|
DOLU DOLU
YAŞAMAK Yazarı: Prof Dr. Özcan KÖKNEL YAŞAMIN ANLAMI Sözlük karşılığı yaşamak hayatta olmak, varlığını sürdürmek,
oturmak, eğlenmek, geçinmek, belirli bir durumda ve konumda olmak, ve bunu
sürdürmek, hoş vakit geçirmek, keyif sürmek, keyifli ve mutlu olmak
anlamlarını içerir. Yaşamanın sözlük karşılıklarının dizilişi bile, keyifli ve
mutlu olmak anlamına son sırada yer vererek, bu kavramın oluşmasında
ötekilerin gerekli olduğunu belirtmeye çalışmış. Ben de insanların keyifli ve
mutlu yaşamayı ‘dolu dolu yaşamak’ olarak da dile getirdiklerini saptadım. Dolu Dolu Yaşadım Diyebilmek için... * ‘O iş’ Bakış Açısında İnsan ve insanın içinde yaşadığı doğal, toplumsal ortamın
koşulları birdenbire değişmediğine göre, değişiklik insanın bunlara bakışında
bunları yorumlayışında olmuştur. Yaşam, bir anlamda mutluluğu arayış olduğuna
göre, bakış açısı çok önemlidir. Mutluluk, insanın yaşadığı andan haz duyması, geçişte haz
duyduğu bir yaşantıyı anımsaması ya da gelecekte haz duyacağı bir yaşantıyı
ümit etmesidir. Mutluluk ‘iyi yaşama’larla doğru orantılıdır. İyi olma, iyi
yaşama durumuna kavuşmak kimine göre bireysel, kimine göre dinsel, kimine
göre toplumsal yaşayışla, olur. Kimi alabildiğine özgürlüğü, kimi ilke ve
kurallara sıkı sıkıya bağlılığı iyi olma ve yaşamanın tek çıkar yolu olarak
kabul eder. Doğrunun, güzelin, iyinin aranması, elde edilmesi de insanda
mutluluk yaratır. * ‘An’ı Yaşamak Gerek Yaşanılan an geri gelmeyecek; bügünler hiç ama hiç geri gelmeyecek;
yaşam akıp gidiyor. Bu nedenle yaşadığı ana, zamana sıkı sıkıya sarılmak
gerek. Bir bütün olarak... *Yaşamı Sevme: Bütün hazların temelinde yaşama sevinci yeter. İnsanlar
yaşamdan zevk almak için, insanlara, nesnelere ilgi ve sevgi göstermeli, ufak
ufak sevgi köprücükleri kurmalıdır. Bu köprücükler insanları dünyaya bağlayan
büyük yaşama sevincini oluştururlar. DUYA DUYA YAŞAMAK *Önce Ses Vardı İnsanın yaratılışından itibaren en soyut, en özlü anlatımı
olan ses ve müzik, işlevlerinin çok ötesinde bir anlam yoğunluğu ve etki gücü
taşır. Dinsel törenlerle başlayan müzik, kötü ruh ve cinlerden korunmada
bazen bir ara unsur bazen sığınak noktası olmuştur. Şamanizm’deki Şaman’ların
söylediği şeylerden, Bursa’lı Süleyman Çelebi’nin Mevlid’ine kadar müzik ve
ritmik sözler insanlara yaşama hissi vermiştir. ‘Daha dün annemizin kollarında yaşarken...’ diye
söylediğimiz, söylendiği zaman çocukların hoşuna giden, onları birleştirip
bütünleştiren, coşturan bu şarkı basit ama güzel bir örnektir. ‘Toplum Güven Üstüne Kurulmuştur’. Kendisine güvenen kişi, karşılaştığı engelleri kolayca
aşabilir, sorunlara gerçekçi çözümler bulabilir, sağlıklı ilişkiler
kurabilir. South’un dediği gibi ‘Toplum güven üstüne kurulmuştur’. Kendine
güven duymanın neticesinde muvaffakiyetler olunca kişi toplumda saygınlık
gereksinimini de bedensel ya da zihinsel gücüyle doyurmaya çalışır. *Çağdaş Aşk Kavramı: Çağımızda artık ölümsüz aşk öykülerinde olduğu gibi
kavuşamamanın getirdiği trajik sonlu hikayeler yok. Aşka iki özgür insanın
düşünsel, duygusal, Bedensel bütünleşmesi olarak bakan görüş çağımızda git
gide egemen olmaktadır. İnsan ne kadar özgürleşmişse o kadar sınırsız,
çıkarsız bir sevgiyle sevebilir; böylesi bir aşk ise insanı yüceltir, dünyayı
güzelleştirir. ÖZGÜRLÜK *Uğrunda Devrimler Yapılan Değer 1789 Fransız Devrimi insanların eşit, kardeş ve özgür
olduklarını kabul etmiş ve bunları doğal özgürlük olarak nitelemiştir; artık
