|
MOTİVASYON
EL KİTABI Yazar :Gisela Hegemann Yayınevi :Rota Baskı : İstanbul / 1995 / 215 shf.
GİRİŞ 'Her sorunun üç çözümü vardır: Benim çözümüm, sizin
çözümünüz ve gerçek çözüm.' Çin Atasözü Birisini birşey yapmaya zorlayabilirsiniz, ama o kişiyi bu
şeyi yapmak istemeye kesinlikle zorlayamazsınız. İstemek için gereken arzu
içimizden gelir ve motivasyon da içten zevk almamızı sağlayan içten gelen en
büyük güçtür. Bu kitap modern yönetim üzerine bir denemedir. Bir
işletmenin en iyi verim elde edebilmesi, ücretli işçilerinin de işi
kendisininmiş gibi kabul etmesine bağlıdır. Bir organizasyon oluşturabilmek için öncelikle bireyleri
geliştirmeliyiz. Peter M. Senge,'Besinci Disiplin' adlı kitabında:
"Organizasyonlar ancak beceri kazanan bireyler aracılığıyla beceri
kazanabilirler. Bireysel öğrenme organizasyonun öğrenmesini garanti etmez;
ama bu gerçekleşmeden de örgütsel öğrenimden bahsedilemez… Şayet işçiler
yeterince motive edilemezlerse ne büyüme olacaktır, ne verimlilik artışı, ne
de teknolojik gelişme." der. Bu kitap bir kurumu yeniden organize etmeyi planlayanlar
veya zaten yeniden yapılanma sürecinde bulunan yöneticiler; uzman ve
danışmanlar; personel müdürleri; hizmet içi eğitimde sorumlu olan kişiler;
işletmeyle ilgilenen öğretmen ve öğrenciler; ister toplantı başkanı olarak,
isterse bir projenin lideri olarak, mesleki temelde insanlarla ilişkide
bulunanlar ve işi ikna etmek olanlar için elzem… MOTİVASYON VE ÖRGÜTSEL DEĞİŞİM "Diyalog; 'Onların konuşması, bizim cevap vermemizdir.'
Veya cevap vermeyip bir gülümsemeyle -ama bildiğimizi ifade eden bir
gülümsemeyle başımızı sallayarak sorunlarını anladığımızı ve karşılıklı
konuştuğumuz takdirde meseleleri çözebileceğimizi anlamalarını sağlamamızdır.
Çünkü birisiyle konuşmak, yani diyalog, güven oluşturur ve güvende bizim
herşeyden çok ihtiyacımız olan şeydir." Stefan Haym Zaman değişti. Küreselleşen dünyada herşey çok çabuk
değişiyor. İnsanlar ya tüm enerjisini değişime karşı direnmeyi denemek için
kullanacaklardır, ya da karşı karşıya olduğu değişimin kaçınılmazlığını
kabullenmek ve bundan yararlanmaya hazırlanmak. İkinci şık çok daha kolaydır. Görüşlerimiz vardır. Görüşler, önümüzdeki yolu gösterir; ama
onları eyleme koymak isteyen bir yönetici elemanlarını harekete geçirmek ve
kendilerini işlerine vermelerini sağlamakla yükümlüdür. İşte bu konuda
yönetici başkalarının yardımına ihtiyaç duyar. Birlikte çalışma kültürü
(istişare) bizim iş görme yolumuzdur; bu, makineye yağ koymakla kum koymak
arasındaki farka benzetilebilir. Ortak Görüş+Açık Hedefler+Pozitif Kültür=BAŞARI İş görenler kendi sorumlu oldukları alanlarda karar vermeye
yetkili olmalıdır. Elbette, yeni bir yol tutturulduğunda bazı engellere
takılma tehlikesi vardır. Eğer küçük bir hata otomatik olarak gelecekteki
umutlarının sona ermesi anlamına gelirse, hiç kimse risk alma cesareti
gösteremeyecektir. Dolayısıyla çok geç olmadan, her iş görenin soru
sormasına, hata yapmasına ve yararlı gelişmelere dikkat çekmesine izin verilmelidir. Herkes, belirsizlik karşısında karar verebilmeyi ve en
çalkantılı değişim dönemlerinde bile olumlu bir tavır gösterebilmeyi
öğrenebilmelidir. Başkalarının duygularını anlayabilme, önsezi, düzeltme
yeteneği gibi karakteristik özellikler ve insan doğası hakkında bilgi, başarı
sürecinde fevkalade gereklidir. Karşılıklı saygı, güvenirlik ve başkasını
düşünme gibi değerler başarıya giden yolda önemli yapı taşları olarak
karşımıza çıkıyor. (Kitabın bu değerlerden "eski moda değerler"
diye bahsetmesi ilginç.) Yönetici ve personelin gelecek için görüşlerini
birleştirmesi çok olumlu bir başlangıç noktasıdır. En önemli motivasyon
faktörlerinden biri, insanın kendisini bir gruba ait hissetmesidir. Bir görüş
etrafında toplanmış bir topluluktan, hiç beklenmeyecek bir güç doğar. Hedefler açıkça tanımlanmış olmalıdır. Neyi istediğinizi
bilmelisiniz. Enerjiniz, bilginiz ve azminiz bir amaca yönelmeli ve bu amaç
açık, somut ve kesin olmalıdır. Hem iyimser hem de gerçekçi olmalıdır. Görüşler, karanlıkta kalmış bir yolu aydınlatan ışıkla
karşılaştırılabilecek bir tür hedeftir. Hedefinizi somutlaştırmayı ve onu
olmasını istediğiniz bir sonuç olarak ifade etmeyi başardığınızda, bu ışık
yoğun bir lazer ışınına dönüşecek ve bir duvarı delip geçecek kadar güçlü
olacaktır. Olumlu bir hedef belirleyip, uygulanabilir bir strateji
ortaya koyduktan sonra eylemlerin o amaç üzerinde yoğunlaşmış olması gerekir.
