(18 Temmuz 2005’te NTV.COM.TR'de yayımlanmıştır)
Suha Çalkıvik
‘Ben Ruhi Bey Nasılım’ üzerine... (Ruhi Bey’in keyfi gayet yerinde)
Edip Cansever’in ‘ölmeden önce sahnede görmek istediği’ ırmak şiiri Ben Ruhi Bey Nasılım, İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda Cüneyt Çalışkur’un rejisi ile ‘kapalı gişe’ oynanarak dördüncü sezonunu da tamamladı. Önümüzdeki sezon da devam edeceğini öğrendiğimiz oyunda değerli oyuncular, Uğur Polat, Taner Birsel, Rüçhan Çalışkur, Mahmut Gökgöz, Ali Fuat Çimen, Ali Ersin Yenar, Celal Kadri Kınoğlu, Canan Sanan ve Mete Horozoğlu rol alıyorlar.
Devlet Tiyatrosu sanatçısı Uğur Polat, bu oyundaki performansı ile En İyi Erkek Oyuncu dalında 2002 yılında Afife Tiyatro Ödülü’nü kazanmıştı. Ben Ruhi Bey Nasılım oyununun başarılı yolculuğu üzerine oyuncular, Uğur Polat, Rüçhan Çalışkur ve Canan Sanan’ın (aynı zamanda oyunun yönetmen yardımcısı) görüşlerini dinledik.
Uğur Polat: Ben Ruhi Bey Nasılım, 4 yıldır kapalı gişe oynuyor. Bundaki sır, metnin, eserin çok güçlü bir şiir olması. Irmak şiir olarak Ben Ruhi Bey Nasılım, çok güçlü bir edebi eser. İkincisi, iyi bir oyuncu kadrosu tarafından oynanıyor olması. Üçüncüsü de, seyircinin klasik dramatik yapı içinde gelişen bir oyun yerine böyle alternatif sahnelemelere olan ilgisinin artması. Edip Cansever, Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük şairlerden biri. Seyirci de izlemekten hoşlanıyor ve oyun da iyi oynanıyor.
Rüçhan Çalışkur: Cüneyt Çalışkur bana bu projeyi getirdiği zaman, neyi oynayacağımı biliyordum. Fakat benim için en önemli şey, inandığım bir proje olduğu sürece, rol her ne olursa olsun, ona gönül vermektir. Ben bu gönlü, Ruhi Bey’e verdim. Çünkü, Cüneyt Çalışkur’un bu konuda çok başarılı olacağını biliyordum zaten. Projeye başladığımız zaman da ilk sinyalleri oyuncular olarak hepimiz, burada Taner Birsel, Celal Kadri Kınoğlu, Ali Fuat Çimen...herkes bu işe gönül koydu. Ve sonuna kadar, müzik çalışması ile birlikte sonuna kadar Edip Cansever’i çalıştık biz. Kelimesi kelimesine, cümlesi cümlesine irdeledik, araştırdık. Ve inanıyorum ki, bir bütün olarak çok güzel bir gösteri ortaya çıktı. Çünkü bu, şiirdi, başta endişelerimiz vardı, korkuyorduk: “Acaba seyirci gelir mi? Acaba şiir dinler mi?” Şimdiye kadar böyle bir şiir ustasını konuk etmemişti tiyatro. Hep Nâzım Hikmet’i konuk etmişti, işte Orhan Veli’den birşeyler yapılmıştı. Ama ilk kez Edip Cansever gündeme geldi. Edip Cansever anlaşılması çok zor bir şair, biz seyirci adına çok endişe ettik. Fakat şuna inandım ki, sen inandığın sürece, yönetmen inandığı sürece ve doğru bir iş yaptığın sürece, seyirci geliyor. Bir şekilde sana ulaşıyor seyirci. Anlayamayanlar anlamak istiyor, araştırıyor. Anlayanlar, anlayamayan arkadaşlarına fısıldıyor. Bu giderek yaygınlaşıp, işte 4 yıldır kapalı gişe oynama başarısını elde ettik.
