(Bu yazı 17 Mayıs 2006’da yayımlanmıştır)

 

Suha Çalkıvik

Koro: “İyi ki doğdun Amadeus

Peter Shaffer’ınAmadeus’ oyununda 23 yıl önce Salieri rolünü oynayan Devlet Tiyatrosu Sanatçılarından Can Gürzap, bu kez aynı esere ‘yönetmen’ olarak imza atıyor.

İnsanlık tarihinin en büyük bestecilerinden Mozart’ın 250. doğum yılı kutlama etkinlikleri kapsamında İstanbul Devlet Tiyatrosu büyük projesi olarak 15. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nde 17 Mayıs’ta seyirciyle buluşacak olan eser, Türk Tiyatro tarihinin en görkemli prodüksiyonlarından biri olarak gösteriliyor.

Yazar Shaffer’a göre Mozart, zeki, yaramaz, sivri dilli, neşeli, muzip bir insandır. Yüzyılların onu donmuş bir porselen heykelcik haline getirmesine karşı çıkıyor ve bu heykelciği kırmak istiyor. Oyun, toplumlarda kurnaz yeteneksizlerin gerçek dehaların yetişmesini engellemedeki başarılarının bir örneğini Salieri-Mozart karşıtlığını kullanarak vermektedir. Orta düzeyde bir besteci olan Salieri'nin, dehasını hemen gördüğü genç Mozart'a duyduğu kıskançlık ve bu dehanın sivrilmesini önlemek için uyguladığı başarılı politika sonucu kendisi şan, şeref ve para içinde yüzerken Mozart'ın sefaletten kurtulamaması. Yazar konuyu işlerken, Salieri'nin kıskançlığının Mozart'ı zehirlemeye kadar vardığı yolundaki iddialardan hareket ediyor. Oyun, 1984’de Milos Forman tarafından beyazperdeye aktarılarak 8 dalda Oscar Ödülü kazanmıştı.

1983-84 sezonunda bu oyundaki Mozart rolü ile sahnelerimizde unutulmayacak bir oyunculuk sergileyen, 1997 yılında yitirdiğimiz Rahmetli Alev Sezer’i sevgi ve saygılarımızla anarak, yönetmen Can Gürzap ve oyunda başrolleri paylaşan Zafer Algöz (Mozart) ve Celal Kadri Kınoğlu (Salieri) ile genel prova öncesinde söyleştik.

Can Gürzap-Amadeus’ oyunu 1982 yılında elime geçti. Çok değerli bir oyundu, çok beğendim ve “niye bu oyunu Devlet Tiyatrosu’nda yapmayayım” dedim kedi kendime. 1983’te İstanbul Devlet Tiyatrosu’na Müdür olunca, ilk işim bu oyunu repertuara almak oldu. Fakat, o dönemde baktım ki bu oyuna karşı bir direnme var Ankara’dan. Niye? Çünkü, Mozart çok fazla küfür ediyor. Bağırıyor, çağırıyor, kavga ediyor, küfrediyor. Tekstteki bu hali pek hoş karşılanmadı, Mozart ile bir araya getirilemedi. Sonra ben araştırdım, gerçekten Mozart’ın *Tourette Sendromu diye bir hastalığı olduğunu öğrendim. Yani istemdışı küfür ediyor aslında insan.  Bu durumu belirttik. Bir başka konu da, 12 Eylül 1980 darbesinden yeni çıkılmış, onun da yarattığı bir çekingenlik olabilir. Ama kesin olarak bilmiyorum direnmelerinin nedenini. Oyuna hayran olmuştum. Ben bir oyunu ilk okuduğumda rejisör gözüyle okurum, ondan sonra içinde kendime bir rol ararım, tabii varsa… Hem rejisör gözüyle çok beğendim, hem de oyuncu olarak Salieri rolünü çok sevdim. Yani, sahneye mi koyayım, oynayayım mı? Böyle ikircikli bir durum oldu. Sonra, “ben bunu oynayayım” dedim ve Yücel Erten sahneye koydu. Yücel de, “tamam, sen oyna” dedi. Böyle doğdu proje ve çok başarılı oldu. İyi bir çalışmaydı. İyi bir kadroydu. Fakat Taksim Sahnesi’nde oynandığı için daha küçük bir prodüksiyon oldu.

