BİLİM,
YABANCI DİL VE SINAVLAR
Senede 2 kez yapılan Üniversitelerarası Kurul
Yabancı Dil Sınavı (ÜDS), her sınav sonrasında bir çok tartışmayı gündeme
getiriyor. Bunlardan başlıcaları ise sınav niçin sadece Ankara’da yapılıyor?
Uluslararası hakemli dergilerde yayın yapmak ile ÜDS sınavında alınan not
arasında istatistiksel olarak bir bağ var mı? Sınav sorularının içeriği neye
göre hazırlanıyor. Yabancı dil kabiliyeti olmayan bilim insanı olamayacak mı? vb
Ankara’da sınava girenlerle yapmış olduğum görüşme sonuçlarını sizlerle
paylaşmak istiyorum. 2000’li yıllarda ülkemizin genç beyinlerinin daha verimli
olması için olayı enine boyuna tartışmanın faydalı olacağı kanısındayım.
Hemen belirtmeliyim ki bu yazıdan asla
yabancı dil öğrenmenin gereksiz olduğu anlamı çıkartılmamalı. Zira bir lisan bir
insan temel kabulümüzdür. Bu yazı yabancı dil yüzünden yılları heba edilen genç
beyinlere, yenilerinin eklenmemesi çabasıdır. Yabancı dil, bilim
insanlarının önünde bir engel olmaktan çıkarılıp onları yabancı dil öğrenmeye
özendirici bir ödüle dönüştürülemez mi? Günümüzde bilim insanlarının vazgeçilmez
aracı olan bilgisayar kullanımı, kişilerin kendileri tarafından ihtiyaçları
doğrultusunda öğreniliyorsa, yabancı dil de öğrenilecektir.
Yüksek lisans ve doktora yapmak isteyenler
için ve ayrıca doçentlik başvurularında temel kriter haline gelen ÜDS sınavları
ülkemiz menfaati açısından tartışılması gereken çok önemli bir konu haline
gelmiştir. Konunun temelinde yabancı dil bilmenin avantajları ve bireylere
faydaları masumane ihlal edilmektedir. Yabacı dil yüzünden binlerce kişinin
yılları heba olmakta ve ihtisaslaşma arzuları sona ermektedir. Yabancı dil
olmadan bilim ve ihtisaslaşma olmaz görüşü, ülkemiz bilim insanlarına ve
konusunda uzmanlaşmak isteyenlerin önünde bir engel olabilmektedir. İnsanların
yılları veya gelecekleri karartılarak, ülke bilimine katkıları
engellenebilmektedir. Kısaca araç ve amaç karıştırılmaktadır.
On binlerce kişiyi ilgilendiren ÜDS sınavları, öncelikle niçin sadece Ankara’da
yapılıyor? Sınavın Ankara’da yapılmasını eleştirenlerin hemfikir oldukları bazı
konu başlıkları: Bilgiçağında sınavın bir merkezde yapılmasının artık çağdışı
kaldığı. Uzun yolculuk yaparak sınava girenler ile Ankara’dan sınava girenler
arasındaki eşitsizlik. Binlerce kişinin Ankara’ya gelmesinin ülke ekonomisine
zararları. Örneğin geçen sınavda uzak bir yolculuk sonucu sabah erkenden
Ankara’ya gelen bir aday sabah 7.30 da sınava gireceği okula varmış. Aday saat
9’a kadar bina içine alınmamış. Bir saat otuz dakika soğukta bekledikten sonra
bina içine alınan akademisyen sınavda nasıl başarılı olabileceğini sorguluyordu.
Sınava girenler ÜDS sınavını eleştirirken eğer mutlaka yapılacaksa Türkiye’deki
tüm üniversitelerde yapılması gerektiği konusunda birleşiyorlar.
ÜDS’ye alternatif bir sınav olan TOEFL’ın her ay ve birden fazla merkezde
yapılması, ÜDS’nin ise sadece 2 kez yapılması, ülke olarak insanlarımızın ve
hele de genç beyinlerin zamanının boşa gittiğini hala fark edemeyişimizin açık
bir göstergesidir. Yarınlarımıza imza atacak genç beyinleri bilimden soğutmaya
hangimizin hakkı var? Bu noktada bir akademisyen zengin olanlar için sorun yok
diyor. Çünkü, zengin olanlar 130 USD vererek her ay TOEFL sınava girme hakkını
elde edebiliyor. TOEFL sınavına girerken ödenen paraların yurtdışına gidip
gitmemesi herhalde sınavı düzenleyenlerin düşünmesi gereken bir konu olsa gerek.
