SUHA ÇALKIVİK
Yanlışlıklar Komedyası
Hükümetin hazırladığı ‘Kamu
Personeli Yasa Tasarısı Taslağı’,
ödenekli sanat kurumlarımızı neredeyse
yok edecek maddeler içeriyor. DETİS İstanbul temsilcisi ve İstanbul Devlet Tiyatrosu Sanatçılarının seçilmiş
temsilcisi Atsız Karaduman, Devlet Konservatuarları Mezunları
Derneği adına
Nilgün Fıratlı
ve TOBAV İstanbul Şube Başkanı Murat
Karasu, bu taslağın yaratacağı
sonuçları değerlendirdiler.
Nilgün Fıratlı- Kamu Personeli Yasa Tasarısı Taslağının sanat kurumları açısından
yaratacağı sonuçlar nelerdir? Bu, 80’lerden beri kamu yönetiminde yapılması
planlanan reform çalışmalarının sonucu. Bize de IMF tarafından dayatılmış
başlangıçta, “çok fazla kamu çalışanınız var, bunu azaltın” diye. Aslında nüfusa
oranla bakıldığında çok fazla değil...
Atsız Karaduman- İstatistik olarak bunu hemen söyleyeyim, şu anda memur sayımız, Avrupa Birliği’ndeki Fransa’dan, İngiltere’den, Almanya’dan, İspanya’dan, İtalya’dan ve Yunanistan’dan daha düşük.
N.F.- Ama işte devlet kurumlarının içine düştüğü atalet, savunulabilir olmaktan çıkardı mekanizmayı. Bu tabii, bugüne kadar bütün iktidarlar tarafından yapıldı. İşe göre adam seçmek değil de, adama iş vermek şeklinde yapıldığı için, birikmiş bir sorunun sonuçları bunlar. Bizim yasalarımıza gelince, özel kanunlarımız 35 yıldır çıkacak, 3 yıllık mesele değil. Çıkmış olsaydı şu anda bu durumda olmayacaktık. Aslında teşkilat kanunlarımız bizim “özel kanun” gibi, bütün haklarımız bakımından konuları içermiş, hepsi ile ilgili hükümler var. Ama sadece teşkilata ilişkin, yani kurulmasına ilişkin olarak çıktığı için, personelin özlük haklarıyla ilgili, mali-sosyal haklarıyla ilgili konular hep Bakanlığın kararına bırakıldığı için, “özel kanun” kabul edilmiyor. Çünkü orada bize yapılacak ödemelerle, emekliliğimizle ilgili ayrıntılı bilgi yok. Bu bakımlardan, 657 ve emekli kanunuyla ilişkilendirilmişiz. Türkiye’de kanunu olan sanat kurumları, Devlet Tiyatroları Gen. Müdürlüğü 1310 ve Devlet Opera Balesi Gen. Müd. 1309 ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası 6940 sayılı kanunlarla ayrıca teşkilatlandırılmıştır. (Bütün diğer Devlet Senfoni Orkestraları da yine aynı kanuna göre yönetiliyor; 657’ye konulan bir ek geçici maddeyle böyle olması sağlanmış.) Bunun dışındaki sanat kurumlarının kendilerine ait bir kanunları yok. Cumhuriyet’in kuruluşunda bu alanlar ‘tiyatro-opera-bale ve çoksesli müzik, devlet eliyle yapılsın ve bu sanatlar geliştirilsin’ amacı olduğu için, bu kurumlar özellikle bu şekilde teşkilatlandırılmış. Kamu Personeli Yasa Tasarısı Taslağı ile kurumların geldiği durum şu: Sanat Kurumlarımızın tümü, bugün 657 sayılı kanunla kendilerine verilmiş olan istisnai konumlarını kaybediyorlar. Genel kamu yönetimi sistemine dahil edilmişler. Yüksek öğrenim görmüş herhangi biri tarafından, herhangi bir kamu kuruluşu gibi yönetilmeleri tasarlanmış. Bu en büyük yanlış bizce. Bir de, kurumun asli işini yapmakla görevli olan sanatçılar ve sanat teknik elemanlar ‘sözleşmeli personel’ kabul edilmiş, hatta kurumların Genel Müdürleri bile ‘istisnai sözleşmeli pozisyon’ diye bir pozisyona getirilmiş. Oysa bugüne kadar Türkiye’de istisnai memuriyetler, yüksek kamu gücü kullanabilen valiler, büyükelçiler gibi memurluk kadrolarıydı. Şimdi, ‘istisnai sözleşmeli pozisyon’ getirilmiş, Devlet Tiyatroları ve Devlet Opera Bale Genel Müdürleri de bu pozisyonlar içinde sayılmışlar. Yani eskiden sanatçı olmak nedeniyle ‘sözleşmeli’ olup, Genel Müdürlük kadrosunun bütün haklarını elde eder biçimde Genel Müdür olurken, şimdi Genel Müdürlük kadrosunun hiçbir hakkını iddia edemez ve her zaman görevden alınabilmek şartıyla Genel Müdür olmak durumunda bırakılıyorlar.
