|
BAŞARI
YOLUNDA 70 ALTIN KURAL Yazar : R.
Şükrü APUHAN Yayınevi: Timaş Yayınları Başarmak, insanın maddi ve manevi kuvvetlerini bir
hedefe doğru yöneltip hedefi elde etme sürecidir. Etrafınıza, üç gün sonra bir daha hiç görmeyecekmiş gibi
bakınız. Üç gün sonra bir daha hiç duymayacakmış gibi dinleyiniz sesleri...
Belki o zaman her zaman bakıp da göremediğiniz, işitip de güzel bulmadığınız
ne harikalarla karşılaşacaksınız. Belki o zaman sahip olduğunuz zenginlikler
karşısında şaşırıp kalacaksınız. Hayatınız bir duadır. Size dilinizle istediklerinizden çok
hayatınızla istedikleriniz verilir. Hakkınızda bir karar verilebilmesi için
dinlenecek tek meşru şahit hayatınız olacaktır. Eğer yeterince fedakarlık yapmamışsanız,
hayatınızın şahitliği pek parlak olmayacaktır. Belki ağzını açıp bir-iki
kelime bile etmeyecek, size boş gözlerle bakıp duracaktır. Olabileceklere, “birşey olmaz” kadar, kötü bir başlangıç
yoktur. Her insan kötü bir alışkanlığa, “hürriyetimi kullanıyorum”
ifadesi ile ayak basar. Her halde hürriyet uğruna insanın kendi kendini
tıktığı daha karanlık bir zindan yoktur. Durgun su çabuk kirlenir ve bozulur. Nice suyu bataklık
haline getiren durgunluktur. Çalışmayan insanda durgun su gibidir. Kirlenir
ve bozulur. Sabah kaybettiğimiz bir saati, değil bir yıl, ömrümüz
boyunca arasak bulamayız. Kaybettiğimiz saatler ne kadar çoksa eserimiz o
kadar eksik olacaktır. Dağlar ne kadar vakurdur. Onlar göklerden kar dilenmezler.
İlk kar yinede onlara düşer. Hayatta önemli olan mazeretler değil, neticelerdir. İşimizin, amacımızın, fikrimizin isimsiz kahramanı
olabilirsek, kahramanlığa isim olabiliriz. Hangi toplumun isimsiz kahramanı
çoksa, o toplum diğerlerine üstün gelir. Kırk yılını denizlerde geçiren bir kaptanın İspanya
açıklarında başına gelenler herkesin ilgisini çeker. Hayatında bir defa
gemiye binmemiş bir adamın anlattıkları ise, ne kadar ilgi çekici olursa
olsun “vah vah” diyerek geçiştirilir. Küçük ruhlardan gelen bükük harfler herkesi sıkar. Büyük
ruhlardan gelen küçük harfler bile bizi bütün varlığımızla seferber eder. Son derece iyi hazırlanmış, bilgi ve tecrübe yüklü bir
konuşma, küçücük bir bilgi hatası yüzünden berbat olur. Dinleyenlerde,
konuşmanın bütünü üzerinde tereddütler hasıl olur. SIFIRA ÇARPARSANIZ SIFIRLANIRSINIZ Başkalarının yanında yaptığınız taktirde ayıplanacak
davranışları yalnız başınıza da kaldığınızda yapmamanız tesirli bir atmosfere
sahip olmasını sağlar. Güçlükleri göze alamayanların kolaylıklarla karşılaşması
mümkün değildir. Güçlükleri göze alarak yola çıkanlar ise güçlüklerle beraber
mutlaka kolaylıklarla da karşılaşırlar. Doğrudur; her arayan bulamaz. Ama aramadan bulan hiç
olmamıştır. Her kötülükten sonra bir iyilik, her yanlıştan sonra bir
doğru, kötülüğün ve yanlışın lekeleri içinde simsiyah olmamızı engeller. Kuvveti arttıkça şefkati artmayan bir insan her an bir
haksızlığa sebep olabilir. Doğruyu görebilmemiz için doğruyu hissedebilmek, doğruyu
