AVUSTURYA KÜLTÜR ŞÖLENİ
Dr. Hüseyin Toros,
huseyintoros@yahoo.com
1960'lı yıllardan itibaren Avrupa'dan
gelen işçi talebi, anadolu insanına büyük ümitler ile
Avrupa yolunu tutturmuştur. Avrupa'ya gidenlerin bir kısmı
da Avustur'yayı mekan eylemişlerdir. Bugün yarın dönerim
ümidiyle birinci nesiller gittikleri yerin dilini bile öğrenme
ihtiyacı hissetmemişlerdir. Günümüzde ise yeni nesiller
dönüşün zorluğunu farketmişler ve gittikleri ülke
insanları ile uyum içinde olabilmek için onların dilini,
dinini ve kültürünü de öğrenme ihtiyacı hissetmişlerdir.
Bu arada kendi kültürlerini unutmaya başlamışlar ve bu
felaketi görenler bir araya gelerek sivil toplum kuruluşları
oluşturmuşlardır. Kültü Şöleninde insanlar bir araya
gelmekte, hal ve hatırlarını sormaktadırlar. Yapılan
etkinliklerle gelenek ve göreneklerini birlikte
yaşamaktadırlar. Birincisi ilk defa bu yıl gerçekleştirilen
etkinlik bundan sonraki yıllarda da Nisan ayının ilk
haftasında yapılarak Avusturya'da vatanddaşlarımız
kaynaşması sağlanmaya çalışılacaktır.
Kültür
Şöleni katılımcılara doyurucu bir da manevi ne damgasını
vuran en önemli etkinlikler ise yöresel yemeklerin Gidenler
bir ev sahibi olacak kadar para biriktiyeyim ümidiyle
gitmişlerdir. Avrupa'da çok zor şarltarda işe başlayanlar
sonraları birde arabam olsun demişlerdir. Fakat bunun arkası
kesilmemiş ihtiyaçlar gittikçe artmıştır. Önceleri
yalnız giden gurbetçiler daha sonra eşleri ve çocuklarını
da getirmişlerdir. Zaman hızla akıp gitmiş onlar emekli
olduklarında torunları olmuştur. Emekliliklerini Türkiye'de
rahat bir geçirmek için döndüklerinde torun hasretine
dayanamayıp Avrupa ile Türkiye arasında mekik dokumaya
başlamışlar ve torun hasreti ağır basmış ve maalesef
çoğunluğu ülkemize geri dönemektedirler.
Zamanın
birinde hükümdar vatandaşlarına bağ ve bahçe vermek
ister. Bu istek halka duyurulur. Bu dağıtım işinin bir
kuralı vardiır. Bu kuralda kişiler sabah gezmeye
başlayacakalr ve almak istedikleri bölgeyi gezip akşam güneş
batmadan hükümdarın huzuruna çıkacaklardır. Vatandaş
sabah gezmeye başlar güzel bir otlak görür ve hemen burası
benim olmalı diyerek etrafında dolaşmaya başlar. Fakat
biraz ilerleyince bir koyun sürüsü görür burası da benim
olsun diyerek alanı genişletir. Alan genişledikçe bir bahçe
görür bunu da alayım derken zaman ilerlemiştir. Geri
dönmesi gerektiğinin farkına varır ve hızlı adımlar ile
geri dönmeye başlar. Tam güneş batacağı sırada sarayın
giriş kapısına gelir. Yorgun düşmüştür. Bir ayağını
kaldırıp diğer ayağını attığında hükümdarın
huzurunda olacaktır. Ne hazindir ki son ayağını
kaldırdığında yorgunluktan kalbi durar ve oracıkta
rahmetli olur.
AVUSTURYA'DA KUTLU DOĞUM
KUTLAMALARI
Avusturya'daki 10 sivil toplum kuruluşu
bir araya gelmişler ve beraberce kutlu doğumu kutluyorlar.