A.K.- O, ‘istisnai kadro ve pozisyonlar’ diye madde 40’da çok enteresan birşey var, ‘kurumunda görev alanına giren konularda doktora yapmış olma şartı aranır’ diyor Genel Müdür için. Bunu Devlet Tiyatrosu’na getirdiğiniz zaman, sanatçılıkta önemli olan, sahnede yaptığın, ürettiğin işlerle ilgilidir. Şu anda DT sanatçıları arasında doktora yapmış ya bir ya da iki kişi vardır. En büyük sakatlıklardan biri bu. Diğer kamu kuruluşlarıyla birlikte genel bir yönetim anlayışı olduğu için böyle konmuş.
N.F.- O
maddede gerçi ‘özel kanunlardaki hükümler saklıdır’ demiş ama o, bizde nasıl
uygulanır bilinmez. Çünkü burada herhangi bir kamu kuruluşu düşünülerek,
alanında doktora yapmış veya 10 yıl süre ile özel sektör ya da kamuda bu alanda
görev almış, ama başarılı-başarısız olmuş bu belirtilmemiş. Başarısız da
çalışmış olabilir.
A.K.-
Doktorasını yapmış olması yetiyor.
N.F.- Oysa bu, bir ustalık işidir. İşin ustaları doktora ile belirlenemez. Sanatçılar için koydukları merkezi sınav da aynı mantalite ile çalışıyor.
A.K.- O Genel Müdür maddesi çok önemli, orada ‘özel kanun maddeleri saklıdır’ diyor ya; diğer kurumlara baktığınızda, istisnai konularda, onların zaten ‘özel kanunları’ var ve devlet tarafından kabul edildi. Daha bizim kuruluş kanunumuz var ve genelinde bu taslağın, bizi özel kanunu olan kurumlar arasına koymamışlar.
A.K.- Yani
şimdi, Genel Müdürü atarken ‘özel kanunun’ vardır diyor, istisnai pozisyon
koymuş, ama senin kurumunun personeli ile ilgili kısmında, “ben seni arkadaş
devletin yapısı neyse ona göre kurarım” diyor. Nedir o kurduğu yapı? Memurlar,
diğer görevliler, sözleşmeli personel. Bunu dışında zaten personel yok. Ve diyor
ki orada: “seni sözleşmeli personelin içine koyduğum anda da, senin iş güvencen
yoktur.”
Murat Karasu- Kamu personeli seçme sınavı
ile mi alınacak artık elemanlar? Öyle bir hüküm var çünkü?
N.F.- Evet.
Sözleşmeliler de merkezi bir sınava tabi olacaklar. Ki bu sınav genel yetenek
sınavı (tarih coğrafya fizik kimya sorularının olduğu) olacak, sonra kurumlar
kendi özel sınavlarını yapabilecekler.
