|
FITRATIN
DİRİLİŞİ Kitabın: Doç. Dr. Sadık Kılıç BİRİNCİ BÖLÜM İçimizdeki Nizam:
Fıtratullah Fıtrat, insanın özgün yaratılışıdır. Başlangıcı ve mahiyeti
itibariyle, insanın varlığından önce bulunan; onun geleceğini, kendisini ve
vasıtasıyla gerçekleştireceği fiillerini yönlendirebilecek olan “insani
kıvam” özgün hususiyettir. Değişik bir ifade ile varlığın ve insaniyetin
barışık hali. Allahü Teâla Kur’an-ı Kerim’in şair yerlerinde fıtratın mahiyetini
bize tam olarak vermektedir. Surey-i Rum’da “Allahın insanları üzerinde
yaratmış olduğu fıtrata sarıl” gibi, şuurlu varlığın, kendi varolup özünü hak
olan dine teslim etmesini “ hanıfen” hal kelmesiyle ifade ettiği ve “dosdoğru
bir biçimde kendini dine ver” pasajı, yaratılışın bu adil düzen üzerine devam
etmesinin en güzel örneklerindendir. Burada esasen fıtratın “işte doğru din
budur” ayeti ile İslam dinine yönelmeyi bu din üzerine müstakim olmayı
hedefler. Allahû Teala’nın kendi bilgisini ve tekliğini, kendisinden başka
bir ilah bulunmadığını bilmek liyakatı üzerine yaratmıştır. İnsanoğlunu,
bunun aksi hali ise, yani fıtrat gereği tercih ettirmiyorsa, deformasyon’a
uğramış demektir. Fıtratullah’ın Evrenselliği: Fıtratullah, Allahu Teâlâ’nın kusursuz ilim ve hikmetinin
düzenlenmesini ve uyumlu biçime sokulmasının ( ta’dil ) içimizde hazır
bulduğumuz yankısıdır. Kısacası fıtratullah tüm insanlarda saklı ve gizli güç
olarak bulunması, Allâh’ü Teâlâ’nın aynı zamanda tazim insanlara bağışıdır. “
Doğan hiçbir çocuk yoktur ki Allâhın fıtratı üzerine doğmamış olsun
ifadesiyle fıtratullahın evrenselliğini gösteren bu hadis-i şerif, aynı
zamanda hak ve gerçek din olan İslam dininde fıtrat dini olduğunu gösteriyor.
Fıtrat’ın aydınlığıyla Allâh’ı bulur ruh. Çünkü o Allâhtan gelmiştir, yine
ona dönecektir. Onun mutlak kudretini hissetme imkanı daima bulunmaktadır.
İşte bu derin realitede akıl düzeniyle bastırılmaya çalışılsa da
“Fıtratullah’ın insanlığın yolunu bulmada merkezi önemi haiz alan ruh ve
kalbin düzeninin işraki ve doğuşu müşahede edilir. FITRATULLAH’IN BOZULMASINDA, RUHSAL YOZLAŞMADAN TOPLUMSAL
ÇÜRÜMEYE GEÇİŞ Allah’ı unutma kimi durumlarda öyle bir yoğunlukta olur ki,
O’nun mevcudiyetine iman ve bu varoluşun okumaya muhtaç göstergeleri ile
insanın kalp boyutu arasındaki bütün bağlar kopar ister makro, ister mikro,
ama her konumda Allah’ı unutmanın gerçek boyut ve etkisi insanı ve toplumun
yüzünde yansımakta. Vahye dayalı “gelenek” in karşıtı olan modern düşünce ve
çağdaş hayatıyla, bu düşüş basamaklarında aşağıya doğru düşmektedir. Ancak
şunu belirtmeliyiz ki, niceliksel karakterli olan herşey gerek Allah - insan
münasebetlerinde, gerekse insanlar arası ilişkilerde, daima ayırır, parçada
birleştirmez. Çünkü maddede ayrı olan herşey mutlak olanla sürekli bir
zıtlaşma gözlenir. Kur’an’ın sunduğu, Peygamberle ve ümmetler tarihi, bir
bakıma “tekbiçimleştiriciye” karşı. Vahya’nın mücadelesini oluşturur. Hayatı,
yalnız şahadet boyutunda hapsetme hevesine, Rabbani bir cevaptır. Bir
tepkidir. O zaman “tekbiçimleştirme çabaları, şekil ve detaylar değişikte
olsa özde Allah’ın yaratıp tanımladığı insana karşıdır. Kur’an’daki bahsi
geçen firavunu tüm tekbiçimleştiricilerin bir modeli olarak algılıyoruz.
