(28 Haziran 2005’te NTV.COM.TR'de yayımlanmıştır)
Suha Çalkıvik
ŞEHİR TİYATROLARI YURTDIŞINA AÇILIYOR
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Mazlum Kiper, yılbaşında, kendisi için bile sürpriz olan bir kararla bu göreve getirildi. Mazlum Kiper, Şehir Tiyatroları’nda hemen herkesin sevgi ve saygı duyduğu bir isimdir. Geçmişte küskünlükler, gruplaşmalar, yılgınlıklar ve hatta kavgalar yaşanan bu saygın ve en köklü tiyatro kurumumuzda, Mazlum Kiper ve ekibi, uzlaşmacı, heyecanlı ve herkese kulak veren bir yönetim anlayışı ile umut rüzgarları estiriyorlar. Şehir Tiyatroları, geniş bir repertuar yelpazesi, şehrin her yanını kucaklayan yeni sahneleri, tanıtım atağı ve yurtdışında kısa sürede kurduğu işbirliği anlaşmaları ile, yeni sezona üç ay kala, hummalı bir şekilde hazırlıklarını sürdürüyor. Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Mazlum Kiper ile yönetim anlayışı ve projeleri üzerine konuştuk.
Bizim bakış açımız, şu veya bu görüş açısı, şu veya bu sanat anlayışı değil, mesleğimize olan bağlılık, saygı ve sevgi. Şurası muhakkak ki, herkes birbirinden farklı düşünebilir çok çeşitli konularda. Buna saygı duymak gerek, hatta desteklemek gerek ki bir verim alabilelim. Eğer tiyatroyu bir galeriye benzetirsek, burada her tür ressamın aynı konuyu içerse de birbirinden farklı tablolarının yer alması gerektiğini düşünüyoruz. İkincisi, elbette, tiyatromuzun dışa açılması ve -madem ki 91 yıllık bir kurumuz biz- varlığını yurtdışında da göstermesi gerektiğini düşünerek, geçtiğimiz haftalarda İsveç Devlet Tiyatrosu ile uzun ve kalıcı bir birlikteliği oluşturmak üzere bir haftalık görüşmeler yaptık. Son derece faydalı oldu. O kadar faydalı oldu ki, onlar bile şaşırdılar. “Biz de böyle bir şeyler yapmayı düşünüyorduk, ama siz öyle bir atağa geçtiniz ki bizi umduğumuzdan çok daha hızlı bir şekilde bir yere çektiniz.” dediler. O yer neresi? Tiyatrolarımız arasında sıkı bir işbirliği, oyuncu, teknik kadrolar, rejisör alışverişi. İsveç Devlet Tiyatrosu bir turne tiyatrosu’dur. O anlamda bize benzemez. Dolayısıyla, mümkün olduğu kadar çok hazır prodüksiyonu bünyesinde barındırmayı amaç edinmiştir. Kendileri de prodüksiyon yaparlar ama sizden almayı tercih ederler yahut da çevredeki hazır prodüksiyonlardan almayı ve bu oyunları dolaştırmayı görev edinmişlerdir. Bu anlamda bize daha uygun geldi, çünkü biz turne yapmamıza rağmen turne tiyatrosu değiliz. Bizim belli sahnelerimiz var, oralarda oyunlarımızı sürdürüyoruz. Biz de var olan oyunlarımızın cd’lerini ve bir listesini sunduk, mönü gibi yani. Buyrun buradan istediklerinizi alın, biz de size yardımcı olalım, bunları istediğiniz yerlerde sergileyin. Çünkü İsveç Devlet Tiyatrosu kendi ülkesinde 240 noktaya ulaşıyor. Çok büyük bir rakam. Onların çalışma sistemi bu. Tabi bizim bu 240 noktaya gitmemiz gerekmiyor. Biz daha çok kendi yurttaşlarımızın ağırlıklı olduğu yerlerde oyunlarımızı sergilemeyi düşünüyoruz. Bu da küçümsenmeyecek bir şekilde, bir oyunumuz gittiği zaman 6-7 yerde oynayacak demektir. Onların oyunlarını da biz buraya davet ediyoruz. Ortak projelerimiz var, onları yapacağız. Merak ettikleri hususlar var, bizden bir Ortaoyunu istiyorlar, bizden yerli bir müzikal istiyorlar. 