ve ümitler arasında bir Türkiye gelişiyor. g) Yönetilmiyorum O Halde Varım: Günlük hayatta halkların hayatını en çok zorlaştıran yine
devlet neredeyse genlerimize vatandaşı kul sayan devlet anlayışı işlemiş.
Devlet Millet için vardır ama şu an halk devleti sırtında taşıyor. 2. BÖLÜM: KAFİR AĞLAR a) Önce Türkiye Kavramlar Değil Türkçe’nin İntikamı: Son
günlerdeki Laiklik kavgası aslında 70 yıl önceki dini kontrol etme
gayretlerine karşılık Müslümanlarda doğan öfkeden ibarettir. Evet devlet
laikti ama 1924 de kurulan diyanet işleri vasıtasıyla kamu bütçesinden din
bürokrasisine muntazam paralar aktarılıyordu. Aslında amaç yeni bir devlet
dini oluşturma gayreti idi. Evet böyle demokratik bir ortamda laikliği
kaldırmayı savunan bir parti tek başına iktidara getirecek halk desteği sağlarsa
ne olur? Oyunun kuralı açıktır: Halkın dediği olur. Aslında üzerinde
durulması gereken kavram demokrasi olmalı değil mi? Danimarka’nın ve
Norveç’in resmi dini Luthercilik. İspanya ve Portekiz’inki Katoliklik.
İngiltere teokratik bir devlet, kral aynı zamanda kiliseninde önderidir. Peki
onlarda olan bizlerde olmayan nedir? Demokrasi .. Türkiye Laiklik için
harcayacağı enerjiyi milli geliri arttırmak için harcasaydı herhalde sonuç
farklı olurdu. b) İslam’ın Köylü Ve Şehirli Pratiği Üzerinde Notlar: Sanılanın aksine devleti yönetenlerden halkın istediği
şehirden çok köyde oturması, çünkü köylüler problem üretmezler, talep baskısı
yoktur siyasi çizgileri aniden değişmez. Aza kanaat ederler uysal
vatandaşlardır. Dünyanın her yanında köylülerle şehirliler aynı şeye
bakarken farklı şeyler görürü ve düşünürler. Köylüler ve şehirliler arasında
müştereken 500-1000 kelime vardır. Dil farklıdır. Neseb ve soy birliği
vardır. Kültür birliği yoktur, din birliği vardır. Ama aslında bunda bile
birlik yoktur. Efendimizin hedefi Arapları şehirleştirmek ti. İslam zirvede
hep şehirlerde temsil edilmiştir. Peki ya köylü şehirli olunca ne oldu.
Şehrin dört boyutlu kriterleri yerini köyün tek boyutlu ve kıyafetsiz
kriterlerine terk etti. c) Tarih, Din, İlim, ve Siyaset Beyanındadır: İslam dini ve tarih ilişkileri enteresandır. İslam tarihinin
güvenilir aktarıcalarına ittiba ederek "selemet der kenarest"
fehvasınca amel edersiniz. Evet son yüzyıldır müsteşrikler yazdılar. Müslümanlar hep
reddiye yazdılar. İslam tarihçileri bir türlü bağcıyı dövmekten üzüm yemeye
vakit bulamamışlar. Mesela Hadis usulü ve İslam fıkhının tedvini açısından
geçerli genel bir kabule göre sahabelerin hepsi Udul olarak kabul
edilmektedir. Halbuki bu yaklaşım tarih usulüne aykırıdır. (Evet ama bizim vartamız,
kritiği, ehil olmayanlar da yapıyor.) İslamın tatbikatında görülen beşeri zaaf ve hatta
aksaklıklar İslamın kendisinden değildir. Evet oturup İslam’a dahil kritik
yapmazsanız İslam hukukunun kodifiye edildiği zamanlarda serbest bir gelişme
zemini bulan ilim acaba birer hukuk dahisi olan mezheplerin imamlarının son
noktayı koymalarından dolayı mı sükuta uğradı? Utanmazlık iletişimin ilk boyutudur. d) Türkiye'de Sağın Tarihine Buruk Bir Derkenar: Sağın tarifi? Sağ solcuların sağcılara laik gördüğü bir
sıfattır. Nasıl sağcı olunur? Tekelcilikle mi? Burjuvayı savunmakla mı?