hissedebilmek için de doğru yaşamak gerekir. Nasıl göze kaçmış bir çöp, rüzgarın
kaldırıp gözümüze doldurduğu toz toprak, görme kabiliyetimizi etkiler, görüş
mesafemizi kısaltırsa, kalbimize dolmuş toz ve toprak, kalbimize batmış bir
çöpte kalp gözümüzün görüş kabiliyetini ve mesafesini etkiler. Kalp gözü
perdelenmiş bir adam sapla samanı karıştırır, aka kara, karaya ak diyerek
iddialara tutuşur. HER SANİYENİZ GAYENİZE KİLİTLENMELİDİR Doktor olan filozof Halle son vuruşuna kadar kendi nabzını
saymıştı. Meslektaşına “dostum, nabız atmaz oldu” dedi ve öldü. Büyük başarılar, her saniye, tesbit edilen gayeler için
yaşanmakla elde edilebiliyor. Hayatımızın her saniyesi gayenizin rengi ile
renklenmelidir, onunla dopdolu olmasısınız. Kin ve onun kışkırttığı intikam hissi sadece yöneldiği
kimseyi değil, hem onun etrafını hem sizin kendinizi ve hem de etrafınızı
yakıp yıkar. Bu, öyle bir yaylım ateştir ki masum insanlarda isabet alır. Affetmek, nefsin terbiyesi ve güçlü irade için
verimli-etkili bir eğitim yoludur. Kalbinizi hapishaneye döndürmeyin. Aksi halde size de bir
başka kalpte bir hücre bulunabilir. Çabuk affeden birisi olursanız her zaman yanınızda
birilerini bulabilirsiniz. Amerikalı gazeteci, Morgman, Rusların Hiyve üzerine yapacağı
taarruzu görmek için Ceyhun nehrine ulaşmak ister. Rehberliğini Polat isimli
bir Türk genci yapacaktır. Polat, kendisini Ceyhun kıyılarına ulaştırmak
üzere Morgman'a söz verir. Fakat bu tehlikeli bir yolculuk olacaktır. Çünkü
Rus generali Kovfman eline geçirdiği bütün Türkleri işkenceyle öldürmektedir.
Gece ile gündüz arasındaki ısı farkının 30 dereceye çıktığı ortaasya
steplerinde yapılan zorlu yolculuk sonunda Polat, Morgman'ı Ceyhun kıyılarına
getirir. Polat'ın hayatı artık tehlikededir. Nitekim çok geçmeden Albay
Ivanoff tarafından yakalanır ve General Kovfman'ın emri ile idam edileceği
bildirilir. Morgman isyan eder. O sadece bana rehberlik yaptı der. Polat
masumdur. Bu seyahat benim isteğim üzerine olmuştur. Polat, Morgman'ın
kendisini kurtarmak için yaptığı mücadeleyi hayretle takip eder. Ve
Morgman'ın yıllar sonra bize naklettiği şu sözleri söyler: Sizi buraya
Allah'ın yardımı ile sağ salim getirmeye söz verdim. Sözler yerine
getirilirken hayatada mal olabilir. Ama söz mukaddestir. Yerine getirilmesi
için kanda verilebilir. Söz bahsinde takınacağınız iki tavır vardır. İlki, olur
olmaz söz vermemektir. İkincisi, söz verdikleri sonra mutlaka yerine
getirmektir. Sözler cayılabilecekler, cayılamayacaklar diye ikiye
ayrılmazlar. Söz sözdür. Sabır, zamanı lehimize çevirme sanatının adıdır. İnsanın
kendisini en çok kontrol ettiği, dış etkilerden en çok koruduğu andır sabırlı
olduğu an. Yani, sabırlı olma hali tam bir şuur halidir. Sabır, diğer kuvvetlerinde zinde tutulması için gerekli bir
kuvvettir. Sabır olmazsa, diğer kuvvetler ziyan olabilir. Üstün çalışma
gücüne sahip birisi, gerektiğinde sabırlı davranamazsa çalışma gücü ziyan
olur gider. Demek ki sabır, diğer kuvvetlerimizin sevkinde önemli rol oynar.