2009 yılında da Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girişini desteklemek amacıyla ortak büyük bir proje yapmayı düşünüyoruz. Epey kapsamlı bir proje olacak bu. O yıla kadar her yıl böyle küçük küçük çalışmalarla işbirliğimizi sürdüreceğiz. Bu arada, ikinci bir nokta, Almanya. 2 Milyonun üzerinde yurttaşımız yaşıyor. Biz uzun bir süredir, benden önceki yönetim de dahil, Almanya’nın sayılı yönetmenlerinden Theater an der Ruhr'un Genel Sanat Yönetmeni Roberto Ciuli ile bir işbirliği içerisindeydik. Kendisini davet ettik, o da yurtdışında ilk defa bir oyun yönetmeyi kabul etti ve Danton’un Ölümü’nü sahneledi burada. Fevkalade başarılı bir kişi olduğunu söyleyebilirim. Oyuncularımız ve Roberto Ciuli ile birlikte çalışan diğer arkadaşlarımız açısından böyle. Onların söylediklerini size aktarıyorum, çok mutlular, bu da çok güzel bir şey. Yani, Almanya ayağında Theater an der Ruhr ile olan işbirliğimiz de sözkonusu. Şimdi onlar da gelecekler, Kasım ayında Festival’de, onların tüm oyunlarını sergileyeceğiz bizim sahnelerimizde. Bundan sonraki ayak da, olabilirse bu üç tiyatronun birlikte adım atması olacak: İsveç Devlet Tiyatrosu, Theater an der Ruhr ve biz. Neler yapacağımızı göreceğiz birlikte. Benim amacım bu, yani Türk Tiyatrosu’nu Avrupa’ya taşımak ve görünür bir hale getirmek. Zaten buna ihtiyaç da var. Gerek yurtdışındaki insanlarımız gerekse oradaki tiyatrolar, hatırı sayılır bir seyirci potansiyeli olduğunun farkındalar. Avrupa’da gittikçe azalan tiyatro seyircisini çekebilmenin bir yolu da, oradaki Türk vatandaşlarını tiyatroya getirmekten geçiyor.
“KADIKÖY HALDUN TANER VE HARBİYE CEP SAHNELERİMİZDE 7 GÜN AÇIĞIZ !” DEMEYE ÇALIŞACAĞIZ.
-Yönetime gelir gelmez, “sahnelerimizi 24 saat tiyatro yaşanır, tiyatroyu halkla bütünleştiren mekânlar haline getireceğiz” demiştiniz. Bu konuda neler yapacaksınız?
Bu, kolay yapılabilir bir şey değil, çünkü binalarımız buna çok müsait değil. Her şeyin bu anlamda yeniden yapılması gerekir ki, bu da tabi çok masraflı bir şey. Fakat şöyle bir iki uygulamayı başlatmak istiyoruz. Örneğin, Kadıköy’deki Haldun Taner Sahnemizi pilot bölge olarak seçtik. Orada “haftanın 7 günü açığız” demeye çalışacağız yeni sezonda. Yani orası hiç kapanmadan, sürekli oyunlar sergileyecek. Bunlar bizim oyunlarımız da olacak çoğunlukla, fakat başka tiyatroların oyunlarına da yer vermeye çalışacağız. İkincisi, Harbiye’deki Cep Tiyatromuzu da aynı şekilde yapmayı düşünüyoruz. Bunun önünde sadece teknik bir sorun var, o da yalıtım sorunu. Çünkü, içerideki ses dışarıya çıkıyor, dışarıdaki ses de içeriye giriyor. Büyük sahnede oynanan oyunlarla dolayısıyla böyle bir zıtlaşma oluyor. Bunu gidermeyi amaçlıyoruz. Sorunu giderirsek, orayı da haftanın 7 günü açık