Geçen Aydan Kalanlar   Taner Derbentli
KENTLERİMİZ (7 Nisan 2017)
Ben küçük de olsa bir kentte doğdum. Tüm yaşamım, son 40 yılı İstanbul’ da olmak üzere kentlerde sürdü. Yaşamımın bir bölümü de yurtdışındaki kentlerde geçti. Kuşkusuz yaşadığım tüm kentlerle ilgili gözlemlerim, anılarım oldu. Bu yazıda kentlerimizin nasıl bir evrimden geçtiği konusunu gözlemlemeye çalışacağım. Kent, içinde en az yirmi bin insanın yaşadığı, sanayi ve ticaretin yaygın olduğu, eğitim, kültür, spor, sanat etkinliklerinin yapıldığı, insanların hizmet gereksinimlerinin belediyelerce karşılandığı yerleşim birimi olarak tanımlanabilir. 1927’ de nüfusumuz 14 milyon kadarken, insanlarımızın dörtte üçü köylerde, dörtte biri ise kentlerde yaşıyordu. Bugün ise nüfusumuz 80 milyona yaklaşırken bu oran kentler lehine tersine dönmüştür. İstanbul 20 milyonluk nüfusuyla bir mega kentdir. Ruşen Keleş, “Kentler bağlı oldukları ekonomik dizgelerin birer parçası, minyatürü, aynasıdırlar” der. Ben bunu kentlerin gelişiminin, ülke ekonomisinden ve genel anlamda siyasetinden soyutlanamıyacağı diye anlıyorum. Kentler aynı zamanda bir kültürel birikimi simgeler. Her kentin kendine özgü bir yaşam biçimi, müziği, öne çıkan eğitim kurumları, sanatsal etkinlikleri, yemekleri ve benzer özellikleri vardır. Bu özellikler o kentin yerleşik insanlarınca sürdürülür. Kentler büyüdükçe ve kentler göç alıp, verdikçe bu özellikler de kaybolmaya yüz tutar. Birçok kentimizin büyümesi kendi içinde çoğalması ile değil, genellikle kırsal kesimden aldığı göçlerle olmuştur. Böylece kentlerimizin sosyal görünümü de kanımca büyük ölçüde değişmiştir. Son kırk yıla baktığımda kentlerimizin plansız bir gelişme içinde olduğunu görüyorum. Buna karşı çıkabilir, yapılan bunca yol, köprü, metro, altgeçit, tünel, konut sitesi, gelişen belediye hizmetleri ve benzerinin görmezden gelinemeyeceğini söyleyebilirsiniz. Doğrudur, bunları ve kent yaşamına getirdiği yenilenmeyi yok sayamayız. Ama gene de trafik, yeşil alan, yaşam kalitesi gibi konularda eksiklerimiz çok. Özellikle trafik yoğunluğu plansız gelişmenin en açık göstergesi. Beni en çok rahatsız eden konulardan biri de, yıllar önce yaşadığımız yerlerin büyük bir değişime uğraması, artık olmaması. Bir bakıma insanın geçmişini, belleğini yitirmesi gibi bir şey. Özellikle büyük göç alan kentlerde, eğitimin önemle planlanması, kırsal kesimden gelen yurttaşların, bilim, sanat, spor alanlarında iyi eğitilmeleri gerekir. Oysa dinsel kökenli eğitim öne çıkarılıyor. Eğer önümüzdeki yıllarda bir sömürge ülkesi olmayıp, diğer ülkelerle yarışabilir bağımsız, çağdaş bir ülke olacaksak, eğitim alanında farklı ve hızlı adımlar atmamız gerekecek. Gene bir başka önemli konu, kentlerde yaşamın sürdürülebilirliği. Yaptığımız çok katlı yapılar, büyük enerji tüketen, altyapıyı zorlayan, boş alanları ve yeşili yokeden , mikro iklimi değiştiren yapılar. Bir bakıma her parası olan, yapılaşma iznini kapıp, istediği yere, istediği çok katlı binayı kondurabiliyor. Son zamanlarda bu yaklaşım kentsel dönüşümle birlikte konuşulmaya başlandı. Plansız bir kentsel dönüşümün ise insanları nasıl tedirgin ettiği ortada. Ben kentlerin karakterlerini ve görünümlerini uzun zaman dilimlerinde korumalarından yanayım. |