Suha Çalkıvik
İstiklal Caddesi’nde Mısır Apartmanı’nın 4. katında yeni bir tiyatro doğdu: ‘DOT’. Türkiye için yeni bir tavrı, dili olan bir tiyatro. Seyirci ile iç içe oynanan, seyirciyi harekete geçiren, kışkırtan, oyunun içine alan farklı bir tiyatro. ‘Dot’, son 10 yılda tiyaro dünyasına farklı bir soluk getiren ve hemen her ülkede kapalı gişe oynanan oyunları sahneleyecek. Bryony Lavery’nin ‘Frozen-Donmuş’ adlı oyunu ile seyirciye ilk kez merhaba dediler. Oyun, bir seri katilin psikolojisini, 10 yaşındaki bir kızın kayboluş hikâyesi üzerinden üç farklı bakışla inceliyor. Mustafa Avkıran’ın usta rejisi ile oyuncuların (Derya Alabora, Övül Avkıran, Murat Daltaban, Arda Aydın) mükemmel performansını, o büyüleyici mekânda izlemenizi öneriyoruz. Genel prova sonrasında, yönetmen Mustafa Avkıran ve ‘Donmuş’un oyuncuları Derya Alabora ve Murat Daltaban ile söyleştik.
Tiyatronuzun adı neden ‘Dot’?
Murat Daltaban- Dot, yani nokta. Bir hedef gösteriyor, bu kelime. Bir yandan da bizim internet adresimiz, go-dot, hem İngilizce karşılığı var, hem de Godot’nun bir hecesi. Çok derinlemesine birşeyi ifade etmek yerine, içini doldurabileceğimiz bir kelimeyi seçtik.
Neden bu oyunla başlamak istediniz?
Murat Daltaban- Bu sezon aslında İngiliz oyunları yapmak istedim. Çünkü metin tiyatrosunun en iyi örnekleri son 10 yılda İngiltere’den çıktı.‘In-yer-face’ hareketinin oyunları benim özel ilgi alanıma girdiği için, özellikle İngiliz metinlerini başlangıç için referans aldık. Metin yazma geleneğinde çok kuvvetli olmasından dolayı ve ‘in-yer-face’ hareketinin metinlerinin çok sert temalar taşımasından, çok sert söyleyiş tarzı olmasından dolayı bu metinleri hareket noktası olarak aldık. Oyunlarımızdaki genel tavır, Dot’un aslında çizgisini belirleyen bir tavır.
Bu mekân anlayışı, bu proje fikri nereden doğdu? Sizi geçmişte Şehir Tiyatroları’ndan, aykırı oyunculuğunuzla tanıyoruz. Dot’u nasıl tanımlıyorsunuz?
Murat Daltaban-Ben büyük kitlelerle buluşan tiyatronun artık, zafiyetleri olduğunu düşünüyorum. Daha ufak mekânda, daha az seyirci ile ilişki kurabilen bir tiyatronun başlaması gerekiyor. Bunun öncesi var tabii. Küçük mekânlarda oyunlar, İstanbul’da uzun süredir oynanmış, oynanıyor, oynanacak da. Ama özellikle bu mekân, ‘in-yer-face’ hareketinin çizgisiyle beraber giden bir mimari tavır. ‘in-yer-face’in özellikle gerilim yaratan yapısı mekândan geliyor. Metnin gücü ve sertliğinin yanı sıra taşıdığı gerilim, mekânla çok ilişkili. Seyirci ile çok yakın temas oyunculuk ve reji gerektiriyor. Küçük mekânlar için yazılmış metinler bunlar. Onun için bu büyüklükte bir mekânı seçtik ve bunun peşinden gidiyoruz.
Günümüzde avangard anlayışta böyle bir özel tiyatro kurmak çılgınlık değil mi?