Bir bela karşısında gerekli olan sabır, bir başarı karşısında da gereklidir.
Bela karşısında gösterilen sabır nasıl belanın sıkıntılarını azaltırsa,
başarı karşısında gösterilen sabırda başarıyı artırır. Büyük belalar büyük sabır gerektirir. Büyük bela karşısında
büyük sabır gösterebilenler belayı büyük bir zafere dönüştürülebilir. Çünkü
sabır, zorlu kapılar karşısında bir köşeye büzülmek değil, zorlu olduğu
ölçüde kapıyı zorlamaktır. Başakta, kızgın güneş altında yanabilme iradesi olmasaydı
buğday veremezdi. Mevla'nın dediği gibi kuru bir kütük ışık saçmaya başlar.
Kuru bir kütüğü ışık kaynağı haline getiren iradeden başka bir şey değildir. Elinize beş kiloluk bir ağırlık alıp yürümeye başlarsanız
ağırlığın gittikçe arttığını görürsünüz. Öyle bir an gelirki ağırlığı
bırakmak mecburiyetinde kalırsınız. Tabi ki beş kilo yine beş kilodur. Azalan
sizin gücünüzdür. Usta kaptan, hiç tanımadığı bir limanada tehlikesizce
girebilir. İskeleye yanaşabilir. Her insan bir limandır. Usta bir kaptan
bekler. İnsanlar ak kağıttır başlangıçta. Ona yazı yazarlar. Nice
kalem oynar üzerinde. Kötü bir hatıra, bir ayrılık gününün derin hüznü,
coşkun bir nasihat, bir arkadaştan yansıyanlar, anne-baba... ona binlerce
kelime yazar. Bir insanda gece vardır gündüz vardır. Bahar vardır güz vardır.
Göl vardır çöl vardır. Kolay değildir o ak kağıdı okumak... anlamak. Gecesine
rastlarsanız gündüzü olmayacak zannetmeyin. Gündüzüne rastlarsanız gecesi
olmayacak zannetmeyin. Bir gördüğünüz insan vardır. Birde insanda göremedikleriniz.
Dalında dipdiri duran bir gül için bahçıvanın ne emekler sarfettiğini
bilemezsiniz. Yaprakları dökmüş boynunu bükmüş bir ağacı da hemen zavallı
bellemeyin. Siz onun yaşadığı fırtınaları görmediniz ki... İnsanlarda gördüğünüz birazda sizin bakmamızdır. Güzel
bakanlar güzel görürler. Öyle insanlar vardık ki bakışları ile
güzelleştirirler. Çocuklar sözle değil, iyi davranış örnekleri ile terbiye
edilirler. Çocukların unutamadıkları hatıralarının çoğu, büyüklerinin güzel
sözlerinden ziyade güzel hareketleridir. Şifa bulmaz üç kötürüm bir hastane odasında yatmaktadır. İlk
gelenin yatağı pencere kenarındadır. Oradaki ölünce ortadaki o yatağa geçer, kapının yanındaki
ortaya, kapının yanına da yeni bir hastayı alırlar. Pencerenin yanına geçen
hasta hergün gördüklerini arkadaşlarına anlatmaya başlar. Karşıda ağaçlarla süslenmiş bir park vardır. Kuşlar dallarda
oynaşmakta, çocuklar konuşmakta, çiçekler rüzgarla dalgalanmaktadır. Aynı
saatte aynı insanlar parkın yanındaki yoldan geçmektedirler. Diğer iki hasta
işlerine giden, evlerine dönen insanların değişmez hikayelerini dinleye
dinleye onlarla adeta dost olurlar. Zaten parkın yanından gelip geçenlerin
artık birer isimleri de olmuştur. Birgün ortada yatan hastanın aklına bir
düşünce geldi. Pencerenin yanına geçerse o güzel manzarayı dinlemek yerine
kendi gözleri ile görebilecekti. Bu düşünceyi günlerce kafasında geliştirdi.