-Bu yıl ‘Amadeus’un oynanması fikri nasıl doğdu?

Can Gürzap- İki amaç, bir noktada kesişti. Birincisi, bir oyun sahneye koymak istiyordum bu sene. İki senedir oyun sahnelememiştim.Fakat, okuduğum oyunlar, ünlü oyunlar olmalarına karşın, pek de beğenmedim, eskimiş buldum. Ali Düşenkalkar, -kendisi yönetmen yardımcısı bu oyunda, aynı zamanda oynuyor- ‘Amadeus’ fikrini ortaya attı. “Niye bu oyunu sahnelemiyorsunuz?” dedi. “Aaaa, çok iyi fikir” dedim. Sonra düşündüm Mozart’ın 250. doğum yılı ve Tiyatro Festivali. Biz talip olduk bu çalışmaya. İşte rol dağıtımı yapıldı ve 3,5 ay önce çalışmaya başladık. Benim için de sanatçılar için de gerçekten çok uzun bir süre bu. Benim bir oyun için çalıştığım süre altı-yedi haftadır, iki ayı bile bulmaz. Hayatım boyunca hiçbir oyuna bu kadar uzun bir sürede çalışmamıştım. Fakat bu oyunda, buranın Atatürk Kültür Merkezi’nin meselelerinden dolayı, AKM’deki izdihamdan dolayı -olmaması gereken bir izdiham nedeniyle- maalesef doğru dürüst sahnede çalıştık diyemem. Arkadaşlarım çok büyük bir özveriyle çalıştılar. Bir oyun 3-3,5 ay çalışılınca şöyle bir tehlikesi var: oyuncu sıkılıyor haklı olarak. Ben onları elimden geldiğince sıkmamaya ve oyundan soğutmamaya çalıştım. Kendim için de aynı şey söz konusu, farkında olmadan ben de sıkıldım. Aynı şeyi tekrar et, tekrar et. Neyse, biz bunu yumuşak bir şekilde hallettik. Sonuç olarak iyi bir çalışma olduğuna inanıyorum. Prodüksiyon olarak çok zengin bir prodüksiyon. Belki de şimdiye kadar Türk Tiyatrosu’nda görülmüş en büyük, en görkemli prodüksiyonlardan biri oldu. Belki müzikaller bunun dışında tutulabilir. Kadro çok iyi. Kalabalık sahnelerde oynayan genç arkadaşlarımız çok iyi. Dekorumuz, kostümlerimiz gerçekten mükemmel oldu. Müzik danışmanımız Gaye Çağlayan çok destek verdi, hareketleri düzenleyen Yeşim Alıç çok çok destek oldu. Büyük sahnelerdeki kalabalık oyunlar daima zordur. Kalabalığa hakim olmanız gerekir. Hakim olamazsanız, o kalabalık bir curcunaya dönüşür. Bu da tiyatroda en istenmeyen şeydir. O tehlikeyi atlattığımızı zannediyorum. Bu akşam bir ön-gösterim olarak sahneye çıkacak oyun, 17 Mayıs Çarşamba akşamı Festival bünyesinde oynanacak, ondan sonra da artık gelecek sezon artık kaç oyunda bir, kaç ayda bir sıra gelirse oynayacağız. Çünkü 4-5 tane oyun var büyük salonda. Burada AKM’de  çalışmak, hakikaten bir cehennem azabı diyebiliriz. Çünkü, Opera, Bale, Orkestra, Türk Musikisi Korosu, AKM kaldırmıyor bunların tümünün yükünü. Senfoni Orkestrası için Orkestra Salonu adı altında bir salon yapılmış aşağıda, orkestra sığmıyor oraya. Bu nasıl iştir? Devletin ya da Bakanlığın acilen bir sahne yapması gerekiyor. Ama sinemadan bozma bir sahne değil,  tiyatro sahnesi yapması gerekiyor. Sinema sinemadır, tiyatro tiyatrodur.

-Farklı mimari yapılardır değil mi?