Salonumuz 80 kişilik. 90 kişiye kadar çıkabiliyor. Bu işi yapmak, çılgın ve kahramanız duygusuna girmek istemiyorum ama, başka türlü bizim mevcudiyetimiz mümkün değil. Yani Şehir Tiyatrosu’nda nefes alamadım, hayat bulamadım, istifa ettim. Ama sonrasında tiyatro yapmak zorundaydım. İstediğim, hayal ettiğim, kafamda hazırlığını yaptığım şey, senelerdir buydu. Şu anda bunu gerçekleştirebildiğim için mutluyum. Birlikte çalışmak istediğim oyuncularla, yönetmenlerle, istediğim metinleri çalışabileceğim bir mekâna ihtiyacım vardı. Burayı o yüzden yaptık.
‘Frozen’dan sonra hangi oyunlar var?
Bundan sonraki oyunumuz, Joe Penhal’un ‘Love and Understanding-Aşk ve Anlayış’, arkasından Anthony Neilson’ın ‘The Sensor-Sansürcü’ ve dördüncü oyunumuz Martin McDonagh’ın ‘Pillowman-Yastık Adam’. Bunların hepsi önemli oyunlar. Üzerinde ciddi olarak tartışılması, konuşulması gereken oyunlar. Bugün İstanbul’daki oyunlarımızı dünya ile eşzamanlı olarak oynuyoruz. ‘Frozen’ aynı zamanda Kanada’da, New York’ta ve Londra’da da kapalı gişe oynanıyor. ‘Pillowman’ New York’ta hâlâ oynuyor.Bunun yanı sıra, boşluk yakalarsak da daha kısa, küçük oyunlar var. Herhalde 2-3 tane onlardan gireceğiz. Çok hızlı ve çok fazla üretmek istiyoruz.
Hedef kitleniz?
Mekân, kendi hedef kitlesini, bir şekilde kendi yaratacak ve ulaşacak. Onun için ‘butik tiyatro’ tanımlaması doğru. Yani ihtiyaç duyan gelecek, ihtiyaç duymayan gelmeyecek. Hiç kimse ihtiyaç duymazsa, hiç kimse gelmez. Ama ben bu kadar kalabalık, büyük bir kentte, ihtiyaç duyacak günde 80 kişi vardır diye tahmin ediyorum.
Derya Alabora- Daha Dot ortada yokken, aramızda “bir oyun yapalım” diye konuşurken bu oyunu Murat bulmuştu. Hızlı gelişti süreç, işte bu mekânı buldular. Şanslı bir dönem, çünkü her zaman böyle bir proje olamayabiliyor. Çok kısa bir zamanda bu hale getirildi bu mekân, hiçbir şey ortada yokken. Herkes minik çapta “ne yapsak?” diye bunalım geçirirken, bir anda çok hızlı gelişti. Oyunda, bir seri katil tarafından öldürülen küçük bir kızın annesini oynuyorum. Zor bir rol tabii. Genelde oyunlarda bir-iki sahne böyle çok acıklı olur, diğer sahneler hafif geçer. Ama bu oyunda bütün sahneler acı veriyor. Oyun bittiğinde bunalıma giriyorum neredeyse. O kadar acı veriyor. Bir tek ilk sahne normal, ondan sonra kızın yok oluşuyla birlikte tüm sahneler kadının acısı üzerine kurulu. Oyunculuğa baktığınız yerle de ilgili bu biraz. Ben, rolün çok fazla içine girilmesi gerektiğini düşünürüm. Yani teatral bir şey olmaz bende genellikle. Böyle bir rol olduğunda da yıpratıcı oluyor.