Yani tüm dikkat buna verilmiş olur. Bunu başka birşey yaparken bile zihnin
köşesinde tutmak gerekir. Bu sayede, uyanık kalır ve karşınıza çıkan
fırsatları değerlendirebilirsiniz. Şayet bir öncelik sıralamanız yoksa, herhangi bir seferde
yapmaya çalışıp sonrada hiçbir şey yapamama tehlikesiyle karşı karşıyasınız
demektir. Dolayısıyla enerji ve kaynaklar, hedeflere birer birer ulaşmak
doğrultusunda kullanılmalıdır. Bütün bunlardan bir netice elde edebilmek için irade gücü ve
azim gereklidir. Zira başta, bütün dünya bize karşı elbirliği etmiş gibi
görünür. Halbuki engeller ve direnç sizi güçlendirir ve kendi yeteneklerinize
güvenmenizi sağlar. "Ey benim düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın. Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın…" Motivasyon ve Değişme: Bilgi, güç demektir. Eğer kendinizi şartların kurbanı gibi
hissetmek yerine, geleceğe doğru ağır ama emin adımlarla ilerleyenlerden
olmak istiyorsanız, onlardan geri kalmamalısınız. Artık bir kadın için
çocukları veya bir erkek için iş yoğunluğu bahane değildir. Bilginizi zamana
uydurmak zorundasınız; yeni bir şeyler öğrenmek için ise hiçbir zaman çok geç
değildir. Motivasyon katılımın sonucudur. Ne var ki, birlikte çalışmak
kolay değildir. Ama başka türlü de insanlar arası ilişki kuralları
öğrenilemez. Bu yüzden tek başına gelişme yeterli değil; sosyal yeterliliği
güçlendirmek de aynı derecede önemlidir. Bütün bu noktalarda alınan sonuçların sürekli olması,
uygulamanın sürekli olmasına bağlıdır. Deneyimler göstermiştir ki; bir
bireyin önderlik yapması ve grubun onu izlemesi şeklindeki iç düzen,
kurumları mümkün olan en iyi sonuçlara ulaştırmaktadır. Yöneticiler, çalışanlarının hareketli kalmasını sağlamalı ve
bir şekilde ilgi gösterip kısa da olsa konuşması lazımdır. Böylece herkes
istediği bir şeyden bahsetme imkanı bulur ve dedikodular önlenir. Hiyerarşik yapılar hantal olma eğiliminde olup, üreticiliğin
gelişmesine izin vermez. Bu yüzden gelecekte bütün kurumlar daha esnek yapılı
düzenlemelere ihtiyaç duyacaklardır. Yöneticinin tavrı, kurumun personeline yansır. Eğer yönetici
bir şeyler elde etmek istiyorsa, önce kendisi iyi bir örnek olmalıdır; ancak
vaad ettiklerini gerçekleştirirse kendisine saygı duyulur. Motivasyon ve Yenilik: Çalışanlar kalpsiz bir makine topluluğu değildir. İnsanlar
ne kadar nitelikliyse, beklentileri de kadar yüksektir ve sadece ücretleriyle
değil, çalışma ortamının duygusal havasıyla da ilgilenirler. İnsanlar üstleri
tarafından takdir edilmezlerse, kendilerini fark ettirmeye karar
verebilirler. Deneyimli insanlar çekip gittiğinde, kurumun onlardan alacağı
semereler uçar gider. İşinin ilk günlerinde çoğu insan motive olmuştur. Zaman
geçtikçe işyerindeki şartlar onların coşkularını yitirmelerine sebep olur.
