|
GÖZYAŞLARI
DÜNYASI Yazar : Ahmed ÖZER Yayınevi : Çağlayan Baskı : İzmir / 1997 / 172 shf. Takdim Gözyaşları! Hak rahmetinin insan gözünde damla damla
olmasıdır gözyaşları... Dilin, duygunun ve gönlün el ele, yüz yüze
birleştiği, iç içe girdiği anın çiçekleşmesi üzerinde jaledir gözyaşları...
Bulut bulut yükselip Hak rahmetinin, eteklerine dudak gezdiren bu fani
alemin, bekâya mushar pırlantalarıdır gözyaşları... Tıpkı Yunus gibi
Celaleddin Rumi gibi inlemek ve sızlamak “Devrin Büyük Dertlisi” gibi yanmak,
yakınmak... Bir düşünün: gözü dolu bulut ana ağlamasa nice olur halimiz? Ya o
denizler gibi cimri olsaydı: Güneşe vurmadan incelmese, bularlaşmasa ve
yukarı uçmasaydı... Ya bulut öyle mi? Yaz demez, kış demez, bahar demez, güz
demez daima ağlar... (Ağla ey gözlerim, gülmezem oyruk. Dost iline varup
gelmezem ayruk...) Allâh’ım Senden diliyor ve dileniyoruz: gözlerimize yaş ver
ve merhamet etmen için bizi ağlat... Senden uzak kalış hasretini duyamayışımıza
ağlat. Gönlün şak-şak oluşuna, ağyar ateşine yanışına... Öyle ağlat ki,
sineler kebap olsun. Ondan bir feryat çıksın, meleği ve feleği velveleye
versin. Fethullah GÜLEN Önsöz: Gözyaşı ve merhametin saadet ikliminde hayat; cennet
nimetlerine nailiyetin adıdır. Orda insanlar adeta cennetle yaşarlar. Biz bu
fasılda, Efendimizle başlayan gözyaşı ve hüzün koridorunda ilk durakta, nefes
alacak ve o deryadan birkaç damla takdim edeceğiz. Cehennemin alevlerini geri
püskürten; o kutsi kaynaktan taşan bir iki damla gözyaşıdır dense sezadır. “-Ancak tevbe eden, inanan ve iyi iş yapanlar, onlar cennete
girecekler ve hiç haksızlığa uğratılmayacaklardır.(Meryem Suresi) Ahmet ÖZER ASR-I SAADET GÖZYAŞLARI Hz. Osman ve Gözyaşı: Osman b. Affan (ra)’ın azatlısı Hani’den: Osman, bir kabrin
başına durduğu zaman gözyaşları sakallarını ıslatıncaya kadar ağlardı. Ona:
“Cenneti ve cehennemi hatırlayınca kabri hatırlayınca ağlıyorsun?”dendi.
Osman (ra) buna “Resulullâh (sav)’ın kabir, ahiret geçitlerinden ilk
geçittir. Bu ilk geçitten kurtulanlar için ilerisi daha kolaydır.
Kurtulamayanlar için ise ilerisi daha da zordur.’ Dediğini duydum.” Yine
Resullulâh (sav) “Kabirden daha korkunç bir manzara görmedim.” Ebu Hureyre’nin Gözyaşları: Müslüm B. Bişr’den: Ebu Hureyre hastalandığı zaman ağladı.