tutacağız. Orası çok çeşitli tarzlarda oyunların oynandığı bir yer olacak. Kukla tiyatrosundan Gölge tiyatrosuna, Karagöz’den bildiğimiz, alışageldiğimiz Cep Tiyatrosu oyunlarına, yerli yabancı bir sürü oyuna açık bir yer haline gelecek orası. Zaten 60 kişilik bir salondur orası. Çok cici bici güzel bir yerdir. Ben de orada oyun sahnelediğim için çok iyi biliyorum. Bunu başarabilirsek, işte o bahsettiğimiz sürekliliği sağlamış olacağız. Yani, insanlar oraya her gün gelecekler, oturup kahve, çay içecekler, sandviçlerini pastalarını yiyecekler. “Bunu seyredelim, şunu seyredelim. Büyük salonda şu oyunu seyredelim, küçük salondaki şu oyuna da bilet alalım” şeklinde, bir yaşam tarzı haline dönüştürmeyi amaçlıyoruz. Tanıtım kampanyalarımız olacak. Afişlerimiz daha albenili bir hale geldi. İlk afişimiz ‘Danton’un Ölümü’ için yapıldı. Tanıtım broşürleri hazırlıyoruz. Bu, bugüne kadar nedense hiç yapılmamış. İngilizce ve Almanca dillerinde Şehir Tiyatroları’nı tanıtan broşürler hazırlanıyor. Bu kitapçıkları Avrupa’daki bütün tiyatrolara göndereceğiz. “Biz buyuz, şunları yapıyoruz, böyle bir tiyatroyuz.” Çünkü bu, genelde oradaki bütün tiyatrolarda zaten var. Biz de işte şimdi bu tiyatrolarla işbirliği içerisine girerken, bizden materyal istiyorlar. Elimizde Türkçe bir iki tanıtım malzemesinden başka bir şey yok. Dolayısıyla tiyatromuzun tanıtımını amaçlayan bu tür kitapçıklar hazırlıyoruz. Oyunlarımızı cd’lere çekiyoruz, onları gönderiyoruz. Beğendiklerini de çağırıyorlar. Festivallere katılacağız. İsveç Devlet Tiyatrosu’nun Kasım’da bir festivali var, ‘Ben Anadolu’ adlı oyunumuz oraya davet edildi. Oraya gidecek. Bu şekilde, çoğul ilişkiler içerisinde ve çalışmamızı daha üretken bir hale getirerek hem içeride, hem de dışarıda var olmayı sürdüreceğiz.
ŞEHİR TİYATROLARI, TUZLA VE ATAKENT’TE...
-Yeni sahnelerinizden bahseder misiniz?
İki yeni sahne daha katıldı bünyemize. Biri, Tuzla İdris Güllüce Kültür Merkezi’ndeki sahnemiz, diğeri de Atakent’teki sahnemiz. Atakent’teki sahnemizi yavaş yavaş artık önemsenmesi gereken Çocuk Tiyatrosu Birimi’ne vermeyi düşündük. Onlar da gittiler, izlediler orayı, kabul ettiler orada çalışmayı. Altından kalkabilirsek, bundan sonra orada yoğunluklu olarak çocuk oyunları sergilemeyi düşünüyoruz. Bu birim, orada başlı başına bir çalışma yürütecek. Çünkü, çocuk tiyatrosu çok önemli. Ama önemlilik yetmiyor, bunun için bir şeyler de yapmak gerekiyor. Orada, alanında bu konuda uzmanlaşmış insanlar çalışıyor. Yani, yıllarını çocuk tiyatrosuna vermiş, çocuk oyunu yazmış, yönetmiş...Böylece çocuk tiyatrosuna daha önce Muhsin Ertuğrul zamanında, Ferit Egemen ile başlayan önemi biz de vermeye çalışacağız.
-Tuzla Sahneniz de oyunlarınızın dönüşüm programına girecek mi?
Evet girecek. Her yerde artık yeni bir sahne olduğu için, bir de merkezden çok uzak olduğu için hafta sonları, Cuma-Cumartesi-Pazar günleri başlamayı düşünüyoruz. Zaman içinde görülecek ilgiye göre oyun günlerinin sayısı artırılabilir.