Kapitalistlikle mi? Sağın kimliğini belirleyen iki müşterek var. Din gayreti
ve bayrak aşkı. Bu ölçülerden biri adamı sağcı yapmaya yeter. Daima tepki
tavrı içinde kalma mecburiyeti sağı netleştirmekten alı koydu. sağın tezi
yoktu. Sağın sanatla da alakası yok, hep şikayet edebiyatı ve basitlik. Hazin
tablolar. Dükkan isimleri: Furkan market, Seriyye Kitabevi Mesture giyim,
Tekbir Gıda... Nedir bu? saf İslam mı yoksa ticaret için Müslüman kardeşe göz
kırpma mı? Enteresandır sağ kendi temel sabitelerine güvensizlik içindedir.
Cat Stevens, Roger Garaudy, onların Müslüman oluşu sevinç dalgası oluşturdu.
Acaba "Çok şükür doğru yoldayım" kanaatini güçlendirdiği için mi
değerliydi? Sağın entellektüeli olmadı. Prof.'u, yazarı oldu, ama
entellektüeli olmadı. e) Üç Tarz-ı Siyasetten Tek Tarz- Siyasete: Osmanlı sonlarında üç akım vardı; İslamcılık, Türkçülük,
Osmanlıcılık. sonraları buna bir yenisi eklendi. Batıcılık. Yeni Türk devleti
radikal bir batıcıydı. Peki batı karşıtlığının izahı nedir? Cevabı nedir? Hep
ilim ve tekniği alalım, din ve ahlaklarını almayalım dedik. Artık bu çözüm
bile değildir. Evet kilidin şifresi "Allah insanlardan ne ister."
Bu kapsamda İslam taraf değil esastır. İnsan yeniden Allah'ın halifesi
mevkiine iade edilmelidir. f) İnsan Haklarının Etik Temeli Kölelik ve İslam: Batı bizim vesikalı yarimiz, onun insan hakları ihlalleri
sayılamayacak kadar çoktur. Yeni bir din doğuyor. Adı yeni dünya düzeni.
Cehennemi ise İstikrarsızlık, kışkırtma dış tahrik ambargo ve savaştır. Pax Americana: Pax
Americana çağdaş putların dev ağızlarına, çağdaş sunaklarda boğazlanan
kölelerin eti ve kanıyla beslenen yontulmuş bir Vandal İmparatorluğudur.
Roma’dan bile insafsız. Dünün firavunları da bir zamanlar süperdirler. g) Sessiz Çoğunluk Bakımından Batılılaşmanın Anlamı: İslamcılık bize batının 19. asırdaki hediyesidir. Aslında
batıcılık istemesek de içimize işlemiş meşhur batılıların Müslüman oluşu ile
inancımızı test ediyorduk. Cousteau, Garaudy, Kur'an'da 19 mucizesi vs.
bunlar bize hep güç veriyordu.
Aydınlarımızın zihni karıştı çoğu kere avam kadar dahi olsun
arif olamadılar. Batı öldü diyorduk ne oldu? Batı ahlaki çıkmazın içinde
olabilir. Ama asıl onları ürküten ekolojik tıkanma karşısındaki
çaresizlikleridir. Mesela Güçlü Biz Olsaydık: Hiç şüpheniz olmasın eğer böyle
olsaydı Fransız aydınları St. Michelle'deki bulvar kahvelerinde bol sigara ve
konsantre kahve tüketerek Osmanlı değerlerinin ezici Challenge'ı karşısında
Fransız kimliğini koruyabilmenin bunaltısıyla ezilip duracaklardı. Belki
içlerinden birisi "Müslüman olup kurtulalım, bu işin esrarı İslam
da" diye teslimiyetçi bir tavır geliştirirken, diğeri "Saçmalama
biz Hristiyanız ve öyle kalacağız, ağzımızla kuş tutsak bu Osmanlılar bizi
kendi paxlarına asla dahil etmezler, kurtuluşumuz için tek yol Atlantik
kıyısı ülkeleriyle müşterek bir entegrasyona girmektir" diyecek, bir
başkası "yahu ne tartışıyorsunuz Fransız olmak Osmanlı değerlerini
benimsemeye engel teşkil etmiyor ki, önemli olan Osmanlıdan bilgi ve
teknoloji almaktır. Bizim onlardan kafaca hiçbir eksiğimiz yok sadece
tembeliz o kadar" görüşünü savunacaktı, derken tartışmayı sessizce
izleyen bir başkası başını ümitsizce sallayarak "Yanılıyorsunuz baylar,
Osmanlıdan sadece bilgi ve teknoloji alsanız bile sonunda Osmanlı olursunuz.
Çünkü bilginin de kültürel kalıp sadedinde bir cinsiyeti vardır. Sonunda
Fransız kimliğini kaybetmemiz içten bile değil" derken belki bir diğeri
"Kurtuluş İsa'dadır. O'nun getirdiği doktrini biz hayata geçiremedik.