İyi liderlik, personelin motivasyonunu kaybetmemesini sağlamaktır. Bu da
yeniden düzenlemelerle sağlanabilir. Bu yeniden düzenleme esnasında İş
görenler hep hoşnutsuzluğa boğulurlar. Bunun sebeplerinden birkaçı: Ne
olacağını ve niye olacağını kestirememe; bundan ne kadar etkileneceğini
bilememe, yeni haliyle işin üstesinden gelip gelemeyeceğinden emin olamama. MADDİ TEŞVİKLER Maddi teşvikler tabii ki bir insanın işindeki verimi
artırmakta önemli olabilir. Ama maddi teşviklerin rolü, motive edici
faktörlerin bütünlüğü içinde ele alınmalıdır. Mesela: Az ücret ödenen
işçiler, fazladan alacakları her kuruşa bağımlıdırlar. Daha çok kazanan
insanlar ise yaptıkları işle daha çok özdeşleşir ve paraya daha az önem
verir. Burada paranın yerini, başarısının onaylanması ve hareket serbestisi
alır. ABD, Almanya, Japonya gibi ülkelerde düzenlenen bir
anketteki "İnsanları gerçekten ne motive eder ?" sorusunun cevabı
meseleyi daha iyi izah edici mahiyettedir. Yapılan sıralamada yüksek maaş
dibe vurmuştur. DERECE MOTİVASYON FAKTÖRLERİ ABD JAPONYA 1 ---------- 1------------- Daha çok stratejik direktifler 2 ---------- 3------------- Daha çok enformasyon 3 ---------- 2------------- Proje planlamasına daha fazla
katılım 4 ---------- 6------------- Daha az örgütsel bürokrasi 5 ---------- 4------------- Dışarıdan gelen fikirlere
açıklık 6 ---------- 5------------- Daha az rutin iş 7 ---------- 8------------- Daha fazla hizmet içi eğitim 8 ---------- 7------------- Terfi için daha çok umut 9 ---------- 9------------- Daha yüksek ücretler Bunların yanında verilen ücretlerin de birkaç noktadan önemi
vardır:
Bu noktada aklımıza bir soru gelebilir. "Eğer maaşlar
sadece ikincil bir motivasyon faktörü ise, niçin insanlar daha yüksek ücret
için grev yaparlar?" Bu sorunun cevabını, yüksek statü ve daha fazla
saygı görme isteğinde aramak gerekir. Yani grevdeki insanlar dikkat çekmek
isterler: "Biz toplumda önemli bir görevi yerine getiriyoruz. Eğer işi
bırakırsak her şeyin nasıl aksayacağına bir bakın. Bize hakkettiğimiz ilgiyi
gösterin. Eğer siz bunu yapmak istemezseniz, biz sizi bunu yapmak zorunda
bırakacağız." İnsanlar böylece, tatminsizliklerini, yetersiz bir ücret
ile açıklamaya çalışırlar. Maaşın ölçüsü, aynı zamanda bir kurumun iç hiyerarşisindeki
statüyü de gösterir. Eğer kendilerine adil davranılmadığını düşünen
elemanların enerjilerini kendilerine acımakla ve sabotajla harcamaları
istenmiyorsa, ücret artışı kriterlerinin herkes tarafından bilinmesi ve kabul
edilmesi gerekir. Dolayısıyla benzer görevleri olan ve aynı süre çalışan
personelin aşağı yukarı aynı maaşı alması gerekir. Netice olarak meseleyi iki noktada toplayabiliriz: 1- Yönetim yalnızca maddi teşviklere güvenmemeli, şirkette
çalışan personeli neyin motive ettiğini ve neyin olumsuz olarak etkilediğini
ortaya çıkarmak üzere kendi içinde anketler yapmalıdır. Sorular isimsiz
olarak cevaplandırılmalıdır. 2- İşgücünün çıkarlarını temsil ettiği kabul edilen
sendikaları üyelerinin maddi olmayan ihtiyaçları için de etkili bir biçimde
mücadele etmelidir. MOTİVE EDİCİ BİR UNSUR OLARAK İLETİŞİM Açık iletişim, haberlerin bir örgütsel yapı içinde
zirveden dibe, dipten zirveye serbestçe ve sağlıklı bir biçimde akışıdır. İş görenler, kendilerinden ne yapılmasının beklendiğini ve
bunu neden yapmaları gerektiğini, üstlerinin onlardan ne beklediğini, diğer
bölümlerde ve işletme dışında kendi işleriyle ilgili olarak nelerin olup
bittiğini bilmek ister. Bu haber akışının sağlanması yöneticinin sorumluluğudur.
Yönetici bir örnek teşkil eder. Yöneticinin söz ve hareketlerinin kişiden
kişiye değişmemesi gerekir. Yeterli iletişim sağlanamadığı takdirde belirsizlik durumu
ortaya çıkar. Bu da söylenti, dedikodu vs. zemini hazırlar ve belirsizlik ne
kadar artarsa, verim de o kadar düşer. Mümkün olan birçok iletişim (enformasyon) kanalı vardır: **Kişisel İlişki ve Bilgi: Bilgi aktarımı için en iyi
yoldur. **Yazılı Bilgiler: İnsani ilişkileri kısıtlar ve en çok
yöneticinin kendisi zarar görür. **Video Yayınları: Haberleşme tek yönlü olarak gerçekleşir. **Kurum İçi Radyo Yayını: Eğlendirici olsa da; tipik bir tek
yönlü iletişim sistemidir. **Elektronik Veri Ağı: Bilgisayar yoluyla haberleşme, en çok
olayları ve haberleri duyurmak için uygundur. Avantajı; çok sayıda insana çok
çabuk ulaşabilmesidir. Bunlara bir de gayr-ı resmi iletişim ağını katabiliriz.
Genelde serbest toplantılarda, çay meclislerinde olur ve karar verme
aşamasında etkilidir. Açık iletişim kalite sağlar. Şayet yönetim olayların kökünde
yatanları biliyorsa, yeniden düzenlemeden doğan birçok sıkıntı verici
durumdan sakınılabilir. Çoğu kaza ve felaketler, yönetimin önce ve zamanında
uyarılması halinde engellenebilir. Bir İngiliz madeni sık sık tekrarlanan kazalarıyla ün
yapmıştı. Kazaya yol açan sebepler araştırılınca, madencilerin üstleriyle hiç
teması olmadığı ortaya çıktı. Bilgi akışı sadece yukarıdan aşağıya doğru idi.
