|
|||||||
Avrupa Birliği Öğretim Elemanı Değişimi (Erasmus) çerçevesince Lizbon Üniversitesi’nde (Portekiz) ders vermek amacıyla 29 Haziran – 20 Temmuz 2008 tarihleri arasında yaptığım seyahat sebebiyle bazı bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum. Güneşli bir Pazar sabahı İstanbul Atatürk hava limanına uçuş başlamadan yaklaşık 3 saat önce varıyorum. Bilet ve bagaj kontrol ve teslimi sonrasında biraz dolaşıyor ve sonrasında pasaport kontrolü bölümüne geçiyorum. Uzun kuyruklar beni korkutuyor. Uzun kuyruklarda sıraya geçiyorum. Sıra beklerken ülkemizi tanıtmak için ne paralar ve çabalar gösterdiğimizi düşünüyor ve anlamsız sıra beklemeye bir anlam veremiyorum. Keşke havaalanını işleten TAV yetkilileri çözümü basit fakat ülkemiz için kötü bir intiba bıraktıran bu ıstırabı görseler diye sessizce kendi kendime konuşuyorum. Yaklaşık yarım saat süren pasaport kontrolü sonrasında terminal iç bölümüne geçiyorum. Burada THY’larının yeni bir uygulaması ile karşılaşıyorum. Daha önceleri uçağa binerken dağıtılan gazeteler buraya alınmış bileti gösterip istediğiniz gazeteleri alabiliyorsunuz. Bu uygulama güzel çünkü uçağa binerken gazete dağıtıldığında istediğiniz gazete kalmayabiliyordu. Bu güzel uygulamaları için THY yetkililerini tebrik ediyorum. |
|||||||
|
|||||||
|
|||||||
|
|||||||
|
|||||||
|
|||||||
|
|||||||
|
|||||||
Portekizliler çok balık yiyorlar. Israrlı akşam yemeklerinde lokantaya davet ettiklerinde çok sıkıntı çekiyorum. Çünkü ben yemek konusunda çok hassasım. Dışarıda yemek yemeyi sevmiyorum. Balık yanında kırmızı et de çok yeniyor. Akşam yemeklerinde insanların yengeç vs yediklerini görünce ben alışmadığım için çok tuhafıma gidiyor. Hele küçük salyangozları masalarda kırıp çerez gibi yediklerini görünce şaşırıyorum. Büyük salyangozları yiyenleri görmedim fakat sorduğumda onların daha çok lüks lokantalarda tüketildiğini öğreniyorum. |
|||||||
|
|||||||
|
|||||||
Müfettiş ile görüştükten sonra Avrupa Birliği öğrenci değişimi çerçevesince Mersin’den gelen 15 kadar öğrencinin misafiri oluyorum. Bana bir Türk çorbası ve yemeği ikram ediyorlar. Bu öğrenciler Meslek Lisesi öğrencileri. Lizbon’da bir ay süreyle her biri bir lokantada staj görüyor. Öğrencilerin yemeği ve çayını içip biraz sohbet ettikten sonra üniversite misafirhanesine doğru yola koyuluyorum. Bu esnada bizim elçilikler bulundukları ülkenin ileri gelen yazar-çizerlerini, sanayicilerini ülkemize davet ediyorlar mı? Bulundukları ülkelerdeki fırsatları Türkiye’ye aktarabiliyorlar mı? Ülkemizi tanıtmak için ne tür etkinlikler yapıyorlar gibi sorularla derin bir düşünceye dalıyorum. Kısaca gerçekten elçi oluyorlar mı? Örneğin Lizbon’da tanıştığım Portekiz-Türk dostluk derneği başkanı Osman Bey bana hemen güneş enerjisi üzerine yatırım yapmak isteyen Türk firmalarının bulunup bulunamayacağını soruyor. Portekiz’de güneş enerjisine büyük bir yatırımın devlet tarafından destekleneceğini ve iş fırsatlarının olduğunu söylüyor. |
|||||||
|
|||||||