“Ya Eba Hureyre (ra) Seni ağlatan nedir?” diye sorulduğunda, o: “Ben sizin bu
dünyanız için ağlamıyorum. Beni ağlatan, yolumun uzaklığı ve azığımın
azlığıdır. Cennetle cehennem arasında bir uçurumdayım. Hangisine
götürüleceğimi bilmiyorum.”(1) cevabını verdi. Habbab B. Eret’in Ağlaması: Yahya B. Ca’de anlatıyor. Resullulâh (sav) ashabından bir
grup insan gelip, Habbat’a: “Müjde Ya Eba Abdullah, Kevser havuzu başında
Resullulah (sav)’la bulunacaksın” dediler. Habbab içine oturduğu evi eşyayı
göstererek: “Durum böyleyken nasıl olur?” diye sordu. Çünkü Resullullah
(sav): “Size bir yolcunun erzağı kadar yiyecek yeter” buyurmuştu. Harise B. Müdarıp anlatıyor: Habbab’ı ziyarete gittik. Karnı
yedi yerden dağlanmıştı. Bize: “Resullulah (sav) “Hiç biriniz ölümü temenni
etmesin.” Buyurmasaydı, şüphesiz ölümü temenni ederdim.” Dedi. İçimizden
biri: “peygamber (sav)’le arkadaşlık edeceğini ve O’nun yanına gideceğini
düşün”dedi. O zaman Habbab: “Sahip olduğum bu servetin -ki evinde kırkbin
dirhem vardı- Resullulah (sav)’ın yanına gitmeme mani olmasından korkarım.”
diye cevap verdi. BEDİÜZAMAN VE GÖZYAŞI Müteharrik cenazelerin hazin akıbetlerine nazar edebilseniz,
dünyevi haz ve eğlence içindeki gülmelerine bedel, siz onların akıbetleri
için ağlardınız. Zira, güzel simaların, neşeli gülmelerin zıdlarına inkılab
etmesi sizin akıl ve kalbinizi incitip vicdanınızı sızlatmayacak mıdır? Bayramlarda, gaflete dalmadan, sevinç ve sürur nimetlerinin
ziyadeleştirmenin eğer çaresi sizce malum ise, avazınız çıktığı kadar
haykırarak bütün bir aleme gerçeği duyurmak istemez misiniz? İşte insanların bu garip haline Üstad’ın feryadı: Nevi beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal ve
akıbet-binlik adesesiyle gayet şa’şaalı bir gece bayramında, hapishane
penceresinden bakarken, nazar-ı hayalime inkişaf eden bir vaziyeti beyan
ediyorum. Sinemada, eski zamanda mezaristanda yatanların vaziyet-i
hayatiyeleri göründüğü gibi, yakın bir istikbalde mezaristan ehli olanların,
müteharrik cenazelerini görmüş gibi oldum. O gülenlere ağladım. Birden bir
tevaahhuş, bir acımak hissi geldi. Aklıma döndüm, hakikatten sordum: “Bu
hayal nedir?” Hakikat dedi ki: Elli sene sonra, bu kemal-i neş’e ile gülen ve
eğlenen zavallılardan, elliden beşi, beli bükülmüş yetmiş yaşlı ihtiyarlar gibi;
kırk beşi, mezaristanda çürümüş bulunacaklar. “Külli atin garib” kaidesiyle, madem yakıda gelecek şeylerin
gelmiş gibi görülmesi bir derece hakikattır; elbette gördüğün hayal değildir.