Yönetimin iş görenlerle düzenli toplantılar yapma kararından sonra, kazaların
sayısı birden düştü. Kendi yeteneğinden için için şüphe duyan zayıf bir yönetici,
övgü ve onaylama konusunda da pintidir; daha açıkçası bunu beceremez. Bunlar
yani güvensiz insanlar, başkasının başarılarını kişisel bir tehdit olarak
görür; sadece kendi bulunduğu konuma yönelik değil, aynı zamanda kendi saygısına
da. Başkalarının iyi olması onun için, kendi düşük pozisyonunun
onaylanmasıdır. Hiçbir şeye tepki vermemek de bir cezalandırma biçimidir.
İlgisizlik bazen, dolaysız bir saldırıdan daha yıkıcı olabilir. Bir kurban,
kendisini, adil olmayan eleştirilere karşı savunabilir; sessizlik ise onu
umursanmama duygusuyla baş başa bırakır. ÖVGÜ: Övgünün memnuniyet verici ve teşvik edici olabilmesi için şu
özellikleri taşıması gerekir. Gerçekçi ve dürüst: Övgü olgulara dayanmalı ve sizin gerçek düşüncelerinizi yansıtmalıdır.
Eğer insanlar ortalıkta birbirlerine asıl söylemek istediklerini söylemeden
yağ çekerek dolaşırsa, övgü zamanla dejenere olarak boş bir gevezeliğe
dönüşür. Belli bir konuda: Övgü somut ve özgül bir konuya yönelik olmalıdır yani genel
ve abartılı olmamalıdır. "Daima" ve "Hiçbir zaman" gibi
genellemeler kaçınılmaz olarak yanlıştır. "Herşey mükemmel" gibi
özele inmeyen iltifatlar, neyin gerçekte iyi olduğu ve neyin daha iyi
olabileceği hususunda hiçbir fikir vermez. Övgünün miktarı, sunulan hizmetle veya yerine getirilen
görevle orantılı olmalıdır. Çok küçük bir işe gösterilen abartılı bir
onaylama, kişide güvensizliğe yol açar. Yüz yüze: İlke olarak, övgü insanların yüzüne karşı yapılmalıdır. Bir
yönetici elemanlarıyla yüzyüze konuşmak zahmetine katlanmalı, bunu bir üçüncü
kişiye bırakmayı düşünmemelidir. İçten: Onaylama içten gelmelidir. Kendinizin yapmış olmayı
istediğiniz bir işi yapan bir başkasını tebrik etmek çok zor olduğundan, bazı
insanlar, övgülerini sözde alçakgönüllülük gösterileriyle, alaycı ve
küçümseyici sözlerle karıştırırlar. Gözlerinde, kıskançlık ve haset alevi
parlarken, dudaklarından olumlu sözler dökülür, sonunda tüm haz duyguları yok
olur gider. Bazen güzel bir söz, bir küçümseme duygusunu örtecek şekilde
kullanılabilir. Bu, oldukça can sıkıcıdır. Çünkü çok az insan buna hazır
cevap bir karşılık verebilir. Mesela; bir dergide makaleniz yayınlanıyor ve
arkadaşınız size övgüde(!) bulunuyor: "Makalen muhteşem olmuş. Kendin mi
yazdın?" OLUMLU TEPKİLER: Olumlu tepkileri gerektiği gibi kabul edebilmek de bir
sanattır. Bu konuda da birkaç noktanın üzerinde durmakta fayda var. Hiçbir iltifat geri çevrilmemeli, gereksiz alçakgönüllülük,
çoğu insanı iltifatları geri çevirmeye iter. Olaylara olumsuz gözle bakmamalı. Yetenekli insanlar, kendi
kendilerinden hep daha fazlasını beklerler ve çoğunlukla, mükemmel
olmadıkları için eleştirilmek yönünde mazoşist (kendine eziyet edilmesinden
zevk duyan anlayış) bir ısrarcılık içindedirler. Topluluk içerisinde
eleştirilmeyi bu yönde değerlendirip, olumsuz bir şeyler aramamak gerekir. Duygular aynen yansıtılabilmeli: Özellikle beklenmedik bir
anda geldiğinde, olumlu tepki, insanı bütünüyle etkisi altına alabilir. Bu
anda duygularınızı göstermekte kibarlıkla bağdaşmayan hiçbir şey yoktur.