M.K.- Burada
terkedilen, vazgeçilen şu; Cumhuriyet’in kuruluş yılları itibarı ile ortaya
konulmuş bir anlayışı bu yasanın temel felsefesi artık reddediyor, karşı
duruyor. O dönem sanatçılar için memur statüsü, sadece sübvansiyon ve koruma
amaçlı. Sanatçıyı memurlaştırmak ya da sanat kurumlarını memurin bir düzen
içinde işletmek mantığı gütmüyor.Sadece, orada alan yaratmak adına, o günün
koşulları içinde bir kolaylık sağlanmışken, bugün, artık sizi özellikli,
temininde güçlük çekilen eleman statüsünde görmeyen, ülkenin total bürokratik
yapısının parçasısınız, diye bakan, asla alanlar arasındaki ayrımı farketmeyen
bir zihniyet var. Devlet, anayasaya koyduğu o, sanatı ve sanatçıyı koruma
fikrinden vaz mı geçiyor? Bunu sorgulamak lâzım. Vazgeçiyorsa, bu doğrudur.
Hatta o zaman buna bile ihtiyaç yoktur. “Tamam ben bitirdim bu işi, herkes kendi
başına ne yapacaksa yapsın. Özel girişimle bu işi götürsün ya da götürmesin
kardeşim” demesi gerekiyor. Altında hep o var gibi geliyor, sizi herhangi bir
kamu kurumundan ayırt etmeme isteği var.
A.K.- Bu tür yasaların ana çıkış sebeplerinde kamunun daha iyi çalışmasını sağlamak ve verimliliği artırmak amaçları vardır. Bu yasa taslağında ise temel anlayış; insanların aldıkları maaşları sopa olarak kullanmak. Yani, “Arkadaş, ben senin elindeki iş güvenceni alırım. Sen, çalışmaya mecbur kalırsın. Seni beğenmediğim gün, kapının önüne koyarım, işsiz kalırsın.’ Şimdi baktığınızda, Avrupa’daki tiyatrolarda belli ölçülerde bu yaklaşımın olduğunu görüyoruz. Ama Türkiye’nin kendi özel şartları içinde, Van’da, Diyarbakır’da, Sivas’ta, Trabzon’da, Adana’da, Antalya’da, Gaziantep’te iş güvencesi olmadan, sanatçılarla sanat üretmenizin imkânı kalmaz. Çünkü zaten verdiğiniz paralar çok komiktir. Oraya insanlar, iş güvencesi olduğu için gidiyorlar. İş güvencesini ortadan kaldırdığınız an bu tiyatrolarda çalışmaya kimse gitmeyecektir. Bu ne demektir? ‘Anadolu’da tiyatroyu kapatmak’, demektir. Bu kadar açık seçiktir.
M.K.- Somut
bir örnek var; doktorlar neden Doğu’da çalışmıyorlar? Sağlık Bakanı, “7 Milyar
maaş alıyorlar” diyor. İş, parada değil.Teşvik edici başka özellikler gerekiyor.
Doğu’da doktor yok, öğretmen yok, sanatçı da olmayıversin, diyor. “Ben, Sivas’ta
devlet eliyle neden tiyatro yapayım? Neden Opera’da şarkıcılara para vereyim
devletten?” diyor. Bu işte bakıştaki arıza. Cumhurbaşkanlığı Senfoni
Orkestrası’nı kapsıyor mu bu yasa?
N.F.- Tabi kapsıyor.
A.K.- Bundan bir yıl önce, Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin, sendikalara bir yasa taslağı gönderdi. Bu taslağın arkasında ek cetveller var. Ek cetvellerde, Türkiye’de çalışan bütün insanların hangi kadrolarda yer aldığı tek tek yazılmış. Listede ‘Memurlar’, ‘Diğer Görevliler’ ve ‘Sözleşmeli Personel’in kim olduklarını yazmış. Ama şimdi Başbakanlığın gönderdiği yasa taslağında arkadaki o ek listeler boş.
N.F.- Ama kanun incelendiğinde, kesin olarak nerede tanımlandığımız belli.
A.K.- Bizim nerede olduğumuz çok açık seçik belli. Ama ben şimdi burada art niyet ararım. Sen şimdi birinci yasa taslağında oturuyorsun, insanların nerede olduğunu yazıyorsun; öbüründe, insanların çok iyi kavrayamayacakları, ancak uzman olanların kavrayacağı maddelerle insanları bazı kanun maddelerine bağlıyorsun.