çağımızda özgürlük anlamlı ve dolu dolu yaşamın temel şartıdır: *Özgürlüğün Toplumsal Sınırları Ailenin genel tutumu, anne babanın ayrı ayrı tutumları;
Çocuğun ve gencin kız ya da erkek oluşu; eğitim biçimi, gelenek, görenek,
töre, dil, din, kamu düzen, egemen ideoloji gibi temel toplumsal yapılar
göreli olarak önce çocuğun, gencin, daha sonra erişkin insanın
davranışlarını, tutumların, eylemlerini etkiler. Çocuklara ve gençlere, jean-Jacques Rousseau’nun ‘Emile’
adlı kitabında yazdığı gibi alabildiğine özgür ve özerk davranma olanağı
tanınmak da insanın toplumsallaşmasını başkalarıyla bağlantı kurmasını
engelleyebilir. *Evlilik: Özgürlükten Gönüllü Özveri Kişisel özgürlüklerin beraberlik adına gönüllü olarak
kısıtlandığı, ama mutluluğun temel kaynaklarından biri olan toplumsal kurum,
aile ve evlilik yaşamıdır. Ailesiyle birlikte, eşiyle evinde mutlu olan insan
yaşamın en önemli ve temel haz, mutluluk kaynağını ele geçirmiş demektir. Evlililikten önceleri ‘Ben’ ve ‘Sen’ yerine, evlilikte ‘Biz’
yaşantısı ortaya çıkar. Biz yaşantısı gücünü eşlerin kişiliğinden alan grup
olgusudur. TANRIYA BAŞKALDIRANLAR YA DA SIĞINANLAR Bu bölümde yazar dinle alakalı konuları hatalı ve sübjektif
yansıtmıştır. İnsanın Tanrının buyruğuna, düzenine dengesine karşı çıkarak
mutluluk arayışı (!) Adem ile Havva’nın öyküsüyle başlar. İlla insanlar günlük yaşantıda önemli rolü ve yeri olan,
gözle görülmeyen, gizli bir güç olan büyüden sakınıp korunmak için ‘tabu’lar
geliştirmişlerdir. Dinlerin genel özelliği insanları tanrının bayraklarına
uydurmak için Cennet’le sevindirme Cehennem’le korkutma olmuştur. *Tanrı’yı ve Gerçeği Kendi Yalnızlığında Aramak İnsanın Tanrı’yı, gerçeği kendi iç dünyasında arayışından,
bireysel yalnızlığın gücünden yola çıkarak bulan gizemcilik-tasavvuf, sonunda
evrenselliğe ulaşmakta, hazzı mutluluğu burada bulmaktadır. YAŞAMIN AMAÇ VE ANLAMINI ARAYIŞ *Mutluluğa Erişmenin Tek Yolu Erdemdir Bütün insanlar, sürekli olarak en yüksek iyiye ulaşmaya ve
bunu elinde tutmaya çalışır. Bilginin amacı bunu sağlamaktır. Bunu sağlamayan
bilginin değeri yoktur. Mutluluğa erişmenin tek yolu erdemdir. Her insan kendi
erdemini yaratır. Her insanın kendi kişiliğine uyan amaçları vardır. Bunlara
ulaşırsa mutlu olur, iyi yaşar. Mutluluk, acının yokluğudur. DOLU DOLU YAŞAMANIN BİREYSEL TEMELLERİ İnsanın yaşamından haz duyması için önce normal ve sağlıklı
olmalıdır. Geleneksel tip ve ruh hastalıkları açısında uyum sağlama yeteneği
bulunan insanın yapısal ve işlevsel durumu normal, sağlıklı kabul edilir. Yaşamdan zevk almak insanın mizacına da bağlıdır. Neşe,
sevinç ve umudun hakim olduğu insanlar, yaşamdan daha çok haz duyarlar. *Sürekli Neşe Ya da Keder Ruhsal Bozukluklar. İki başlık altında toplarsak; 1-Mani: Sürekli haz duyan, mutlu olan, aşırı neşe, sevinç
duyan, çok konuşan kendini akıllı, zeki, güçlü, güzel, büyük ve üstün gören
ruhsal bozukluk. 2-Depresyon: Mutsuzluk, ilgisizlik, karamsarlık,
kötümserlik, isteksizlik hali. *Ruhsal-Cinsel Gelişme Engellenirse Ruhsal-cinsel gelişmeyi engelleyen, saplantı ve takıntılı
bir kişilik yapısının oluşmasında rol oynayan temel etken aile içindeki
olumsuz iletişim biçimidir. Aile içindeki ilgisizlik, iletişimsizlik,
parçalanmış aile, annenin olmaması ya da annenin kişiliğinin belirsiz ve
silik olması olumsuz etkenlerin başında yer alır. Sürekli olarak annesi ve babası tarafından cezalandırılan,
bu nedenle özür dilemek zorunda kalan çocukta güven duygusunu geliştirmez.