Gözyaşı bir misal olarak ele alınabilir. OLUMSUZ TEPKİLER (ELEŞTİRİ): Yapıcı bir eleştirinin en az övgü kadar önemli olduğu
konusunda hemfikiriz. Ama genelde bunlar dile getirilemez. Bu; kişinin
kendini dezavantajlı bir duruma düşüreceği kaygısı, ceza veya popülerliğini
kaybetme korkusundan doğar. Halbuki bazı kelimeleri dikkatli seçerek
tepkinizi teşvik edici bir şekilde ifade edebilirsiniz. "Sizin bu işi
çok daha iyi yapabileceğinizi biliyorum." gibi. Olumsuz düşünceler bulaşıcıdır. Eğer bir insan sürekli
homurdanıyorsa etraftakilerin de iş ve diğer insanlar hakkında olumsuz
düşünceler geliştirmesi yakın demektir. Bu sebeple; çözüm meclisi haricinde
böyle konuşmaların sık sık olmasına müsaade etmemek daha akıllıca olacaktır. O zaman, eleştiri yapılacaksa yapıcı olmalı, yıkıcı
olmamalıdır. Eleştirinin yapıcı olabilmesi için bazı öneriler ilginizi
çekecektir. 1- Çoğu insan yanlış şeyleri kasıtlı
olarak yapmaz. Bir işi ellerine yüzlerine bulaştırdıklarında bile, aslında
iyi niyetlidirler. Bu iyi niyeti takdir edin. Bir başarısızlıklarını
söylerken, bir önceki başarısıyla mukayese ederek söylersek şahsın kendine
güveni artabilir. 2- Ağzınızı açıp, öfkenizi
dışa vurmadan önce, yapacağınız eleştirinin nedenlerinden emin olun. Çünkü,
kontrolsüz bir duygusal patlama, karşınızdaki insanla ilişkilerinizi tamamen
bitirebilir. 3- Psikoloji dilinde,
"transfer" kelimesi, insanın daha önceden yaşadığı deneyimlerden
kaynaklanan duygu ve düşüncelerini buraya ve şimdiye taşımasını ifade eder.
Eğer, daha önceki yönetici otoriter idiyse, personel, yeni yöneticiye bir
süre içinde olsa, sanki elinde kamçı başlarında dikiliyormuş gibi bakacaktır.
Bir Türk, bir Japon ile karşılaştığında, onun on yıl önce arkadaşlık yaptığı
bir başka Japon gibi olduğunu düşünme eğiliminde olacaktır. Bu transfer tuzağından kurtulmak için, herhangi bir insan
topluluğu içerisinde belirgin bireysel farklılıklar olacağını hiç unutmamanız
gerekir. Acele sonuçlara varmayın ve insanları tanıma zahmetine katlanın. 4- Dolaysız ve adil olarak; ne söylemek
istiyorsanız tam olarak onu söyleyin. Sizi rahatsız eden bir durum
karşısında; kılı kırk yarmak, genellemelere başvurmak, saldırmak,
karşınızdakini gülünç duruma düşürmek gibi davranış biçimlerine başvurmak
size oldukça çekici gelebilir. Ama, bunlar her zaman düşman kazandırırlar.
Dolayısıyla bunlardan kaçının. 5- Tepkinizi çabuk verin,
küçük bir mesele büyük bir felakete dönüşünceye kadar beklemeyin. Somut
konuşun; sizi tam olarak neyin rahatsız ettiğini söyleyin. O noktada kalın ve
kişinin davranışını eleştirirken genellemeden ve kişisel saldırılardan
kaçının. Olumsuz tepkiyi teke tek bir görüşmede vermek en iyisidir. Eğer tüm bir bölüm meseleden etkileniyorsa, neyin ters
gittiğini açıkça tartışmak yararlıdır. Ama bunun için gereken ön şart,
tartışmalı konuların tamamen ortaya konduğu bir ortam oluşturulması ve genel
kabul görmesidir. Kaçınılması gereken şey ise, tek bir kişinin, tüm diğer
insanlar arasında bir günah keçisi haline getirilmesidir. Eleştirdiğiniz
insana, vurguladığınız noktalara cevap verme fırsatını tanıyın. Dedikoduculuk
ve skandal tüccarlığı, güvensizlik oluşturmaktan başka sonuç vermez. 6- Tepkinizi vermek için doğru zamanı
seçin. Eğer kuşku duyuyorsanız, "Seninle bu konuyu konuşmamız gerekiyor.
Hemen şimdi konuşmak ister misin, yoksa yarına kadar bekleyeyim mi?"
diye sorun. 7- Eğer personeli ya da içlerinden birisini
azarlayacaksanız, onların başarısızlarına sizin de hangi davranışlarınızla
katkıda bulunduğunuza dair karşı çıkışlara kendinizi hazırlayın. 8- Sadece hataları sıralamakla yetinmeyin, eleştiriyi
yapmakla ne elde etmeyi umduğunuzu da söyleyin. 9- Eğer personelden biri sizin eleştirileriniz sonucunda
davranışlarını değiştirir ya da daha iyi sonuçlar elde ederse, o kişiye olup
bitenin gayet iyi farkında olduğunuzu hissettirin. Onaylama konusunda cimri
olmayın. 10- Personelden biri eleştirilerinize hiç kulak asmıyor ve
davranışını değiştirmek için herhangi bir girişimde bulunmuyorsa, olumsuz