N.F.- Çok büyük tepki doğdu da ondan. Sadece sanatçılar değil ki, bu yasayla bütün uzmanlık alanları sözleşmeli personel kabul ediliyor. ‘Devlet memurları’, Şube Müdürü’ne kadar olan kadrolar. Zaten onları tanımlamış. Ne iş yaparlar? Strateji planlarını yaparlar, kurumun politikalarını belirlerler. Hizmet standartlarını, performans ölçütlerini belirlerler. Bunlar, yönetici kadrolar. Onun dışında uzman olarak çalışan herkesi (doktorlar, planlamacılar, sanatçılar) kapsıyor; sadece bize yönelik değil. Ama burada, bizim 657’nin bize sağladığı istisnai konumdan çıkarılmamız dikkat çekici.
A.K.-
İstisnai düzenlemeyi hak etmiş kurumlar, askerler, adalet sistemi, YÖK... Bunlar
niye istisnai? Çünkü bunların özel çalışma koşulları olması gerekiyor.
Kendilerine ait bir kuruluş kanunları ve özlük hakları olması gerekiyor. Niye?
Çünkü bir birim ne kadar özerk olursa, o kadar verimli olur. Hukuk ne kadar
özerk olursa o kadar adil karar verir. Güvenlikle ilgili birimlerde, diğer
memurlara uyguladığınız kıstasları uygulayamazsınız.
N.F.- Çünkü
onlar özel uzmanlık alanları. Kendilerini yönetmeleri gerekiyor, başka birileri
o alanları yönetemez.
A.K.- Başka
birleri’nden kastımız ne? Siyasilerin günlük müdahalesinden uzak tutmak için bu
yasalar konulmuştur. Esas, siyasilerin günlük siyasi kaygılarla hareket
edemeyecekleri kurumların başında da sanat kurumları gelir. Eğer siz bu sanat
kurumlarının bu istisnai özelliğini ortadan kaldırırsanız, sanatın özerkliğini
elinden alırsınız ve o gün de, bu ülkede sanatı bitirirsiniz. Bu yasa taslağı
ile ilgili itiraz ettiğim temel nokta burada. Bizim istisnai kurumların içinde
olmamız gerekiyor. Neden? Çünkü sanat, özerk olmadan yapılamaz. Sanatın özerk
olması için de, zaten bizim kuruluş kanunlarımız şimdilik bize yetiyordu. Sadece
bizim verimlilikle ilgili daha işlevsel bir kanuna ihtiyacımız varken, şimdi
istisnai kurumların tamamen dışına çıkarılıp, herhangi bir devlet kuruluşu gibi
yönetilme durumunda kalacağız bu kanun çıktıktan sonra. Temel sakatlık burada.
N.F.-
Uzmanlık kuruluşlarını alan uzmanları yönetirler. Silahlı Kuvvetleri askerlerin,
yargıyı hakimler ve savcıların, üniversiteleri de akademisyenlerin yönettiği
gibi. Mutlaka akademisyen olmalıdır yöneticiler ve bağımsız kurulları olmalıdır.
O kurulların üyeleri de akademisyen olmalıdır örneğin üniversitelerde. Yargıda
da, orduda da aynı. Bizde de aynıydı. Ama şimdi bizim alanımızda sanatçılar işe
göre, “gel yap, işin bitti git” denecek durumda olacaklar. Kurumun
politikalarını Şube Müdürü’ne kadar olan kadrolar saptayacak.
A.K.- Sanat
politikasını, sanatla hiç ilgisi olmayan bir Şube Müdürü’nün tayin ettiği bir
durumla karşı karşıyayız.
N.F.- Olmaz,
çünkü, statüsü ne olursa olsun, sanatçı olmayan birileri, sadece ünvanları ile
sanatın yönetimine ve strateji planlarına dair karar veremezler, performans
ölçütlerini hiç belirleyemezler. Repertuarı zaten bilmezler. Bu işleri
sanatçılar yapacak ama son kararları ‘devlet memuru’ adı altındaki Şube
Müdürü’ne kadar olan kadrolar alacaklar. Bizde hiç olmayacak birşey bu. Bizde
aslında, sanata dahil olmayan kamu hizmetlerini yapacak görevlilerin sözleşmeli
olması lâzım.