Kiliseye hapsettik. Laisizm canımıza okudu dinimizi gündelik hayatımızdan
sürüp çıkardık. Osmanlı değerlerinin esiri olduk. İçimizde sırf züppelik
olsun diye kandil günlerinde Quartier Latin'deki Rufai tekkesine gidip
halkaya dahil olanlar bile var. İçine yuvarlandığımız kültür emperyalizminin
boyutları gerçekten dehşet verici. Bazı arkadaşlar sırf modayı izlemek uğruna
sarıklı geziyor, sırf aykırılık olsun diye nargile höpürdetiyorlar. Biz
ruhumuzu kaybettik arkadaşlar. İsa öğretisinin temel değerlerini yeniden
yorumlamaktan başka çıkışımız yoktur ve olamaz" sözleriyle tezini
müdafaa edecekti. Çağdaşlaşmanın Yanlış Yorumları: Müslümanlar çoğu defa "ne zaman bir Müslüman kanalı
olacak" demişlerdi, ama Tv karşısında vakit geçirme stilini
sorgulamadılar. Bizim aslında meselemiz görünmez zihni engellerdir. ı) Şehre ve İslam Şehrine Dair: Medine'nin fazileti hiç şüphesiz sakinlerinin fazıl kimseler
oluşundan ileri gelmekteydi. Her millet kendi Medine-tül Fazılasını inşa
etmekle muvazzaftır. 3.BÖLÜM: EFSANE:5 TARİH:0 a) Osmanlı Tarihi bir inanç alanı: Osmanlı Tarihi, maalesef çoğumuz için hala bir inanç alanı
olmaya devam ediyor. Çoğumuz için o alanda sadece görmek istediklerimiz var.
Osmanlı Devleti merkezi görünümü altında bir ırklar, dinler, milletlere
federasyonudur. Ordusunun çoğu Müslüman nüfusa dayanması Osmanlının "
İslam Devleti" olduğu gibi hatalı hükümlerin verilmesine sebep olmuştur.
Keşke tarih literatürümüzde seviyeli polemiklere daha sıkça
rastlayabilseydik. Dikkatle tenkide eğilebilsek ve tahammül edebilseydik... b) Bizim Kürtler: Arnavut tan
Kürde Çerkez’e Laza Boşnağa ve Trakyalıya kadar TC. Vatandaşlarını aynı kod
içinde mütalaa etmeliyiz. Türkiye de Kürtler vardır ama Kürt haklarından söz
edenlerin iyi niyeti yoktur. 1000 yıldır aynı coğrafyayı paylaşıyoruz. TC,
Güneydoğuyu işgal altında tutuyor diyorlar, Kürtler de 30 yıldan beri
Türkiye’nin her tarafını işgal ediyorlar. Aslında Türkiye de hiçbir zaman
Türk ırkı imtiyazlı olmadı. Peki ya Türklerin imtiyaz istemeleri nedir? Kürt
meselesi, Kürtlerden başka herkesin işine yarıyor. c) Ahmet Cevdet Paşanın Gözünde Fransız İhtilali: İhtilal Osmanlıya yabancı idi. Avrupa devletlerinin çoğu
Fransız ihtilalini bir iç isyan saymışlardı. Aslında Fransa da ortaya çıkan
bu fitne adeta dinsizliği ilan ederek Allah korkusunu ve ahiret düşüncesini
Fransız halkından söküp atmıştı. Paşaya göre İhtilalin temel sebebi
Avrupa’nın sınıflı yapısıdır ve ihtilalde en ziyade dikkatini çeken nokta
dinin hafife alınmasıdır. Osmanlı aydını ihtilalle pek alakadar olmamıştı.