-Konservatuarların Tiyatro Bölümlerinin sayısı çoğaldı. Her yıl yaklaşık 200 oyuncu adayı mezun oluyor okullardan. Ancak ödenekli tiyatrolarımızın kadroları çok kısıtlı. Maliye Bakanlığı’nın kadro iznine bağlı olarak, üç yılda bir kadrolara az sayıda oyuncu alınabiliyor. İşsiz okullu oyuncular ordusu oluştu. Ya tiyatrolarınızda yevmiyeli olarak çalışma şansları var, ya da yerli tv dizilerinde komik sayılacak ücretlerle oynamak durumundalar. Tiyatronuzda yeni kadroların açılma umudu var mı?
Çok fazla bir umut yok. Biz zaten kadro kapasitemizin üst sınırına dayanmış durumdayız. Ama şöyle bir umut var. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi, yeni sahneler açarak bizi özendiriyor böyle bir şey yapmaya. Ama buna bir de Maliye Bakanlığı’nın destek vermesi lazım. Biz çünkü bu yöndeki talebimizi belirttik. Yeni açılan sahnelerde gerekli verimi sağlayabilmek için yeni oyunculara ve yeni teknik kadrolara ihtiyaç olduğunu belirttik. Maliye Bakanlığı’ndan pek olumlu bir yanıt aldığımız söylenemez bu konuda. Ama biz devam edeceğiz alabildiğimiz destekle. Çünkü çeşitli yerlerde yeni sahneler açılması, son derece güzel bir gelişme. Bir de, bunların tiyatro binası düşüncesi ile yapılmış olması daha da güzel. Çünkü bizim Şehir Tiyatroları’nın binaları, maalesef hepsi sonradan bozma binalardır. Tek doğru dürüst tiyatro binamız da -Tepebaşı Dram Tiyatrosu- 1969’un sonbaharında yandı, biliyorsunuz. Dolayısıyla, şimdi tiyatro olarak yapılan binalar bizim çok hoşumuza gidiyor. Çok olanak sunuyor bu binalar bize. Ama boş binayı kim ne yapsın? Orayı oyuncularla, teknik kadrolarla, memurlarla doldurmak lazım ki, oraların bir işlevi olsun. Bu da tabi mali bir sorun. Bunu nasıl aşacağız, bilmiyorum. Bu konuda Belediye’nin bize destek verdiğini biliyorum. İş, Maliye Bakanlığı’nda bitiyor sonuç olarak. Şöyle bir sorun var, Türkiye’de hatırı sayılır bir oyuncu potansiyeli var. Türkiye’nin şu anda olduğundan çok daha fazla oyuncuya ve tiyatroya ihtiyacı var. Ama bu, tek başına İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nun çözebileceği bir sorun değil. Bu, bir kültür politikası. Kültür Bakanlığı’nın bu işe el atması lazım. Biz ön ayak oluruz, her türlü desteği de veririz. Naçizane fikirlerimizi de söyleriz. Ama, bu bir kültür politikası. Yani, bütçede kültüre bu anlamda çok daha fazla para ayrılması lazım. Şöyle bir kıyaslama yaparsak, 9 milyonluk İsveç’te 2500’ün üzerinde oyuncu ve rejisör var. 70 Milyonluk Türkiye’de bu sayı, 1700. Şimdi orana vurursanız, bizim hiç değilse bir 4-5 bin olmamız lazım. Yani şu anda olduğunun 3 katı falan. Ama bu tabi sadece İstanbul’da olacak bir şey değil. Orada, İsveç Devlet Tiyatrosu, 240 noktaya ulaşıyor. Böyle bir düşünce ile hareket edilebilirse, bölge tiyatroları, il tiyatroları, belediye tiyatroları olabilir. Nasıl, İstanbul Belediyesi’nin Şehir Tiyatrosu varsa, tek tek hatırı sayılır şehirlerden başlanarak, sonra bunlar yaygınlaştırılabilir. Sayın Atilla Koç, Kültür Bakanı olduğunda, bütün illere kültür merkezleri yapacaklarına dair basına bir demeç vermişti. Bu doğru bir karardır, düşüncedir, yerine getirirlerse. O zaman da tabi kadrolar açıldığında, şu andaki oyuncu sayısı yetmeyebilir belki de. Şu an olumsuz gibi görünen durum, bir hareketle olumluya dönüşebilir.