A.K.-
Silahlı Kuvvetlerin içinde çalışan memurlar da vardır. Şimdi düşünebiliyor
musunuz? Eğer bu yasada istisnai kurumların içinde TSK olmasaydı
n’olurdu biliyor musunuz? Tanımladığınız gibi, TSK içindeki Şube Müdürleri
tatbikatlarla ilgili oturacaklar, planlama yapacaklar, bunu da sadece iş
güvencesi olmayan askerler yürütecek. Bu ne kadar sakatsa, Devlet Tiyatrosu için
de aynı sakatlık var. Gelin bilim alanına...Atanmış, YÖK’te çalışan bir Şube
Müdürünü düşünün. O eğitim kurumları ile ilgili bütün planları o yapacak, iş
güvencesşi olmayan profesörler ve doçentler sadece eğitim planlamasını
yürütecekler. O alanları ayırdığına göre, bizim iddiamız ne? Sanat kurumları da
Türkiye’de istisnai kurumların arasındadır. Siz normal diğer devlet daireleri
gibi bu kurumları yönetemezsiniz.
M.K.- Bunun
bir tasarı olduğunu, bunu hazırlayanların aslında genel bir bakışla bütün
kurumlara baktıklarını, yani armutla elmayı yanyana koyduklarını, yumurtaların
bu torbada kırılabileceğini hesap etmediklerini düşünüyorum. Neticede bunlar
düzeltilebilir durumlardır diye düşünüyorum. Ama ben asıl zihniyeti merak
ediyorum. Yani, gerçekten bunları düzeltme gibi bir irade var mı ortada? Yani,
“biz sanat kurumlarının bu ülkede varolmasını, yaşamasını, devlet eliyle
sürdürülmesini istiyoruz” diyen bir irade var mı? Asıl sıkıntı burada. Yoksa, bu
yasanın içinde bir cümle ile siz öbür tarafa atlatılırsınız. 657’de olduğu gibi,
orada sayılırsınız. ‘Kendi özel yasası ile yönetilir’, dersiniz. Ama “ben
bunlardan kurtulmak istiyorum” diyorsa, ha bu yolla, ha başka bir yolla zaten
kurtulacak.
A.K.- Şimdi
ben orada umudumu yitirmiyorum. Bu yasa taslağı komisyonlara geldikten sonra,
Ankara’daki sivil toplum örgütlerimiz komisyon üyeleriyle tek tek görüşecekler.
N.F.-
Komisyonlara gelmeden önce, bence bu kanunda değişiklik yapılacak. Çünkü, tek
bir iptal davasıyla iptal edilecek bir sürü konu var. Bütün bu düzeltmeler de en
az bir yıl sürer. Sözleşmeli statüye alınanlar bakımından, sadece biz değil de
bütün uzmanlık alanları için çok itiraz edilecek konu var. Örneğin, ‘bir
hastalık hali’ var, ilginç. Devlet memurları için uzun süreli hastalıklarda
(kanser gibi, akıl hastalıkları gibi), 18 aya kadar ücretli hastalık izni
verilirken, sözleşmelilerde bunun yarısı kadar. Bir hastalık, kişinin statüsüne
göre iyileşmiyor herhalde? Bir dava açarsınız, iptal edilir gider.
A.K.- Ancak, kurum çalışanlarımız şu rehavete kapılmasınlar:’itiraz edilen birçok konu var, o yüzden bu yasa Anayasa Mahkemesi’nden döner, Cumhurbaşkanı’ndan döner’ diyerek. Bu kurumların daha verimli nasıl çalışacağını, en iyi bizler biliriz. Çünkü, uzmanlık gerektiren kurumlardır. Lütfen, Türkiye’yi yönetenler, bizlere, sivil toplum örgütlerine kulak versinler. Bizim derdimiz üzüm yemek, bağcıyı dövmek değil. Bu kurumların bundan da verimli çalışmasını sağlayacak düşünceler, projeler bizde var. Yapacakları sadece nedir? Bizimle bir masaya oturup, bu kurumları nasıl daha verimli çalıştırırız konusunu tartışsınlar; daha verimli hale getirelim bu kurumları.