Can Gürzap- Elbette ayrıdır. Tiyatro Salonunu şöyle tarif ederler: Perdeyi çektiğin zaman sinema olabiliyor mu? Ankara’daki Büyük Tiyatro’ya perdeyi çekin, sinema olarak kabul edebilir misiniz? Edemezsiniz! İstanbul’da Dram Tiyatrosu vardı, yaktık yıktık. Çekin perdeyi, kabul edebilir misiniz? Edemezsiniz! Atatürk Kültür Merkezi’ni zaten bütün hacminden dolayı en azından sinema olarak kabul edemezsiniz. Ama Venüs’ü (Taksim Sahnesi) kabul edersiniz sinema olarak, çünkü zaten Venüs Sahnesi, sinema idi. Hep biz sinemadan bozduğumuz salonlarda tiyatro yapmaya kalktık.

- Bu yılki Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nin programını genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Can Gürzap- Çok çok iyi. Özellikle programda yeralan workshop’lar çok önemli. Keşke olanak olsa da Tiyatro Festivali, her yıl yapılabilse. Çok değişik üsluplarda, değişik anlatımlarda, değişik ülkelerden tiyatroları Türk seyircisinin izleme olanağı doğuyor. Her yıl yapılabilmesi için de sponsorların bu işe el atması lazım. Fakat maalesef bizdeki varlıklı kesim hâlâ sanata belirli yatırımlar yapmaktan çekiniyor. Oysa o yatırımlar onlara geri dönecektir. Halkın kültürü arttıkça, taleplerin kalitesi de artacaktır. Yapılan genel üretimin kalitesi artacaktır. Maalesef, festivalin iki yılda bir yapılabilmesinin nedeni parasızlıktan. Kolay değil, o kadar büyük grupları getiriyorsunuz, yatırıyorsunuz, yediriyorsunuz, gezdiriyorsunuz, çok zor bir şey bu organizasyonlar. Çok hayırlı bir iş olarak İstanbul Kültür Sanat Vakfı, Rahmetli Nejat Eczacıbaşı’nın önderliğinde bir Tiyatro Festivali organize ederek, bu Festival bugün dünya çapında bir Festival… Bu Festivalin kıymetini bilmemiz gerekiyor. Bu Festival neyle yaşar? Parayla yaşar. Vereceksiniz parayı. Ama nasıl vereceksiniz? Kültür Bakanlığı bütçesi binde iki (% 0,2) olan bir ülkede yaşıyoruz ve kültürden bahsediyoruz.

-Devletin mali desteğinin yanı sıra, Festival’de sadece İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun oyunu var. Diğer büyük şehirlerimizin ve bölgelerdeki Devlet Tiyatrolarının da Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’ne katılmaları sağlanamaz mı?

Can Gürzap -Elbette katılmaları çok iyi olur. Ama katılırken de sahneleyeceğiniz oyunda Festivali düşünerek, kaliteyi göz önünde bulundurmanız gerekiyor. Her şeyden önce devletin para olarak Festivale destek sağlaması gerekiyor.