Sınava girenlerin üzerinde durdukları diğer bir konu ise, ÜDS sınavından alınan
not ile yayın sayısında bir bağ kuramadıklarıydı. İstanbul’dan Ankara’ya sınava
gelen ve Kimya alanında ihtisas yapan genç bir akademisyen, 10 tane Uluslar
arası hakemli dergide yayını olmasına rağmen ÜDS’den yeterli not alamadığı için
doktora yeterlilik sınavını geçemediğini ve belki de ÜDS’de yeterli not alamaz
ise doktoradan atılarak bilim hayatının idam edileceğini söylüyordu. Geçen yıl
ÜDS’ye yönelik bir kursa katılarak sınavdan kıl payı kurtulan bir doçent adayı
ise 20’nin üstünde Uluslar arası hakemli dergide yayını olduğunu ve bunların
hepsini ÜDS’den geçmeden önce yaptığını söylüyordu.
Eleştirilerin diğer bir odak noktası ise yapılan ÜDS’lerin içerikleriydi. 35 yıl
Amerika’da yaşamış bir profesör sınav sorularını yapamamakta. Yayın yapmak için
gereken İngilizce ile ÜDS’de sorulan soruların arasında ilişki kurmak gerçekten
zor. Örneğin diğer bir akademisyen 15’in üzerinde Uluslar arası hakemli dergide
yayını olmasına rağmen, sınavı, bir milyarın üzerinde kurs parası vererek
geçtiğini belirtiyordu. Sınavdan geçen bir diğer akademisyen ise sırf sınavı
geçebilmek için Ankara’da ÜDS hazırlık kursuna katıldığını söylüyordu. Bununla
birlikte sınav sorularının cevaplarının açıklanmayışını eleştirenlerde azım
sanmayacak kadar çok. Bilim insanının en çok ihtiyaç duyduğu konulardan olan
Türkçe’den İngilizce’ye veya İngilizce’den Türkçe’ye çeviri iken bu
soruların sayısının son yıllarda azaltılması sınava girenlerin en çok kızdıkları
noktalardan biriydi. Madem asıl hedef İngilizce’nin kullanılabilirliği, o zaman
neden tercüme sorular azaltılıyor? ! Bir İngiliz’in bile bilemediği kıyıda
köşede kalmış kelimeleri bulup sormak maharet olmasa gerekir. Yabancı dil
sınavındaki amaç üzüm yemek mi? Yoksa bağcıyı dövmek mi?
Günümüzde en az bir yabancı dil bilmek kaçınılmazdır. Bilim için yabancı dil
bilmek bir araçtır. Bu araca eksik sahip olanlarda bilim yapabiliyorlar. Yabancı
dil bireylerin kendi sorunlarıdır. Akademik yükseltmelerde yabancı dil engel
değil de ödül haline dönüştürülebilir. Yabancı dil yüzünden yüksek lisans için 3
yıl, doktora için 2 yıl ve doçentlik sınavına girmek için ÜDS barajında bekleyen
fakat 30’un üzerinde ulusal ve uluslararası yayına sahip bir akademisyenin boşa
geçen zamanı yabancı dil sınavından daha önemli olsa gerek
Bir ülkenin geleceğinde genç bilim insanlarının yapacağı araştırmaların hayati
önemi vardır. Fakat, genç akademisyenlerle yaptığımız görüşmelerde, onların
önlerinde gereksiz engellerin olduğunu öğreniyoruz. Bir ülkenin bağımsızlığı
kendi bilim dilinin olmasıyla mümkündür. Güzel Türkçe’miz hem tarihi ve de
zengin muhtevası itibariyle bilim yapmaya müsaittir. Kendi dilini küçümseyen
toplumların bağımsızlık ve özgürlüklerinden şüphe duymamak elde değil. Bilim
insanlarının önünde engellerin olmadığı günler dileğiyle...
Not: Bu yazının bir bölümü 11 Mayıs 2004
tarihinde Sabah Gazetesinde yayınlanmıştır.
http://www.sabah.com.tr/2004/05/11/durbas.html |