Madem dünyanın gafletkârâne gülmeleri, böyle ağlanacak acı hallerin perdesidir
ve muvakkat ve zevale maruzdur; elbette biçare insanların ebedperest kalbini
ve aşk-ı bekaya olan meftun ruhunu güldürecek, sevindirecek, meşru dairesinde
ve müteşekkirane, huzurkarane, gafletsiz masumane eğlenecektir. ve sevap
cihetiyle baki kalan sevinçlerdir. Bunun içindir ki; bayramlarda gaflet
istila edip, gayri meşhur daireye sapmamak için riayetlerde riklullaha ve
şükre çok azim tergibat vardır. Ta ki, bayramlarda o sevinç ve sürur
nimetlerini şükre çevirip, o nimeti idame ve ziyadeleştirsin. Çünkü; şükür,
nimeti ziyadeleştirir, gafleti kaçırır...16 Rahmet ve Gözyaşı Senin Bahtına Düştüm: Bir tek ağaç, binler ağaçların
meyvelerini vermez. Sonra niyaza başladı. Ta, tılsımın anahtarı ona ilham
oldu. Bağırdı ki: “Ey bu yerleri hakimi! Senin bahtına düştüm. Sana dehalet
ediyorum ve sana hizmetkarım ve senin rızanı istiyorum ve seni arıyorum” ve
bu niyazdan sonra birden kuyunu duvarı yarılıp, şahane, nezih ve güzel bir
bahçeye bir kapı açıldı. Belki ejderha ağzı o kapıya inkilab etti ve arslan ve
ejderha iki hizmetkar suretini giydiler ve onu içeriye davet ediyorlar. Hatta
o arslan kendisine musahhar bir at şekline girdi. Alem-i İslam ağlıyor Eyvahlar, yazıklar olsun!...: duygulara kezzap tesiri veren
bu hazin manzara sizin tahammülünüzü zorlayan bir elem olmayacak mıdır? Aziz,
muhterem kardeşim binüçyüz seneden beri Alem-i İslam’ı ağlatan bütün Ehl-i
haikata “Eyvahlar1 Yazıklar olsun!” dedirten Alem-i İslam’ın en dehşetli
büyük yarasını deşmek düşünmek benim hususi meşrebimde tahammülüm fevkinde
elem veriyor. -Tevekkül ve Gözyaşı: Kalbinize gelen teellümün tevekküle
inkılabıyla kaç kez sürur ve huzur bulduğunuz. Dinmez sandığınız feryadınızı
ilahi fermana ram kıldığınız anlar neler hissettiğinizi ifade edebilir
misiniz? Gözyaşı ikliminde içinizin yıkandığını inkar etmeniz mümkün müdür?
Teslimiyetin dayanılmaz sabrına azmı rıza gösterdiniz? Emrine amade olduğunuz
gözyaşların hasrete dilbeste kılındığı kutsi mekanların hatıraları sizi
yürekten yaralamadı mı? Tevekkülün kanadına sığınmaktan başka ne çareniz
vardı söyler misiniz? Tevekkül ve gözyaşların ruhumuza sundukları o teselli
mevsiminde dirilir ve kendimizi buluruz. Gençlik ve gözyaşı “Şimdiki güldüklerine bedel”: Nefret ve elemle pişmanlık
gözyaşları dökme gayri meşru eğlencelerin bir mahsulüdür. Çünkü ihtiyarlığın
ağır mevsimi, günahlarda daha da ağırlaşmakta ve çekilmez bir hal almaktadır.
Kabrin ve berzahın kışına tutulmak büyük bir nasipsizliktir. Üstad diyor ki:
Evet gördüğüm hakikattır; hayal değil. Nasıl ki bu yaz ve güzün ahiri kıştır.
Öyle de; gençlik yazı ve ihtiyarlık güzünün arkası kabir ve berzah kışıdır.
Geçmiş zamanı elli sene evvelki hadisatı sinema ile hali hazırda gösterildiği
gibi gelecek zamanın elli sene sonraki istikbal hadisatını gösteren bir
sinema bulunsa, ehli delalet ve sefahatin elli altmış sene sonrası
vaziyetleri onlara gösterilseydi, şimdiki güldüklerine ve gayri meşru
keyiflerine nefretler ve teellümlerle ağlayacaklardı. Üstad İçin Akan Gözyaşları Gözyaşlarım bulunacaktır: Mücrim talebeniz senelerden beri
halikından bir hami istiyordu. Baştan aşağıya kadar siyahlarla dolu olan
defteri amalim tetkik edilse, bu hususta ne kadar tazarru ve niyazın vardır
ve ne kadar gözyaşların bulunacaktır. Kuran-u Hizmet uğrunda arzın sekenesi
kadar hayatım olsa, herbirisini feda etmeyi, ne büyük saadet ve şeref kabul
etmiştim. (Hüsrev) Kalbim ağlıyor: İşte sevgili üstadım, bu kadar ikramı ilahi
karşısında bir taraftan kulluk edemediğimi için gözlerim yaşarıyor. Kalbim
ağlıyor. Diğer taraftanda berzahı samadiyete af olunmaklığım için
yalvarırken, bihal ve bihesab minnet ve teşekkürlerimi takdim ediyorum. SÜLEYMANİYE’DE HÜZÜN KORİDORU Süleymaniyenin nisan ikliminde: Şair Süleymaniye’de bayram
sabahında “Ey ulu mabet seni ancak bu sabah anlıyorum. Bende bir varisin
olmakla mağrurum.” Diyordu. Şairi gurura sevkeden sebepler elbette çoktu. Ne
zaman Süleymaniye adını duysam gayri ihtiyari yukarıdaki mısraları
mırıldanırım. Mekanlar, içlerinde taşıdıkları değerler kadar kıymetlidirler.