Mustafa Avkıran (yönetmen) - Biz Murat Daltaban ile ‘5. Sokak Tiyatrosu’ içinde 1997’den beri çalışıyorduk zaten. ‘O Salı’ oyunumuzdan başlayarak beş projede beraber çalıştık. Çok inandığım, önemsediğim bir oyuncu Murat. ‘Dot’u kurduklarında ilk oyun olarak seçtikleri ‘Frozen’ı yönetmemi teklif ettiler, kabul ettim, çünkü ‘dot’un yapılanmasını çok önemli buluyorum. Çalışmaya başladık. Belki de hayatımın en uzun prova dönemlerinden biri oldu. Altı aya yakındır ‘Frozen’ ile birlikteyim. Herşeyi ile iyi bir çalışma oldu. Bugün, bu ülkede, bu tiyatro sezonunda en çok konuşulacak işlerden biri oldu, diye düşünüyorum. Çünkü, hem metnin kuruluşu, hem sahnelenişi, hem de yorumlanışı, özellikle bu üç oyuncunun performansı, gerçekten benim için de hayranlık verici şeyler. Yorgunum ama çok mutluyum. Çok yorulduk, çünkü mekânın inşaatıyla oyunun inşası neredeyse aynı zamana denk geldi. Çok bilinmeyenli durumlar vardı, ama sonunda başardık. Metin, monologlardan oluşuyor, çok sert bir metin, çok güçlü bir metin. Son zamanlarda çalıştığım -açıkçası- en iyi metinlerden biri. Metne çok fazla müdahale etmedim, çünkü yazar çok iyi bir dramaturg ve çok hesaplı yazmış. Zaten buna bir metin demek yerine, bir gösteri metni demek daha doğru. Senaryodaki sağ tarafla sol tarafın herşeyini çok önemseyerek çalıştık. Benim kattığım, eklediğim, değiştirdiğim, dönüştürdüğüm yerler var, ama metnin aslını bozmadan, Lavery ile aynı dili konuşarak bu oyunu yaptık.
Övül Avkıran (Oyuncu)- Çok heyecanlıyım. Yeni bir tiyatro kuruldu, böyle bir tiyatronun içinde Özlem’le, Murat’la, Süha ile paylaşmaktan, ilk oyunlarında olmaktan çok mutluyum. Derya ve Murat’la oynamaktan ayrıca çok keyif alıyorum.
.Özlem Daltaban (Dot’un kurucularından)- Ben Dot’un kabuk kimliğine de, içinden çıkacak işlerin gücüne de inanıyorum. Biz Dot’u konuşmaya başladığımızdan beri epey bir vakit geçti. Hedeflediğimiz başlangıç sınırlarına yaklaştığımızı düşünüyorum. İyi sanatın çıktığı bir ortam yaratıp, bunun da konforlu bir ortamda olmasını sağlamaktı hedefimiz. Günün teknolojisini kullanarak, tiyatro sanatının arkasında durulabileceğini düşünüyorum. Dot, herşeyi ile içinden çıkan işleri taşısın istiyoruz. Buradaki yapı sadece kişiler üzerine kurulmasın, oyunun yazarını, tavrını, oyunun daha önce oynandığı yerlerin tecrübelerini seyirciye aktarmaya çalışıyoruz.
Arda Aydın (Oyuncu-Yön.Yard.)- ‘Frozen’ projesine 6 ay önce başladık. Teksti okuduğumda çok beğendim ve önce yönetmen yardımcısı olarak katıldım projeye. Daha sonra oyunda gardiyanı oynayacak birine ihtiyaç vardı ve şimdi hem oynuyorum, hem de prodüksiyon asistanlığını yapıyorum. Ayrıca Derya Alabora, Mustafa Avkıran benim hocalarım, Murat Daltaban çok yakın arkadaşım, Övül Avkıran ile çok eskiden tanışıyoruz. Böyle bir ekiple ve ‘Dot’un açılış oyununda oynayınca insan daha bir keyif alıyor. Şehir Tiyatrosu’nda oynuyorum aynı zamanda. Orada kendi kendimize yapamadıklarımızı burada yapabiliyoruz, aksesuarımızı, dekorumuzu kendimiz yapıyoruz, kostümümüzü hazırlıyoruz. Bunlar, işin doğası gereği olması gereken şeyler, o yüzden çok keyifli.
(26 Eylül 2005'te BirGün gazetesinde yayımlanmıştır)