davranışının sonucunun ne olacağını ona söyleyin. Tehdidiniz durumun
ağırlığıyla orantılı olmalıdır. Kızgınlık eseri, uygulamaya cesaret
edemeyeceğiniz aşırı cezalarla tehdit ederseniz, otoritenizin altını oymuş
olursunuz. Tehditleriniz boşa çıkarsa inanırlığınızı kaybedersiniz. "İki kulağımızın ve tek bir ağzımızın olması, daha az
konuşup daha çok dinleyebilelim diyedir." Dinle(yebil)me sanatı: Açık iletişim, mesajı veren kişinin kendisini açıklıkla ve
tam olarak ifade edebilmesini ve mesajı alan kişinin de dinlemeye hazır
olmasını gerektirir. Dinlemek, saygı göstergesidir. Ancak çoğu insan kötü bir dinleyicidir. İletişimi
zorlaştıran bazı tipik engeller vardır. Kısaca bunlara da değinelim. 1- Bir insanın
özümseyebileceği bilgi miktarı oldukça kısıtlıdır. Eğer bir seferde çok fazla
bilgiyle karşı karşıya kalırsak şalterlerimiz atıverir. Coşku içinde,
karşısındakini aşırı derecede bilgiye boğmaya çalışan kişi, enerjisini ve
zamanını boşa harcıyordur. Çünkü, dinlediklerinin çok az bir kısmını
özümseyebilecektir. Eğer heyecanlı ve sinirli, bir konudan diğerine atlayarak
konuşursanız, anlattığınız şeyin etkisi azalacaktır. Birilerini bir şeye ikna
etmek istiyorsanız, derin bir nefes alarak, engin fikirlerinizi küçük
parçalara bölmeniz iyi olacaktır. 2- Kendilerini güvensiz
hisseden insanlar genellikle kötü dinleyici olurlar. Çünkü böyle insanlar,
sürekli diken üzerinde duruyor gibi, rahat hareket edemezler. Amerikalı iletişim uzmanı Albert Mehrabian tarafından
gerçekleştirilen bir araştırma, birisiyle ilk defa karşılaştığımızda %55
oranında onun beden diline, % 38 oranında sesine ve sadece %7 oranında da
söylediğine konsantre olduğumuzu ortaya çıkarmıştır. (Büyüklerimizin
"İnsan kıyafetiyle ağırlanır, bilgisiyle uğurlanır." sözüyle
çakışan bir sonuç.) Birisiyle bir daha karşılaşmaktan çekindiğimizde,
söylediklerimizin beden dilimizle yaydığınız işaretlerin yanında çok önemsiz
kaldığını unutmayın. Gülümseyin, soru sorun ve dinleyin. Bu, uzun uzadıya
nutuk çekmenizden daha fazla sempatisini kazandırır. 3- İnsanlar birbirleriyle
görüş ayrılıkları üzerinde tartışırlarken, sürekli anlaşmazlığa düşerler.
Çünkü biri konuşurken diğeri dinleyeceği yerde, ne söyleyeceğini düşünüyor ve
hazırlıyordur. Yanlış anlamalardan kaçınmak için, karşınızdaki insan
konuşurken, kendi hedeflerinize doğru yol almadan önce onu dinlemeniz
gerekir. Muhalif partilere mensup politikacıların televizyonlarda yaptıkları
tartışmalar, anlatılanların dehşet verici bir örneğidir. 4- Dinleme yeteneği aynı
zamanda kişinin beklentileriyle de ilgilidir. Kişi, söylenen şeyin ilginç,
önemli ve yararlı olduğunu düşündüğü zaman dinler. Çoğunlukla neyin
söyleneceğini bildiğini düşünür ve tamamını dinleme zahmetine katlanmaz. "Cevapların tümünü bilmektense, soruların bazılarını
sormak daha iyidir.". James Thurber Soru sorma sanatı: İnsanlarla nasıl konuşulacağını bilmek, doğru soruları nasıl
sorulacağını bilmek demektir. Soru sormak, konuya katıldığınızı ve diğer
insanlarla ilgilendiğinizi gösterir. Bir konuşmaya: "-Ne?, -Kim?,
-Nasıl?, -Ne zaman?, -Hangi?" sorularını sorarak başlayabilirsiniz.
"-Niye?" sorusundan mümkün olduğunca kaçınmak lazımdır. Zira bu
kelime gizli bir suçlama içerir. KATILIM Liderlik tarzı: Bir yöneticinin liderlik tarzı, personelinin motivasyonunu
belirler. Otoriter bir yönetici, astlarına, ne yapmaları gerektiğini açık bir
biçimde anlatır ve bunu nasıl yapacaklarını da tam olarak açıklar. Modern
yönetim teorisi ise, bize, kurumun hedeflerinin personel tarafından bilinmesi
gerektiğini öğretir. Bu kitapta ise bir adım daha ileri gidiliyor ve
yöneticilerin hedeflerini personelleriyle birlikte tespit etmelerini ve
görevlerini nasıl yapacaklarına elemanların "kendi kendine" karar
verebilmesi için onlara -verilen talimatlar dahilinde- olabildiğine
serbestlik tanımaları öneriliyor. Hedefin zihinlerde açık olması, onların
kendi başlarına inisiyatif alabilmelerini mümkün kılar. (Tabii ki burada
onların sorumluluk alacak cesarete sahip olduklarını farz ediyoruz.)