Nihayet bir gece pencere yanındaki hastaya kalp krizi gelince ortadaki hasta
bütün gücü ile uzanıp şişeyi yere düşürdü ve kırdı. Sabah olunca pencere
yanındaki hastayı ölü buldular. Onu alıp götürdüler. Ortadaki hastayı da
pencere kenarına geçirdiler. O, “pencereden dışarı bakmak için hastabakıcıların
çıkmasını beklemeliyim” diye düşündü. Yalnız kalınca başını daldırıp
pencereden dışarıya baktı. Az ötede simsiyah bir duvardan başka birşey yoktu. Konuşmaya başladığınız andan itibaren andan itibaren
anlattıklarınız değil anlaşılanlar önemlidir. Faydasız söz kalbi matlaştırır. Ruhun dengesini bozar. Daima
endişeye sebep olur. KİBİR EMEĞİ KİRLETİR. Güneş gibi, durmanız gereken yerde durun. Ne fazla yaklaşıp
yakın etrafınızı, ne de fazla uzaklaşıp buz kestirin... Dağlar heybetli, denizler engin, çiçekler güzel, topak
cömerttir. Fakat bunların hiç birinde kibir yoktur. Ne o dokunaklı sesi ile
söyleyin duran gümüş nehirlerde, ne aceleci rüzgarlarda kibre
rastlayamazsınız. Birbiri artısına yürüyen gecede ve gündüzde kibir olmadığı
gibi dünyayı aydınlatan güneşte de kibirden eser yoktur. İri dolu başaklar ne kadar mütevazidirler ki başları hep
önlerindedir. Kibir, insanın dehşetli bir unutkanlık halidir. Nereden
geliş nereye gittiğini unutmasıdır. Bedava havayı, bedava akciğerlere soluyan ve bu suretle
yaşayabilen bir insanın, bu kadar bedava arasında övünmesinde bir
mantıksızlık da vardır. İki gözü için bir dakika çabalamamış, bir kuruş
ödememiş bir insanın gördükleriyle övünmesinde mantık var mıdır? Her tezgahta halı dokunmaz. Halı dokunabilmesi için tezgahın
bütün parçalarının tamam ve uyum içinde çalışıyor olması gerekir. Küçücük bir
parçanın bile eksik olması halı dokunmasını engeller. En iyi ihtimalle ortaya
defolu bir halı çıkar. Ateşe dayanmayan toprak, tuğla olamaz. Öfke anında kendine
hakim olan insan kazanır. Herşeyden önce kendini kazanır. İnsan, kendine
hakim olduğu her anda kendini biraz daha güçlü hisseder. Evet, öfke gelir yüz
sararır, öfke gider yüz kararır. Bir meselenin iyice kavranması için o meseleye kuşbakışı
bakılmalıdır. Havayolları karayolundan daha kısadır. Kavşakları, virajları,
tünelleri, zaman kaybettirecek engebeleri yoktur. Öyleyse meseleler hava
yolculuğu ile görülmelidir. Nimetlerin külfetinden şikayet eden insanlar, emanete ihanet
eden insanlar gibidir. Kazancının az olduğu düşüncesi ile başka insanlara ve
hayırlı teşebbüslere yardımı ertelemeyiniz. Zenginler bütün mallarını
verseler, fakirler tek bir küpelerini, tek bir yüzüklerin vermeden bir savaş
kazanılamaz. Hz. Ayşe validemiz diyor ki: Bir gün koyun kesmiş ve bir budunun dışında hepsini
dağıtmıştık. Allah Rasulü: - Koyunu ne yaptınız? Diye sorduğunda - Ya Resulullah, dedim. Bütün koyunu muhtaçlara dağıttık.
Bize sadece bir budu kaldı. Allah Resulu'nün cevabı şudur: - Ya Ayşe, demek ki bir buddan başka hepsi bize kaldı. |