Celal Kadri Kınoğlu (Salieri)- Bunlar oyuncuların hayallerini süsleyen oyunlardır, rollerdir. Amadeus filmi sinemalarda gösterilirken öğrenciydim konservatuarda, o filmi izlediğimizde bile inancımız tazelenmişti, daha çok sahne çalışmaya karar vermiştik sanki. Bir şey hissettiriyor Mozart’ın müziği bir kere. Sanatın gücü ne demektir? Sokaktaki bir insanı çevirsen, Mozart’ın ‘Requiem’inin sende yarattığı kuvvettir, denebilir. Sanatın gücü, Mozart’ın müziğidir. Ondan sonrası da yazarın başardığı o müthiş süratli, bir oyuncuya zevk veren, hız kazandıran, bir rolün iç duygusunun olabileceğini çeşitli çalışmalarla ortaya koyup, bunun mühendisliğine sahip bir yazar olarak Peter Shaffer’ın başarısından bahsetmek gerekiyor. Oyunu okuduğum gece gerçekten ateş bastı yüzüme, kıpkırmızı oldu yanaklarım. Bu kadar kuvvetli bir şey, insanı böyle çağıran bir şey. Tekst olarak oyunu okuduğumda, filmden daha fazla etkilendim. Metin korkutmadı da ama. Sanki her şey yerli yerindeydi, gidip onlarla buluşmak gerekiyordu. Yani bazen modern oyunlarda bir problem vardır, ortada görülmeyen şeyleri yaratmak zorunda kalırsınız. Bu oyun ise müthiş, oluşmuş, yerli yerinde bir cennet ve orada bir hayat yaratmak gerekiyor. İşte biz buna çalıştık hepimiz. Bir sürü anlam var tekstte ve bunların hepsinin ortaya konması gerekiyor. Ve sanatçının can atacağı şey, başka bir sanatçının hayatını oynamaktır. Çünkü mahvoluşlar vardır, gurur vardır, aşk vardır, intikam vardır, utanç vardır. Tam da çocuklar gibi etkilendiğimiz için biz rollerden, benim içimdeki her şeyi heyecanla harekete geçirebilecek müthiş bir şeyle karşı karşıyaydım. Ve yani işin açıkçası deli gibi çalıştım, gece gündüz kafamdan ezber geçiyordum, kendimi beğenmiyordum, mutsuz oluyordum, kendime kızıyodrum, herhangi bir gürültüye patırtıya kızıyordum. Tam da işin orijinali buydu, öyle olması gerektiği gibi oldu. Canhıraş çalıştık. Umarım gurur duyarız bunun sonucundan. Ama ben şimdi ben çok mutluyum ve tam tatmin olmuş durumdayım. Dilerim, konservatuar birinci sınıftan yetmiş yaşına kadar olan bütün oyuncu arkadaşlarım, bu heyecanı bu oyunlar sayesinde yeniden yaşar ve kendisi için yaratır. Çünkü bizim işimiz budur, tam olarak budur işte. İnsan iyi bir oyunu iyi bir reji ile adamakıllı istekli çalışan, yetenekli, hevesli oyuncular birleşince, şunu her zaman görüyoruz: tiyatro mümkündür. Gerçekten bir aktör, iyi bir oyunda kendini ortaya koyuyorsa, tiyatro hâlâ sinemadan daha etkileyici olabilir. Seyirci bunu biliyor. Hayattan daha kuvvetli bir şey yok. Yolda yürürken bir çocuğun tokat yediğini görseniz, bir kaza görseniz içiniz birden bire bir başka türlü kalkar. Gerçekten iki sevgilinin birbirine sarıldıklarını görseniz… bunları sinema sağlayamaz, klipler, televizyon melevizyon sağlayamaz. Ama artık tiyatro bunu istiyor, hiç yalansız, adamakıllı, pozsuz, süssüz, gerçekten modern, içten, samimi, duru oyunculuklar…bu tansiyonu görmek istiyor seyirci. Ve bunu görünce, evet, tiyatro mümkün. 
 

Zafer Algöz (Mozart)- 1983-84 sezonunda ‘Amadeus’ oyununu izlediğimde çok etkilenmiştim. O zamanki kadrodan söz etmek isterim, Rahmetli Alev Sezer bence Devlet Tiyatroları’nın yetiştirmiş olduğu en büyük aktörlerden biriydi, müthiş bir oyuncuydu. O, Mozart’ı oynadığında çok etkilenmiştim. Daha sonra Milos Forman’ın filmini izlediğimde, ki Tom Hulce oynamıştı Mozart’ı. Emin olun duygusal davranmayıp kafamda şöyle bir tarttım, “kim daha iyi oynamış?” diye, ben Alev abiyi daha çok beğenmiştim ve “keşke Milos Forman, Alev Sezer’i tanımış olsaydı!” dedim. Ki filmde daha da büyür, olağanüstü oynardı Alev abi. Yıllar sonra şimdi Mozart’ın 250. doğum yılı nedeniyle tüm dünyadaki kutlamalar çerçevesinde, İstanbul Devlet Tiyatrosu da Tiyatro Festivali’ne bu oyunla katılmaya karar verdi, hocamız rol dağılımını yaptı. Birlikte hakikaten aylarca, çok uzun bir süre çalıştık. En büyük zorluk, AKM’deki bu salon paylaşımı sorunu yüzünden oldu. Çünkü AKM Büyük Salonu, sadece sanat kurumlarının (Opera, Bale, Orkestralar ve Tiyatro) paylaşımı dışında ‘Bakanlık tahsisi ile’ başka kurumlarca da zaman zaman kullanıldığı için, (halk oyunları yarışmaları v.s.) zaten günleri çok değerli bir salon olan AKM konusunda Bakanlığın daha titiz davranması, cimri davranması gerekiyor. Biz oyuna çalışırken, bu sefer buradaki 620 numaralı prova salonunda yaptıklarımızı aşağıdaki salonda montaj yapmakla geçirdik. Hatta projenin ilk aşamasında “acaba kafa mikrofonu kullanalım mı?” dedik. Çünkü çok intim sahneler vardı. Ama sonra, işin içine teknoloji girerse, oyunun o sıcaklığı kaybolabilir, biraz daha yorulur, efor sarfederiz ama yaka mikrofonu kullanmamakta fayda var, dedik. Ethem Özbora çok güzel bir dekor yaptı gerçekten oyuna. Devlet Tiyatroları’nın zaman zaman böyle büyük prodüksiyonlarla, en azından başka prodüksiyonlara örnek olması açısından böyle başarılı işleri yapmasını çok olumlu buluyorum. Serpil Tezcan müthiş, alımlı, güzel, tam da döneme uygun kostümler yaptı. Güzel de bir oyuncu kadromuz var. Yıllarca birlikte oynamışız, Celal ile ben daha önce de çalışmıştık. Son derece birbirimize yardımcı olarak çalıştık. Neticede kolektif yapılan bir iş. 