N.F.- Kötü örnekler hep bale sanatından veriliyor. Kimse demiyor ki, bu ülkede maden kömürü işçileri 8-10 yılda emekli oluyorlar. Neden? Çünkü daha uzun çalışırlarsa, hasta oluyorlar, ölüyorlar. Yani her alanın kendi özellikleri var ve buna göre de özlük haklarının verilmesi gerekir.
A.K.- Bu
yasayı çıkardığınızda Türkiye’de ilk önce baleyi bitirirsiniz. Belki tiyatro
biraz daha yaşayabilir, ama hemen baleyi bitirirsiniz. Operayı bitirirsiniz.
Çünkü bunlar çok zor şartlar altında yapılan (dünyada da böyle) çok zor
sanatlardır. Bir baletin ya da balerinin nasıl çalıştığını, nasıl o meslekte
kariyer yaptığını bilmeyen insanlar için, çok zor bunu değerlendirmek. Bu
yasaları hazırlarken, birazcık bu kurumların nasıl gelişip büyüdüğünü, bu
kurumlarda çalışan insanların hangi şartlarda çalıştıklarını bir gelip
görsünler. Yürekleri acır, bana göre.
M.K.-
Belediyelere bağlı ödenekli sanat kurumları da bizim kuyruğumuza takılarak,
başka bir kulvara çekiliyorlar. Bizim yasalarımıza atıfta bulunarak oluşturulmuş
kurumlar onlar da.
A.K.-
Devlet Tiyatrosu’nun verimliliği ile ilgili konuda, 12 bölgede hizmet veriyoruz.
Bunun 11 tanesindeki sanatçı arkadaşlarım sezon içinde bazıları üç, bazıları
dört, Avrupa tiyatrolarında görülmeyecek biçimde oyun yönetiyorlar. Devlet
Tiyatrosu’na saldırılarla ilgili bir tek sıkıntı nerde var? İstanbul’da var?
Niye? İstanbul’da sahne sayın yeterli değil. Bu sahne yetersizliğinde bu kurum
çalışanlarının bir kabahati var mı? Başvuruları var, sahne açın da oyun
oynayalım, üretim yapalım, diye. Dışardan, uzaktan bakıp da bu sorunları
görmezden gelip, Devlet Tiyatrosu’nda ya da Devlet Opera Balesi’nde bankamatik
sanatçılar var, diyerek saldıranları insafa davet ederim. Gelsinler, bu
bankamatikliğin nereden kaynaklandığını hep birlikte tartışalım. Ben iddia
ediyorum, Devlet Tiyatroları’nda ve Devlet Opera Balesi’nde bir sanatçıya
verilebilecek en büyük ceza, onu görevlendirmemektir.
N.F.- Bu
yasanın getirdiği sözleşmeli statüde sanatçı ve sanat teknik personel neye maruz
kalıyor? Bunları özetleyecek olursak: İş sürekliliği güvencesinden yoksun
bırakılmış, kurum dışında sanatla ilgili faaliyetlerden men edilmiş, işe
girerken ülke çapında açılacak merkezi genel yetenek sınavlarına girmek zorunda
bırakılmış, çalışma usul ve esaslarını düzenleyen sözleşmelerin düzenlenmesinde
kendi kurumlarının inisiyatifi kaldırılmış, eş-aile ve sağlık nedenleriyle yer
değiştirmeleri yasaklanmış, çalıştığı birimin dışındaki birimlerde geçici veya
sürekli olarak görevlendirilmeleri yasaklanmış, kısmi zamanlı çalıştırılabilen,
hastalık izni memurlarınkinin yarısına indirilmiş, performans değerlendirmeleri
objektif verilere dayandırılmamış, kendi kanunundaki mali ve sosyal güvenceleri
tamamen kaldırılmış, yiyecek yardımı kesilmiş, 15 Aralık 2005 itibari ile tüm
mali hakları dondurulmuş ve genel kılık kıyafet mevzuatına uymak zorunda
bırakılmışlardır.
A.K.- Tek
tip bir kıyafet giydirilmek isteniyor devlette çalışanlara, o kıyafet dar gelir
sanat kurumlarına.