|
|
Bakış Açısı |
|
Dr. Hüseyin TOROS huseyintoros@yahoo.com |
|
3 saat için 30 saat Ankara’da yapılan Üniversite Dil Sınavları (ÜDS) tıpkı diğer bazı sınavlarda olduğu gibi on binlerce kişinin Türkiye’nin diğer şehirlerinden sınav için Ankara’ya gelmelerini zorunlu kılıyor. Sınav üç saat sürmesine rağmen onbinlerce kişi en az 30 saati veya daha fazla zamanını yolculukta harcamak zorunda kalıyor. 21. yüzyılda on binlerce insanın sınav için binbir türlü zahmetle bir merkeze gelmesinin mantıklı izahı var mıdır? Sınava girenler, yol yorgunluğu mu dersiniz? Hava değişimi mi dersiniz? Bütün olumsuzluklara rağmen bu sınav bir çoğunun akademik hayatında dönüm noktası olacağından sınava girmek zorunda bırakılıyor. Çünkü bu sınav yılda sadece iki defa yapılıyor.
30 Mart tarihinde yapılan ÜDS sınavı için Ankara’ya sınav günü öncesi akşamdan gelen bir aday 3 saat kalacak yer arıyor. Sonunda kenar mahallelerden birindeki otellerin birinde kalacak yer bulabiliyor. Benzer bir sınav olan KPDS sınavlarından Aralık 2002’de yapılana gitmek üzere İstanbul’dan saat 14:30’da hareket eden Cumhuriyet treni akşam 21:30’da Ankara’da olması gerekirken hava muhalefeti nedeniyle sabah 7:30’da varabiliyor. 10 saat gecikmeli. Daha çok sınava girecek kişilerin yer aldığı trende kalorifer arızalandığından içindekiler soğuk vagonlarda geceyi geçirmişlerdi.
Bunlar sadece iki tane örnek, ancak kimbilir daha hangi kötü şartlar altında sınava girenler oluyordur.
Gelişen teknolojiler sayesinde fiziksel sınırlamaların sanal olarak kalktığı bir çağda yaşıyoruz. Artık insanlar küresel düşünüp yerel hareket etmektedirler. Amerika veya İngiltere’de merkezi bulunan bazı kurumlar dünyanın her yerinde sınav yaparak para basarlarken, bizde hala sınavların Ankara’da yapılıyor olmasının izahı mümkün değildir. Dünya çapındaki sertifika sınavları belirli merkezlerde, gelişmiş bilgi ve iletişim teknolojileri sayesinde kolayca yapılabilmektedir. Kendinizi yeterli hissettiğinizde sınav merkezlerinde istediğiniz bir tarihte yani 365 gün, 24 saat sınava girebilmektesiniz.
Türkiye’nin her yerinden Ankara’ya gelenler yol yorgunluğu içinde bu sınavlara katılmaktadırlar. Kimisi sınava bir gün önceden gelmekte. Bazıları ise kalacak yerleri olmadığı için gece yolculuk yapıp sabah bu sınavlara girmektedirler. Yine bazıları sınav evrakı gelmediği için mecburen önceden gelmek zorundalar. Peki sınava Edirne’den, Kars’tan veya Hakkari’den gelen ile evi Ankara’da olanlar arasında bir eşitsizlik yok mu? Uzakta yaşayan bir üniversite öğretim görevlisinin suçu ne?
Evet hayat eşittir imtihan. Hayati önemi olan bu konularda, dünyada geçerli sistemler bizde de uygulanamaz mı? Neyimiz eksik? Sınavlarda teknolojiden yeterince faydalanamıyoruz. Çağdaş sınav yapamıyorsak, eski sistem yapılan sınavları sadece Ankara’da yapmak yerine diğer büyük şehirlerde de yapamaz mıyız? Böylece bir nebze olsun eşitlik sağlanmış olmaz mı? İnsanları taşımak yerine sınav sorularını taşımak daha mantıklı değil mi?.
Gerçi Ankara’da bir iki gün esnaf bayram yapıyor. Fakat birilerine bayram yaptırmak için birilerini kurban etmenin bir mantığı var mı?
Geri kalmış ülkelerde yabancı dilin bir araç olmaktan çıkarılıp amaç haline getirilmesi ise ayrı bir dert. Yabancı dilin önemi konusunda bir şey söylemek abes olur. Fakat yabancı dilin bilim adamlarının önüne bir engel olarak getirilmesi ise anlaşılır gibi değil. Bir bilim adamı yabancı bir dergiyi okuyup anlayabilir fakat Ankara’da yapılan sınavda istenen puanı alamaz ise akademik kariyer sahibi olamıyor. Yabancı dil amaç mı? Yoksa sadece bir araç mı? Çünkü Amerika’da uzun yıllar kalmış kişiler bile çok yüksek not alamayabiliyor. Bırakınız yabancı dili, anadilimizde yapılan sınavda bile yüksek not alamayabiliriz. Sınavda yeterli not alamamak o dili bilmiyorsunuz anlamına mı gelir? Hele bilim yapmak için bir başka dilin ayrıntılarını bilmek ne kadar gereklidir? İngilizce dil sınavında yüksek not almakla bilim insanı olmak arasında doğru bir ilişki var mıdır? Sınavlarda bir İngiliz’den daha fazla İngilizce dilbilgisi bilmenin aranmasının arkasında Türkiye’de kolej mezunu olmayanların belli yerlere gelmesini engelleyen bir senaryo olabilir mi? Düşünmeğe değer.
Geçen gün bir arkadaş 3 yaşındaki çocuğunu çarşıda gezdirirken, çocuk bir dükkanın önünden geçerken birden baba bana pazıl (puzzle) al diyor. Babası kızım pazıl ne dediğinde ise yap bozu gösteriyor. Yabancılaşmanın yapacağı tahribatı ise yıllar sonra göreceğiz. 2050’lilerde Türkçe diye bir dil ve Türk kültürü kalmaz ise bunun vebalini kim üstlenecek?
Sistemler çok hızlı değişiyor. On yıl öncesinin muazzam sistemi bugün ilkel hale gelebiliyor. Çağdaş sınavların yapıldığı, binlerce insanın sadece Ankara’da değil de bir çok noktada sınava girdiği günlerde görüşmek ümidiyle. Ne mutlu güzel Türkçe’mize sahip çıkanlara… |