 

 

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------

* Tourette sendromu kompleks bir nevrolojik-psikiyatrik hastalıktır. Bazı Tourette sıkıntısı çekenler iradesiz olarak küfürler veya ahlaksız kelimeler söylemek zorunda kalmaktadırlar.

 

Yazan: Peter Shaffer

Çeviren: Nüvit Özdoğru

Yönetmen: Can Gürzap

Dekor tasarımı: Ethem Özbora

Kostüm tasarımı: Serpil Tezcan

Müzik danışmanı: Gaye Çağlayan

Koreografi: Yeşim Alıç

Oyuncular: Celal Kadri Kınoğlu (Salieri), Zafer Algöz (W. Amadeus Mozart), Meral Bilginer (Constanze Weber), Nışan Şirinyan (Joseph II), Mahmut Gökgöz (Kont Johann Killian Von Strack), Payidar Tüfekçioğlu (Kont Franz Orsini),  Özgür Erkekli-Ali Ersin Yenar (Baron Gottfried Van Swieten),   Ali Düşenkalkar (Venticello I), Levent Güner (Venticello II)

Peter Shaffer ve Amadeus

Peter Shaffer 1926'da Liverpool kentinde doğmuş ve Cambridge Üniversitesi'nde tarih öğrenimi görmüş bir İngiliz yazarıdır. 1958 yılında yazdığı ‘Five Finger Exercise’ oyunu Londra ve New York'ta oynandıktan sonra filme de alınarak yazara ilk başarısını sağlamıştır. Ondan sonra ardardaPrivate Ear, Public Eye’, ‘Black Comedy’, ‘White Liars’, yine filme alınan ‘The Royal Hunt of the Sun’, ‘The Battle of Shrivings’ ve ‘Equus - Küheylan’ ile İngiliz tiyatrosundaki yerini sağlamlaştıran yazarın ‘Amadeus’ oyunu önce Ulusal Tiyatro'da sahnelenmiş, Peter Hall'ün yönettiği oyunda Salieri rolünü ünlü aktör Paul Scofield oynamıştır. Gördüğü olağanüstü ilgi üzerine, Peter Hall'ün eseri özel tiyatrolarda ve New York'ta sahnelenmiştir. Oyunu, Paris'te Roman Polansky sahneye koymuş ve François Perrier'nin Salieri tiplemesi karşısında Mozart rolünü de üstlenmiştir. Amadeus Almanya, Avusturya, Belçika, Hollanda, Norveç, Finlandiya, Polonya, Yeni Zelanda, Güney Afrika ve Avustralya'da da sahnelenmiş, Londra'da Evening Standard Tiyatro Ödülü, New York'ta Tony ve Tiyatro Eleştirmenleri Ödülleri’ni toplayarak son yılların üstünde en çok konuşulan oyunlarından biri olmuştur.