Ama gerçek etkisi Hıristiyan azınlıkların istiklal davasıyla kopmasıdır. d) Cumhuriyet ve Ciddiyet İlanına Dair Düşünceler: Cumhuriyet Demokrasi değildi İngiltere Krallıktı, hala
Cumhuriyet olamamıştı ama dünyanın en demokrat yönetimlerinden birisine
mahzardır. Cumhuriyetsiz de yaşanabiliyor. Ama demokrasisiz asla. e) 21. YY'nin Başlarında Atatürkçülüğün Durumu: Acaba Türkiye'yi 5 Nisan kararlarına getiren şartlar, Doğu
meselesi, Kıbrıs meselesi, Liranın durumu, ilke ve inkılaplara layıkıyla önem
vermemekten mi kaynaklanıyor? Enteresandır, 1960 ihtilalcileri Atatürk'ün
anayasasını değiştirdiler. Ama neden? Çünkü 1924 anayasası tek parti
hegemonyası için hazırlanmıştı. Çok partili ortama uymuyordu, İktidar
partisine büyük avantajlar veriyordu. f)Osmanlı Kimliğinin Eskimeyen Tarafı: Biz nedense Osmanlıyı hep Müslüman Türk tipinin tarih
içindeki rafine olmuş hali olarak tasavvur ediyoruz. Asrı Saadetten sonra
İslam’ın devlet düzeninde en ideal çerçevede geçirildiği düzenin adıdır. 4.BÖLÜM: BİR BÖLÜK ANKALARIZ a) Türkiye de Solun Zihni Donanım Problemleri: Her medeniyetin klasikleri vardır, ve o medeniyeti klasikler
anlatır. Türk solcusu mensubu bulunduğu medeniyetin bütün klasik değerlerine
sırt çevirmiş insan tipidir. Solcu olmayan birisi bir solcuyla konuşmak
istediğinde daima irili ufaklı birtakım tavizler vermek zorunda kalmıştır. Bu
nokta sağ sol fikir alışverişini bitirmiştir. Bu durum solcunun umurunda
değildir. Bütün dini ritüellere karşıdır. Türkiye’de sol sağa çok şey
öğretmiştir. Ama sol hiçbir zaman sağdan bir şey öğrenmeye yanaşmadı.80'li
yıllarda sol burjuva kurumlarını patlamaya hazır görüyordu. Ama Marksist
Leninist heybetli mitos aniden yıkıldı. Sol anlayış artık baharat
kabilindendir. b)Türkiye yanlış zihni duraklarda duraklıyor: Ülkemizde daha çok biz bu dertten iflah olmayız mantığı ile
hemen her mahfilde üretilen komplo teorileri bulunuyor. Salim, barış dolu
zamanlara ihtiyacımız var. Türkiye için bir zihni inkılap mı gerekiyor?
Hayır, Türk halkı bunu istemiyor. İktisadi bunalım ilk bakışta tarih boyunca
toplumumuza sürekli gölgelik yapıyor. Milli tarihimiz cesaret kırıcı bütçe
tabloları ile dolu. Sistem tıkanmıştır hükmü öyle mahfillerde kendinden emin
ifadelerle sarf ediliyor ki, bu sözün sıhhatinden şüphe etmek neredeyse
düşünce suçu sayılır oldu. Batının meydan okuması karşısında almamız gereken
zihni tavır Türkiye’nin çözülemez sanılan bütün problemlerinden daha ağır ve
müşküldür. Türkiye’nin gündemindeki en önemli meseleler, ortalama on yılda
bir sıralamada yer değiştirerek zihni kirlenme yapıyor. Dehaya değil basirete
güvenmeliyiz. Türkiye’nin problemi zihni oryantasyon eksikliği. Muhtemelen
Türkiye şu anda yaşadıklarını mumla aratacak yeni problemler listesi ile baş
başa kalacak. Yeni insanlar değil yeni zihni tavırlar lazım. c) Bilgi Toplumu: Dilerseniz
kalemi kağıdı hazırlayıp 10 soruluk bir liste hazırlayınız, listeyi 100,1000
soruya çıkarmak da mümkündür. Sayısı ne olursa olsun bilmek istedikleriniz
içinde bulunduğunuz zihin ve şuur halinde sizi motive eden merakınızı
kamçılayan idrak seviyesini işaretleyecektir. Bilgi talebimiz daima
idrakimizle sınırlıdır. Bilginin hamurunda üç katkı maddesi vardır: Kan,
gözyaşı, ızdırap.. Her bilginin bedeli vardır... d) Bu ülkenin aydınları:20.yy'ın
insanları 19.yy'ın insanlarından daha erdemli olduklarını gösteremediler. Ama
modern teknolojinin peygamberlerine nispetle geçen asrın teknokratları daha
şimdiden bir nalbant çırağı kadar sakar ve ufuksuz görünüyorlar. Türk aydını
İslam’ın cihanşümul mesajını küre sakinlerine en doğru tarzda ulaştırabilecek
cihazlara sahip bir zümredir. Türk aydını teknik sahada söz sahibi değil ama
adil ve barışçı ve insan olmanın onuruna uygun yaşamanın bütün cihazları ve birikimini
hala ellerinde tutuyorlar... Bir hedef peşinde olduğun zaman Yıldızlardan aşağısı ile kanaat etme; Zira sıradan işler uğruna ölmenin tadı Önemli hedefler uğruna ölümün tadı gibidir. |