Süleymaniye bütün ihtişamıyla bu kıymet ufkunu her zaman temsil etmiştir. 21.
Yüzyılın eşiğinde kutlu bir başlanıcın sinyalleri oradan verilir. Süleymaniye
kürsüsü kutsi bir makamdır. İnkisar ve kisran dönemlerinde yeniden dirilişin
rüyaları o muhteşem kubbelerle süslüdür. Bize göre Süleymaniye vaazları, bugünden
çok yarının kucaklar. Orda nefesler, temiz nasiyelere tercüman olur. Lahuti
iklimin sırı bize of mabette açılır. O dinleyenler, ilahi ummana doğru akan
çağlayanlar olur. Gözyaşı küçümsenir bir hediyemidir? Kaldı ki o kubbe ve
gözyaşı döken ulu mabette şahittir ki, o hıçkırık ve gözyaşları sadece
günahlara akan damlalar değildir. Onlar; İslam aleminin hüsran koridorunda
mazlum durumda bekleşen milyarları aşmış ahir zaman müslümanları içindir.
Aksa seza değil midir? Zalim kin ve öfkelerin mağdur mazlum ve mazlum
müslümanlar için akan gözyaşlarına kıymet vermemek ve kale almamanın sizin
yanınızdaki adı nedir? Söyler misiniz? Şimdi Süleymaniye’nin nisan
iklimindeyiz. Rahmet damarlar8ı bir kalbe bir kubbeye düşer. Bakalım hangisi
önce yeşerecek kubbe mi kalb mi?” “Neticede hep ağladık: Ağlamak kaderimiz oldu. Yılar yılı ağlamadan başka bir şey bilmedik. Ölen insanımıza, yıkılan ummanımıza, tarumar olan harmanımıza ve kaidesiz kalan ümidimize ve cesaretimize.... Nihayet binbir girdapla pençeleşe pençeleşe neslimize gülen şafaklar ülkesine geldik. Ama yine ağlıyoruz; dün bir harabe-zade, bugünde lale-zare. Ağlıyoruz, kasvetli bulutların çözülüşüne, gözü kurumuş semamızdan sağnak sağnak yağmur dökülüşüne, zamanın burcu burcu bahar kokusuna ve herşeyin yeniden dirilişine. Şurada emekleşen civcivleri beride formasına takmış tomurcuklara öte bin sancağa elimizde baharda bir demet gül, gözümüz güle şebnem yetiştirmekte. Asrın garipleri olarak kışta gelmişin kapısında büyük beşareti mırıldanıyoruz: Sümbüllerin kemer kuşandığın tohumların başak saldığı gülün gamze yaktığını, bülbülün nağme attığın ve bir nevbahar olduğunu. Attığın diri tohumların elimizle solduğumuz çiçekleriyle huzuruna geldik ise bizi kınama, Sultan’a sultanlık nitekim Geda’ya gedalık yaraşır. Biz kötü devrin rüzgar vurmuş garipleri ruh ve gönül hayatına eremedik ve durulamadık. Nazardan duru kılma bendeganu gözde sultanım.” |