-Yeni tiyatro sezonunda repertuarınızda yer alan yeni oyunlar neler? Eski oyunlarınızdan hangileri devam edecek?
Yeni prodüksiyonlar, hızla söylememiz gerekirse, Danton’un Ölümü; 4.Murat; Strindberg’in ‘Baba’ adlı oyunu, uzun yıllardır oynanmayan bu oyunu İsveçli bir ekip sahneye koyuyor; ‘Savaş ve Kadın’ Bosna’da yaşanan savaşı konu alan çok zorlu bir piyes bu, Orhan Alkaya koyuyor sahneye; Tuncer Cücenoğlu’nun ‘Dosya’ adlı oyunu, böylece Tuncer Cücenoğlu’nun bir oyunu ilk kez Şehir Tiyatroları’nda sahnelenmiş olacak; ‘İhtiras Tramvayı’ Tennessee Williams'ın, o da çok uzun yıllardır sahnelenmemişti, Engin Uludağ sahneye koyuyor bu oyunumuzu. Ayrıca, ‘Ferhat ile Şirin’ var. Sezona bu oyunlarla giriyoruz. ‘2006 Ibsen Yılı’ için ‘Peer Gynt’ü düşündük, olup olmayacağına bakacağız, çünkü çok zorlu bir proje. Güngör Dilmen’in ‘Bağdat Hatun’ oyunu var, Burçin Oraloğlu sahneye koyuyor, hazırlıkları sürüyor. Eski oyunlarımızdan, ‘Gılgameş’i her yerden istiyorlar, ‘Ben Anadolu’yu her yerden istiyorlar, ‘Gayri Resmi Hurrem’i çok istiyorlar, Turgay Nar’ın ‘Mevlana’ piyesi Hollanda’ya gidecek. ‘Kantocu’ müzikalini çıkarttık, o müzikali de bir çok yerden istiyorlar. Tabi bu oyunların kadroları kalabalık olunca, bizden beklenen destek, sadece oyunu getirmek değil, biraz da mali destek haline dönüşüyor. Yoksa, çok istiyorlar bu oyunlarımızı. ‘Yaprak Dökümü’ ve ‘Kanlı Nigar’ devam edecek olan oyunlarımız. Bunların dışında, düşünce olarak, mesela bu sene Sartre’ın 100. doğum yıldönümü. Fakat, Sartre’ın oyunları zor oyunlar, seyirci çeken oyunlar değil. Fakat öyle olmasa bile, ‘Kirli Eller’i şöyle bir düşündük. Zamanımıza uygun olabilir diye, hem de 100. yıl nedeniyle. Schiller var, onun da 200. ölüm yıldönümü, Schiller’den de bir şey yapmak istiyoruz. Bu arada, atlanmış olan geçen yıl Nobel Edebiyat Ödülü’nü almış olan Elfride Jelinek’in oyunları var. Geldiğimden yırtınıyorum ama, hiç kimse çevirmeye yanaşmadı. Şimdi bir oyununu belki çevirteceğiz, o da gündemde. Yani bu tür girişimlerde bulunarak, ülkemizde tanınmayan yazarlar var, onları tanıtmış olacağız. Oynanmamış yazarlardan, bizde Şehir Tiyatrosu’nda Thomas Bernard var, onun bir oyununu düşünüyoruz. Gelecek yıl, Haldun Taner’in 20. ölüm yıldönümü. Bir Haldun Taner oyunu düşünüyoruz. Daha tam netleşmedi ama ‘Fazilet Eczanesi’ üzerinde duruyoruz, ama başka bir oyunu da olabilir. Bu, biraz da oyunu sahneye koyacak olan rejisörün yaklaşımı ile ilgili bir şey.