Canan Sanan: Biz bu oyuna çalışırken, ağır bir edebi metinle yola çıktığımızın, bir şiir, üstelik de bir Edip Cansever şiirini tiyatro sahnesine çıkarmanın zorluğunu en başından çok farkındaydık. Zaten bu çalışma, Cüneyt Çalışkur’un 20 yılını alan bir çalışma, biz çalışmaya başladığımızda dramaturjisi neredeyse bitmişti. Yönetmen yıllarca demlendirmiş hep içinde, ama ertelemiş, bunun zamanını beklemişti. Bütün bu sıkıntılarını paylaşarak başladık hep birlikte. Ağır bir edebi metin. Şiir artı Edip Cansever. Cüneyt Çalışkur, özellikle ve titizlikle ‘oyunlaştırmadan’ kaçındı. “Biz bu edebi metni oyunlaştırmıyoruz. Bunu ancak ve ancak ‘tiyatrolaştırabiliriz’ en fazla.” dedi. Diyaloglandırmadan özellikle kaçınıldı, olduğu gibi metni sahne üzerine taşımaktı kaygımız, yapmak istediğimiz şey. İşte bunda ne kadar başarılı olduk? Biz memnunuz tabi ama sanıyorum 4 sezondur böyle güzel bir şekilde sahnelendiği için seyirciden de doğru bir yanıt geldiğini düşünüyorum. Cüneyt Çalışkur: “Bunun için, kendi reji parlaklığımdan feragat ettim” der hatta. Yani, sözü sahne üzerinde hiç bozmamaya, ya da en az zararla sahne üzerine çıkarmaktan dolayı kendi reji parlaklığımdan feragat ettim, der. Bunun hepimiz, özellikle ben, birebir tanığıyım. Sahnede şu an görülen her şeyin, nerelerden süzüldüğünü, nasıl imbiklerden geçtiğinin birinci derece tanığıyım. Öyle bir zorluğumuz vardı. Hiç unutmuyorum yönetmenimiz, “biz bu oyunu dört sıraya oynayacağız, ama biz bu işi yapacağız!” Ama gördük ki, yüzde 120’lik doluluk oranında 4 sezondur devam ediyoruz. Seyirci, böyle bir oyunu izleyerek kendilerini önemli hissetti, kendisine böyle bir oyun sunulduğu için...İnsanlar, zorlanacakları bir metinle karşı karşıya idiler. Çoğu belki de bir şey anlamadan çıktı oyundan, belki sinirlenerek de çıkanlar oldu. Kollarındaki kalkmış tüyleri göstererek ağlayarak gelenleri de biliyorum. Ama hiçbir şeyi anlamayan insanlar bile,”ya, biz çok güzel bir şey izledik, bu çok acayip bir şeydi, müziği ile, dekoru ile, ışığı ile, oyunculuğu ile...Sözünü çok iyi anlamadık ama çok hoş bir şey izledik. Ve çok hoş duygularla çıkıyoruz buradan” dediler. Böyle çıkıp da 4-5 kere gelen, her ay gelen, her sezon gelen seyirciler de var. Çok geniş bir izleyici kitlesine seslendi bu oyun. Edip Cansever’in çok ciddi bir hayran kitlesi var. Cüneyt Çalışkur’un gerçekten hayranları var. Uğur Polat faktörü var. Onun neler yaptığını izleyen bir seyirci kitlesi var. Bu oyun, bu üç kitleyi birleştirdi. Uğur Polat dışında, Rüçhan Çalışkur gibi, Taner Birsel ve Celal Kadri Kınoğlu gibi önemli oyuncuların, bu kadar kaliteli ve süzülmüş bir çalışmada o küçücük pasajları ile yer almaları da çok heyecan verici...O insanların bu işe ne kadar inandıkları, ne kadar baş koydukları, egolarından nasıl sıyrılıp orada oturup, o derli topluluğun içinde, nasıl o işi kabullenerek, orada pırıl pırıl, Uğur’un ‘arkasında’ oturabilmeleri de çok şey anlatıyor bu oyunla ilgili.