İnsanlara yumuşak davranmak onlara özgüven kazandırır. Otoriter liderlik tarzı artık çağımıza uygun değildir. Hiç
kimse sürekli emir almaktan hoşlanmaz. Ama bu, dizginlerin tamamen salınacağı
anlamına da gelmez. Duygular sadece bastırılmaları gerektiği zaman
tehlikelidirler. Ama eğer hiç karşılık görme korkusu duymadan serbestçe
ortaya konulurlarsa, o zaman ilgili kişiler bir diyalog başlatabilirler ve bu
da karşılıklı anlayışa giden yolda ilk basamak olabilir. Açıklık: Anlaşmazlık konularının tartışmaya açılabilmesi anlamına
gelir. Açıklık, sizin farklı bir görüş savunabilmeniz ve duygularınızı
gösterebilmenizdir. Personelin kurumun hedefleriyle özdeşleşmesi bekleniyorsa,
kurumdaki günlük hayatta olan herşeye karşı açık olmak, lüzumlu bir
önkoşuldur. Ama bu tür bir açıklık, eğer yönetici kendisini açmaya, diğerleri
için ulaşabilir kılmaya hazırlamamışsa ve personeli ile arasındaki mesafenin
otoritesinin kaynağı olduğu inancından kurtulamamışsa, pek mümkün değildir. Şayet personel tam olarak ikna edilmediği birşeyi yapmaya
zorlanıyor ise, ilişkilerin arasına duygusal bir gerginlik girer. Vicdan sahibi bir insan, şefine herşeye rağmen sadık kalmaya
çalışır. Ama gizliden gizliye isteksizlik, gönülsüzlük duyar. İsyancı
düşünceleri itaat duygusuyla çatışmaya girer. Gizli öfkesini, unutulmuş bir
duygu gibi yaşar. Bastırılan bu duygu, suçluluk duygusu olarak kendini
gösterir. Rahatsız bir vicdanı vardır artık. Bu kararsız, karışık ve şaşkına
çeviren duygularla hareket etmek, zamanın ve enerjinin boşa harcanmasına
sebep olarak, yapılan işin kalitesini düşürür. Sahte demokrasi; yöneticinin zaten vermiş olduğu bir kararın
konusu olan mesele üzerine personelini görüşmeye çağırmasıdır. Daha da kötü
olanı, uzun bir görüşmeden sonra ekibin karara varması ama sonradan
yöneticinin kimseye açıklama yapmadan bu kararı değiştirmesidir. Tabii ki
yöneticinin en iyi olduğunu düşündüğü yönde karar alma hakkı vardır. Her
kararı almadan önce toplantı yapmak zorunda değildir ama, eğer personele
görüşlerini sorar ve sonra da bunları dikkate almazsa, en azından bunu niye
yaptığını açıklamalıdır. Katılım yoluyla kendini geliştirme: Olup bitenlere personelinin de aktif olarak katılımına
fırsat veren yönetici önemli bilgilere ulaşma imkanını yakalamakla kalmaz,
aynı zamanda personelinin de sadakatinden de emin olur. Katılım insanların
sorumluluğununu artırır ve çekişme isteğini azaltır. Zeki bir yönetici
personelini bir kaynaklar kümesi olarak düşünecektir. Elemanlar kendi özel
alanlarında bir başkasından çok daha bilgilidirler ve neyin geliştirilmesi,
yenilenmesi gerektiğini ilk fark edecek olanlar da onlardır. Katılım, kendini
geliştirme imkanı demektir. Bu insani ihtiyacın doyurulması oldukça motive
edicidir. Yöneticinin bu konudaki ideal listesi şu noktaları içerir:
Bir yöneticinin seçtiği çalışma metotları, ulaşabileceği
sonuçları belirler. Eğer personel karar alma sürecine en baştan dahil
edilmişlerse, bu kararlar sonradan uygulamaya konulduğunda, ortaya
çıkabilecek olan sürtüşmeler en aza indirilmiş olur. Katılım, bir ait olma
duygusunu doğurur. GÖREVLENDIRME Yönetim, başka insanlar aracılığıyla sonuç elde edilmesi
anlamına gelir. Personeli motive edebilme yeteneği, iyi bir yöneticinin sahip
olması gereken en önemli niteliktir. Görevlendirme sorumluluğu da başarının
anahtarıdır. Görevlendirme, somut olarak tanımlanmış görevlerin üst düzeyden
alt bir düzeye taşınması olarak ifade edilebilir. Görevlendirmede başarısızlık, yöneticinin, işin
ayrıntılarına boğularak bütün üzerindeki genel görüşünü kaybetme tehlikesi
içinde olduğu anlamına gelir. Bu durumda rutin bir çalışma hakim olur.
Yönetici personelini yönetmek yerine, tek tek görevleri bizzat yerine
getirir. "Nasıl?" sorusu "Ne?" sorusundan daha önemli
hale gelir, yani prosedür gereği olan düzenleme ve kuralların kendileri amaç
olurlar. Hiç kimse "Bu kuralın başlangıçta varolma sebebi aslında
neydi?" gibi bir soru sormaz. Personel her zaman rölantide çalışır.
Esneklik yok olmaya başlar ve şirket cansızlaşır. Görevlendirme gönüllü yapılmalıdır. Bir diktatöre yapmak
istemediği bir şeyi yaptırmaya çalışmanın anlamı yoktur. Bunun avantajlarını
yöneticinin kendisi fark etmeli ve personellerine karşı tutumundaki
değişikliğin azap dolu bir sürece dönüşebileceğini düşünmelidir. Eski
fikirlerden kurtulmak hiçbir zaman kolay değildir ama her zaman bunun için
harcanan çabaya değer. Personelin iyi sonuçlar elde etmesi, yöneticiye
yapılmış bir iltifattır. Görevlendirmeden kaçınmak için ileri sürülen yedi mazeret: 1-Personelin zaten yapacak çok işi var: Personelin iş yüküne gösterilen ilgi, görevlendirmeye karşı
çıkmak için en çok kullanılan mazerettir. Görevlendirmeye karşı isteksizlik
en saygıdeğer dürtüden, personelin mutluluğuna gösterilen ilgiden doğabilir.
