Işınlanma Üzerine
Işınlanma esasında terim olarak yanlış bir kavram. Işınlanmanın kelime kökenine baktığımızda ilk dikkatimizi celbeden şey “ışın” kavramıdır. İbn-i Sina vakti zamanında o zamanın fenni ve teknolojik yetersizliklerinin getirdiği bir anlayışla ışığı zamandan münezzeh olduğunu iddia etmişti. Nitekim ışık bizim yalınkat algımızla bir yerden bir yere “anında” gitmektedir. Ancak günümüzün fenni, bize ışığın da zamana bağlı olduğunu, hızının değişken olduğunu söylemektedir. Naçizane bilgimle bir örnek vermek gerekirse şu anda çağımızın haberleşme metotları hep ışığı içermektedir. Işık bir “elektromanyetik alan” dır. Elektromanyetik Spektrum gözümüzün algılayabileceğinin ötesinde bir yer teşkil etmektedir. Fiber optik teknolojisi olsun her gün rast geldiğimiz ve cebimizde taşıdığımız cep telefonları olsun bunların hepsinin alameti farikası “spektrumun” farklı alanlarını kullanarak bizi haberleştirmesidir. Esas konumuzla bunların ilişkisine gelecek olursak bu haberleşme sürecinde karşımıza hep bir gecikmenin çıkmasıdır. Bizler telefonun öbür ucundaki kişiyle “anlık” görüştüğümüzü varsayarız fakat kazın ayağı öyle değil. Bu süreç içerisinde saniyenin onda biri kadar bir süreyle bizim konuşmamız karşı tarafa gecikmeli gider. Her ne kadar biz fark etmesek de…
Zaman mevhumu her şeyi kuşatmış bir vaziyette, hep bir gecikmeye bizi esir eder. Mesela şu anda insanoğlu en yakınındaki gezegenlerden biri olan Mars üzerine kendi yaptıkları araştırma robotlarıyla haberleşmektedir. Az önce değinilen “gecikme” mevhumu burada mesafelerin algımızın çok üstünde olması hasebiyle etkisini derinden hissettirir. Bizlerin dünyadan vereceğimiz bir komutun robot üzerinde tesir bulabilmesi dakikalar sürmektedir. Ancak “ışınlanmadan” beklenen bu değildir.
Işınlanma bir nesnenin veya onu oluşturan bilginin (her şey bir bilgi üzere vardır) “anında” bir uzay içerisinde bir yerden başka bir yere taşınmasıdır. Burada şöyle bir ayrıma gidilebilir: İçinde yaşadığımız uzay 3 boyuttan meydana gelmektedir; en, boy, yükseklik. Bu 3 boyut bize içinde bulunduğumuz konumu verir. Uzay içerisindeki her nesnenin bir konumu vardır. Buna göre konumları belirtilen nesneler, sabittir. Hareket içeremez çünkü hareket demek bu konumun değişmesidir. Hareketi oluşturabilmek için ise başka bir boyut lazımdır ki biz ona “zaman” diyoruz. Işınlanma olarak tanımladığımız faaliyet, sahip olduğumuz 4 buutlu (en, boy, yükseklik ve zaman) uzayın son buudu yani zamanı diğer üçünden ayırarak hareket etmektir.
Burada bir noktanın altını çizmekte fayda var: Zaman buudu tek yönlüdür. Koordinat sistemlerindeki eksenleri düşündüğümüzde onların hem pozitif hem de negatif tarafları yani hem ileri hem de geri tarafları vardır. Zamanın ise tek yönü vardır: ileri. Zamanı diğer buutlardan ayırmak demek zamanda geri gitmek değildir. Eğer bu zaman ekseninin negatif yönüne doğru ilerlenmiş olunsaydı hiç şüphesiz zamandan münezzeh olunurdu. Ancak bu sadece Allah’a (c.c) mahsustur. Bizler zaman okunun sadece ilerisine gidebilmekteyiz. Ancak bu demek olmuyor ki bu zaman okunu diğer buutlardan ayırabiliriz. Nitekim Hz. Süleyman’ın (as) Belkıs’ın tahtı ile olan kıssasında cinler Hz. Süleyman’a tahtı “ışık hızında” getirebileceklerini söylerler. Ancak orada bulunan ve “kendine ilim verilen” kişi tahtı, hemen oraya getirmiştir. Bu kıssadan alınacak derslerden biri de benim anlattığım şekildedir. Allahualem.
Bu ilim, bizlere şu anda algımızı aşan mesafelerdeki gök cisimlerine ve kaynaklara ulaşabilmeyi sağlar. Bu kadar büyük ölçeklerde yaratılan evren hiç şüphesiz bu ilimle insanoğlunun hükmüne girmiş olacaktır. Son olarak, Allahü Teâla’dan bu ilmini yani buutları birbirinden ayırabilme ilmini biz Müslümanların eliyle ortaya çıkarmasını niyaz ediyorum. Kâfirler, bu ilmi ancak fesat çıkarmak için kullanacaklardır nitekim. Esselamu aleyküm.
Ubeydullah Erdemir