Allah-kul münasebetlerine çok geriş bir bazda etkileyen “tekbiçime indirgeme
çabasına nağmen, Rab-kul statüsü asla değiştirilemez.
b) Ölümün Tasviri: Allah’ı
unutma, dışa savunan bir hareket gibi, insanı inanç alanının, dışına atarken,
onu aynı zamanda kendi gerçek niteliği ve yorumundan da uzaklaştırın. Bu da
gerçek kimliğine olan yabancılaşmayı giderek artırır. Kur’an’ı Kerim’de Hasr
19’da da ifade edildiği gibi “Allah’da insana kendi nefsini unuturdu, ifadesi
kıyametin dehşetinden kendilerini unutmasıdır. Kur’an’ın antropolojisinde,
her şeyin Allah’ın iradesiyle onun emrine verilmesi ve kainatın ekseri insan
ise, insanın varlık ekseni de” kalbidir. Öyleyse kalb, bireysel ve toplumsal
değişmelerin başlangıç noktasıdır. İnsanın nefsi emmaresine itimat etmesi,
kalbin zenginleşmesine sebebiyet verecektir, bu durum da insanı Allah’tan
uzaklaştıracak. Çünkü kalb Rahma’nın iki eli arasındadır, o doğrultmak
isterse doğrultur, eğriltmek isterse eğriltir. c) Fıtratullah’ın yozlaşmasında “heva” boyutu: Heva kelimesi, genellikle nefsin şehevi hazlara olan aşırı
meylini ifade eder. Heva kelimesi ve onun türleri, ölüm, yıkım, yokluk ve
boşluk vb. negatif içeriğe sahip olan delaletlere sahiptir. Araf 175 ve
176’da da bahsedildiği gibi “Yere meyletti Ayetlerden sıyrıldı terkibi,
Hevasına tâbi oldu”. Şeytan onu peşine taktı. Yere meyletmek, Cenab-ı Hakk’ın
mutlak ve kesin emirlerinden sıyrılıp, onlarla ruhi ve fizikî münasebetini
keserek, sadece duyu organlarıyla idrak edilen dünya merkezli bir dünya
kurmaktır.” hevaya bağlılıkta şeytanın ordusuna iltihak edip, onun arzusuna
uygun bir hayatın izleyicisi olmak. Son olarak diyebiliriz ki Allah’ı unutmak
metafizik ve manevi boyutun yok olması demekse tek boyutlu bilimde bu
yokluğun en temel sebeplerinden biridir. İkbaz, Heva ve Hevese kapı kesin
tavrını bu cümleyle koyar.”Kendine doğru yürü ve Nak ile sağlanmış Heves
putunu, Lût ve Uzza putları gibi kır.” d) Fıtratullah’ın tezahhüründe mümin aydının yeri: Hz. Peygamberimiz çağın ölüm dünyasına ve zamanın Kur’an
tarafından seçilmeyi en büyük onur sayan bu İslam aydını ile seslendi.