Ama çok az yönetici personelinin niye iş yükü altında boğulduğunu ve bu
ilgiden gerçekten hoşnut olup olmadığını öğrenme zahmetine katlanır. Sürekli baskı altında olan bir kurum, çoğunlukla yetersiz
planlama ve düzensiz iş rutinlerinin kurbanıdır. Böylesi durumlarda
düzenlemeler için oldukça geç kalınmış olur. 2-Personel bu işi beceremez: Birçok yönetici, elemanlarının kendilerine verilen görevi
yerine getiremeyeceklerinden korktuğu için görevlendirmeye karşı isteksizdir.
Bu tavır bir kısır döngü ortaya çıkarır: Yönetici görev vermez, çünkü
personel yeterli bilgiye sahip değildir; daha fazla bilgi için daha fazla
öğrenmeleri gerekir; oysa yöneticinin onlara birşeyler öğretmek için zamanı
yoktur, çünkü aşırı derecede çalışmaktadır, -bunun sebebi ise elemanlarına
görev vermemesidir.- Aşağıdaki sorular, yöneticiye, personelinin eğitim
ihtiyaçlarını tesbit etmesine yardım edebilir:
3-Personel bunu yapmak istemez: Eğer bir eleman fazladan görevlere veya farklı olan
görevlere hiç ilgi göstermezse bu elemanın sorumluluk almaktan korktuğu
düşünülebilir. Bağımsız bir şekilde hareket etmek ve inisiyatif almak, her
zaman yanlış bir şeyler yapma riskini de beraberinde taşır. Elemanlarınıza
kendilerine daha fazla güvenmeleri için yardımcı olun. Küçük bir hata
kimsenin kariyerinin sonu olmamalıdır. Eğer personeliniz başına dert almak istemez bir görüntü
veriyorsa, aşağıdaki sorularla bunun sebebini bulmaya çalışın.
4-Bu işle görevlendirebileceğim hiç kimse yok. Görevlendirme, sorumluluğun dağıtılması ve böylece herkesin
başkalarının ne yaptığını bilmesi demektir. Personelin azlığı görevlendirmeye karşı bir mazeret olamaz.
Tüm organizasyonun eleştirisel bir değerlendirilmesi, size kurum içinde
gerçekleşmesi mümkün olan iş tahsis ve rutinlerini düzene sokmakta yardımcı
olacaktır. 5-Yetkim yok. Kararın sorumluluğunu almak için gereken yetkinin olmamasına
yönelik şikayetler fark edilir derecede artıyorsa, bu görevlerin ve
sorumlulukların birbiriyle uyumlu olmadıklarını gösterir. 6-Bunu açıklayacak zamanım yok. Birçok yönetici, birşeyleri açıklamak için zamanı olmadığını
iddia eder. İşi kendisi daha çabuk yapacağını düşünür. Eğer sürekli kendi
kendinize birşeyleri yetiştirmeye çalışıyorsanız, büyük ihtimalle kişisel
yeterliliğiniz ve planlamanızla ilgili yanlış birşeyler var demektir.
Vaktinizi ne yaparak geçirdiğinizi bir kağıda yazma zahmetine katlanırsanız,
çok şaşırabilirsiniz. 7-Kendim daha iyi yaparım. Görevlendirme güvene dayanır. Ama bazı yöneticiler
kendilerini sadece herşeyi kendileri yaptıkları zaman güvenli hissederler.
Dizginleri bırakmayı istememek için de birçok nedenleri vardır: Güç kazanma
çabası, rekabet korkusu, amirlik taslama vs. Personelleri boş boş otururken herşeyi kendileri yapan
yöneticiler, sağlıklarını da kaybetme tehlikesi içindedirler. Hatta bazı
işkolikler, personellerine duydukları güvensizliği yaşamlarıyla öderler. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus vardır. İşi her ne
kadar başkaları yapsa da sorumluluk daima yöneticidedir. Öyleyse
görevlendirme işi ancak çok dikkatli hazırlanmış bir plan dahilinde
yapılmalıdır. Üst bir yönetici işin nasıl gittiğini düzenli olarak takip
etmelidir. Görevlendirme işi, kişinin hem kendine hem de başkalarına
güven duymasını bir ön şart olarak gerektirir. Dolayısıyla, yönetici,
güveninin kötüye kullanılması veya görevin tatmin edici bir biçimde yerine
getirilememesi riskini göze almak zorundadır. Bu durumda bile, birine görev
vermiş olan kimse bir üst otoriteye hesap verebilmelidir. Plan geri
teptiğinde personeli suçlamak hiç de iyi bir izlenim oluşturmaz. Şu görevlerde mesuliyet daima üst yetkilidedir:
Başkalarına aktarılabilecek görevler:
Başkalarına aktarılamayacak görevler:
Yükselen verim, esnek uygulamalar, azalan devamsızlık, her zamankinden daha iyi hizmet: İşte iyi motive olmuş bir işgücünün getirecekleri. Bu ödül de kazanmış kitaptan modern motivasyon kavramını ele alarak, personelin karar alma sürecine katılması, karşılıklı güvenin geliştirilmesi ve ortak görüş oluşturulması konularına cevap aramaya çalıştık. |