Her hafta bir sivil toplum kuruluşunun merkezinde kutlanan
etkinliklerde peygamberimiz anlatılıyor. Avusturya'da
yaşayanlar bazı şeylerin yanlış gittiğini fark etmişler.
Örneğin dinlerini bilmediklerini ve yanlış bildiklerini
söylüyorlar. Yarım doktor candan, yarım hoca imandan eder
atasözünü hatırlatıyorlar. Kendilerinin iki cihanda
bahtiyar olabilmek için peygamberimizi tanımak ve onun
yolunda olabilmek için öncelikle onu tanımaları gerektiğini
vurguluyorlar. Kutlu doğumun hem kaynaşma ve hemde bilgilenme
olduğunu söyleyen vatandaşlarımız her bir sivil toplum
camiasının farklı özellikleri olabileceğini, bunun gayet
normal olabileceğini, geçmişte bunu birbirlerinden
uzaklaştırma amacıyla kullanabildiklerini ve bunun büyük
bir hata olduğunun farkında olduklarını belirtiyorlar.
Bugün ise farklı cemiyetlerin bir zenginlik olduğunu ve
birbirlerine husumet değil sevgi beslediklerini ancak bu
şekilde yaşarlarsa gelecek nesillere iyi bir miras
bırakabileceklerini söylüyorlar.
Gördüğüm kadarıyla
yaşayışları dînimiz gibi, dinleri yaşayışımız gibi
Büyük şairimiz Mehmet Akif Ersoy'dan
Allah razı olsun. Ne güzel özetlemiş "yaşayışları
dînimiz gibi, dinleri yaşayışımız gib".
Köyden, kasabadan kalkıp Avrupa'ya giden vatandaşlarımız
maalesef ne bizim gelenek, görenek, adet ve örflerimizi
Avrupa'ya taşımışlar. Ne de oradaki güzellikleri almışlar.
Bir arkadaşımla beraber hafta sonu Viyana sokaklarında
elektrik direklerinde poşetlerde gazeteler ve direkte asılı
para kutularını görünce şaşırdık. Ne olduğunu anlamaya
çalıştık. Fikir yürüttük. İlk önce kutuya para atınca
gazete veya dergi otomatik olarak düşüyordur diye düşündük.
Fakat incelediğimizde kutuya para atmadanda gazete ve
dergilerin alınabileceğini gördük. Bir anlam veremeden gün
boyu dolaştık. Her yerde aynısı idi. Bir vatandaşımıza
sorduğumuzda duyduklarımıza inanamadık. İnsanlar
belirtilen kadar parayı kutuya atıyor ve gazete veya
dergilerini alıyorlarmış. Vatandaşımız buda bir şeymi
dedi. Tarlalara giderseniz tarla kenarında terazi, poşet,
tartım cihazı, ürün kg bedeli yazan kağıt ve para kutusu
olduğunu söyledi. Sebze ve meyve almak isteyenlerin bahçelere
ve tarlalara gittiklerini istedikleri kadar ürünleri
toplayıp, tartıp ve ücretlerini kutulara bıraktıklarını
belirtti. Nice Avrupa'dan gelen vatandaşımızla konuşmuştum.
Hiç biri bu güzelliklerden bahsetmemişti. "İlim ve
hikmet müslümanın yitik malıdır. onu nerede bulursa alır"
hadisi şerifini hep duyarız. Fakat icraat yapmayız.
Birini, birşeyi gördüğümüzde ondaki
noksanlıkları, hataların farkına varıp başkaları ile
paylaşmak bizlere mahsusdur herhalde. Eş dost sohbetlerinde,
medya organlarında bu tür konuların işlenmeyişi, bizlerin
dünya ölçeğinde güzel örnekler gösteremeyişimizin
sebebi olsa gerek. Konuşuyoruz ama yapmıyoruz. Sebebi ne
olabilir acaba?????
|