Peygamber yeryüzünü aydınlatan bir güneş, sahabeler ise onun etrafında
halelenmiş yıldızlar kümesi kurdukları toplum ise, yapılanmış bir ışık
demeti. Vahy toplum üzerinde, kıyamete kadar ki kontrolünü göstermek “Mümin
aydının iç öğülmesi” kalemin şevki ve çabası ile teşekkür edecektir. TOPLUMSAL OLGULARDA DERİNLİĞİNE MÜPEŞİR FAKTÖR: DİN
REALİTESİ a-) Din ve Tarihi rolatızrizmi aşmak:Gerçek dinin kapsam ve hedeflerinin insan ve toplum vakasına
bitişik olmasıdır. Yaratıcıyla aşkın bir kılavuz olması hayati bir
zorunluluktur. Tarihi rolauitizmi aşmada, “ Kendilerinde olanı
değiştirmedikçe Allah bir toplumdaki hali değiştirmez ayetinde ifade ettiği
gibi insan öncelikle kendi nefsini değiştirmeli. Kendi nefsinden başlamalı.
Bunu yaparken, gerçek din olan İslâm insanı, tabiatla sınırlı konumdan
yükseltmekle, ona fizik ve biyolojik vasıfların yanında ahlaki bir boyutla ilave
etmektedir. b-) Din ve devrimsel öz: Din
kırılmaz geleneksel ve statükocu yapıyı sorgulayıp onu yeniden şekillendirme
ya da ona yeni ikamelerde bulunma faaliyetlerinde en etkili ve etkin güç
olmuştur. Zira Tanrı’nın buyurduğu yerde özgürlük vardır. Zira Tanrı’nın
kendisi özgürlüktür. Gerçek dinin temsilcileri olan Peygamberler ve
Peygamberimizin de mücadelesi bu devrimsel özün en muhteşem örmeğini
oluşturmuştur. c) Benmerkeziyetciliğin Aşılmasında Gerçek dinin yeri: Evrene açık insan. Din, fertlerin ve toplumların
hayatlarında yerini alırken, onların ruhi manevi cephelerine de hitap
etmiştir. Dolayısıyla insan Rabb’a karşı kendisini sorumlu tutar ve
uladiyetini yerine getirmeye çalışır. Çünkü kulluk vazifesi ebedi ve sonsuz
bir mükafatın karşılığıdır. Rab karşısında makbul olanlar bu ebedi ve baki
olan fiillerdir. Baki olan yararlı işler, sevap olarak ta emel olarak ta
Rabbinin katında daha hayırlıdır.(Kehf 46) Çünkü insan kendisini ve kendi
düzenini Tanrısal mesajı taşıma güvenine bağlı olarak gerçekleştirir. d) Din ve ışından kılıcı:
Karizma Gerçek manevi karizmatik güç, yani Allâhın nurunun dilenciliği,
pansiyonel bakımdan dikkat çekicidir. Şurası bir gerçek ki dinin önderi her
şeyi kesin nihai değerine kavuşturan ışından bir kılıç gibidir. Kimi kömürleri
elmaslaştıran, bazı elmas görüntüleri de aslına irca eden şahsiyettir. Veba
karizmatik şahsiyetleri peygamberleri tarihin gerçek devrimci güçleri olarak
görüyor. İKİNCİ BÖLÜM AKTİF BİR OKUMANIN KARATERİ HAKKINDA: LEYL SURESİNİN PAHSER
BİR OKUNUŞU a-) Surenin genel amacı:
Herşeyden önce, ona gaye varlık karşısında yeni bir zihniyet idrak ve
yorumlama biçimi oluşturmaya yönelmek. Bunun için sure, Kur’an’ın bütünlüğünü
bize sunmakta. b-) Surenin tahlili: Leyl sûresi kalbende derin dönüşümler meydana getiren ritim ve müzikalite özelliğini yansıtır. Kur’ân’ın evrensel özünü meydana getiren, metot insan münasebeti dünya toplum ve dünya beşer münasebetini sembolik bir ifadeyle işler. “ Şüphesiz ki ahirette dünya da bizimdir. Dünyanın da Ahiretin de mülkünün Allaha ait olduğu, isyan edenin ise mülkünün azalacağından bahseder. Çünkü ahiret onlar için daha hayırlıdır. |