Lizbonlu üniversite son sınıf bir öğrenci ile sohbet ediyoruz. Türk tekstil ürünlerine konu geliyor. Bazı Türk markası ürünleri üzerine arkadaşları ile anketler yapıyor. Ürünler için şirketlerin web sitesindeki ürün katalogları kullanılıyor. Anket sonuçları Türk ürünlerinin arkadaşları tarafından olumlu sonuçlanıyor. Kendisine Türk ürünlerinden bayilik alması yönünde önerim oluyor. Çok istiyor fakat yeterli parası olmadığı için girişimde bulunamıyor. Portekiz medyasını takip ediyorum. Bizim medya ile karşılaştırdığımda utanıyorum. En çok satan gazetelere, web sitelerine, TV’lere vs baktığınızda Türk insanının ne kadar basit işler ile uğraştığına şahit oluyorsunuz. Bu arada gittiğim diğer bazı ülkeler (Çin, Belçika, ABD, Singapur, Hong Kong) içinde aynı karşılaştırmayı yapıyorum. Maalesef Türk medyasının çok bayağı olduğunu görüyorum. Hemen Çin atasözü aklıma geliyor. Küçük Kafalar kişileri, orta kafalar olayları, büyük kafalar fikirleri tartışır, düşünür. Lizbon üniversitesi ERASMUS temsilcisi Prof.Dr. Fernando Manuel Fialho Rosado ile üniversiteler, lisans öğrenci alımından, hoca alımına kadar değişik konularda sohbetler ediyoruz. Sonuç olarak akademisyenlerle aşağıdaki notları paylaşmak düşüyor. Portekizliler Portekiz İstanbul'dan küçük bir ülke olmasına rağmen bilim sıralamasında Türkiye'ye denk olması gerçekten düşündürücü, Çünkü bunlar; - Yabancı dil ile uğraşmıyorlar. Yabancı dil bilmeden de bilim insani olunacağına inanıyorlar, - Yabancı Dil kişilerin kendi sorunudur diyorlar, - Yurt dışı tecrübesi gibi bir takıntıları yok, - İnsanları, öğrencileri küçümsemiyorlar, .... - Çalışana her turlu kapıyı açıyorlar, - Örneğin bana burada her türlü imkanı verdiler, ofis, bilgisayar, kütüphane vs. - Çok farklı milletlerden öğrenci topluluğu ile karsılaşıyoruz. - .... - Unutmadan söyleyeyim bunlar çok balık yiyor. İki yemek çeşidinden birisi balık. Üniversitede her gün balık var. Hatta bazen 2 çeşit var. Sizce fazla balık yediklerinden midir??? Türkler'in Garipliği - Akademisyenlerin yükselmesi için Türkçe'den değil de yabancı dilden yeterlilik sınavı yaparlar. Bilemezler ki yabancı dil bilmeden de BİLİM yapılabilir. - Yabancı dil yeterlilik sınavını geçemeyen binlerce akademisyenin geleceğinin kararması kimsenin umurunda değildir. - Hatta sınavlarda öyle cümle yapıları sorarlar ki, anadili o dilden olanların bile bu sorulara cevap vermesi zordur. - Müthiş bir yabancı hayranlığı vardır. Prof.Dr. Oktay Sinanoğlu derki; ABD'den gelirken yanımda birde yardımcı getirdim. Türkiye'de benim yanımda bir şeyler öğrensin diye. Birde gördüm ki bizim hocalar bana değil de hep ona soruyorlar bir şey öğrenmek için. Hoca bu konuya çok üzüldüğünü ve bir toplumun bu kadar aciz olabileceğine inanmak istemediği söylemişti bir sohbetinde. - Üniversite sanayi işbirliği gelişmemiştir. Bir sorunu çözmek için değil de, bir araştırma yapmış olmak için çalışırlar. - Üniversiteler bir ihtiyaçtan doğmaz, kurulmaz. Mesela bor madeni merkezi Kütahya'dadır. Fakat enstitü Ankara'da kurulmuştur. Uçak montaj fabrikası Eskişehir'dedir. Uçak Fakültesi İstanbul'dadır. Bu örneği her meslekte görmek mümkündür. |
|||||||
|