Anne ve babaya karşı aşırı kızgınlık doğar. Bu duygular suçluluk
düşüncelerini geliştirir. Annesi, babası ve çevresinden sürekli övgü alan,
şımartılan çocukta ise aşırı güven oluşur. Bu durum, özsever doyuma dayalı
benlik yapısına yol açar. Bu tip benlik yapısının beklentileri aşırı
olduğundan düş kırıklıkları da sık görülür. Her düş kırıklığı insanın güven
duygusunda azalma yapar. DOLU DOLU YAŞAMAK İÇİN OLANAKLARIMIZ, SIĞINAKLARIMIZ Yaşam Bir Maratondur İnsan doğumdan ölüme kadar hep bir mücadele içindedir. Küçük
bir bebek ilgi ve sevgi çekmek için kardeşleriyle yarışır. İlkokula giden bir
çocuk okulda hocasının gözüne girmek için yarışır, öğrenim hayatı boyunca
sınavlarda arkadaşlarıyla yarışır, bir kızı elde etmek için arkadaşlarıyla
yarışır, daha çok zengin olmak için iş arkadaşlarıyla yarışır. Şans Oyunları ve Paraya Düşkünlük Şans oyunları ‘Ya kazanırsam’ düşüncesinin verdiği umutlarla
günlük yaşadığımız kederleri, kaygıları unutma ve hayal dünyasında gezintiye
çıkarmak için bir kaçış yoludur. Para, insanların temel ihtiyaçlarını karşılamanın yanında
insanların eksik yönlerini kapatma bahanesidir. Küçüklüğünde ezilmiş bir
insan erişkinliğinde bunu para kazanma da hırs göstererek kapatmaya çalışır,
ve her zaman her daha fazla, fazla, fazla... 2000’li YILLARA DOĞRU Yeni Bir Dünya Düzenine Doğru Yeni bir uluslarüstü hukuk doğacak ‘insan hakları’ yeni
anlayışının egemen olduğu bir düzene doğru geçilmeye başlanacaktır. 2000’li yılların ilk 20 yılından sonra insanların ilgi,
sevgi, güven özgürlük, özerklik, saygınlık, yaratma, üretme, kendini
gerçekleştirme arayışları; etkilerin tepkilerin oluşturduğu birleşme
bütünleşme içinde, bireysel ve toplumsal sınırları belirgin yeni amaçlar,
beklentiler, değerler, duygular, düşünceler ilkeler, kurallar oluşturacağını
öngörüyoruz. Aile ve toplumdaki olumsuz gelişmeler nedeniyle 2000’li
yılların ilk on beş yirmi yılında günümüz gençleri ve bunların yarattığı
sorunların artıp yayılacağı, ancak zaman içinde aile ve toplumda bunlara
çözüm getirecek yolların, yöntemlerin bulunacağı söylenebilir. Gelecekte sayılan, sayılamayan birçok nedenle bağlı olarak çocuğun ve gencin aile ve toplumla ilişkilerinde köklü değişmeler olacak. Ortak yaşayan ailelerin dışında kalanlar ailelerle toplumun ortak amaçlarını ve ilkelerini çocuğa ve gence aktarmada zorluk çekeceklerdir. |