Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ‘En İyi Belgesel Film’ seçilen ‘Ağustos Karıncası’, önümüzdeki günlerde Fransa’da ‘27. Montpellier Akdeniz Filmleri Festivali’nde (21-30 Ekim) ve İspanya’da ‘6. Medimed a Unique Euromediterranean Documentary Market’te (21-23 Ekim) yer alacak. Yönetmen Bingöl Elmas’la ‘Ağustos Karıncası’ ve geleceğe dair konuştuk.
-Neden belgesel film üretimini seçtiniz?
Dile gelmeyi, dert edinmeyi bekleyen sayısızca
öykünün arasında olduğumuzu düşünüyorum. Bütün gerçekliği ile yanı başımızda
olan bu öyküleri paylaşmak, işlemek
dururken, yeni öyküler yazmak ya da kurmak daha
uzak olduğum bir şey galiba. Çünkü belgesel sinema ile tanıklık
ediyorsunuz, sanatın estetiğinden bilimin gerçekliğinden yararlanıyorsunuz,
satır aralarını, kuytuda kalmış hikâyeleri, duyguya dair olanı açığa
çıkarıyorsunuz. Anlattığınız kişilerle, mekânlarla, olaylarla daha fazla vakit
geçiriyor, en önemlisi de empatiyi daha derin kuruyorsunuz. Öyküsünü
anlattığınız kişilerle birlikte yaşam denemelerine girişiyorsunuz.
-Öykünün hangi noktaları
bu filmi çekmeye yöneltti sizi? Filminiz insana dair neyi anlatıyor ?
“Küçücük bir kasabada yaşıyorsunuz, var olan mevcut koşullarda yapacaklarınız birileri tarafından belirlenmiş, plânlanmış. Hayallerinizin sözü bile edilemez. Bir üniversite kazanarak kasabanın dışına çıkmak ya da para kazanmak için büyük şehirde çalışmak gibi bir alternatifiniz yoksa bütün ömrünüzü o kasabada ve rutini belli bir şekilde tamamlamanız oldukça olağan.” Bu gözlemimle başbaşayken tanıştım İbo’yla. İbo, İznik Belediyesi'nde anons memuru, çaycı, nikâh memuru, iş çıkışında bir parkta garson. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi kıraç bir tarlası var ve orada kimseye aldırmadan deneme yanılma yöntemiyle türlü türlü bitki-ağaç ekip, söküyor. Tarlası için “Taa Sakarya’lardan toprak getirtiyor”. 45 yaşında ve ve günü neredeyse 48 saat yaşıyor. Bir insanın nasıl bir motivasyonla bu kadar çalışabileceğini aklınız almıyor ilk bakışta. Büyük şehirde, kariyer ve para peşinde koşuşturan insanlarda bile göremediğiniz bir motivasyonla çalışıyor. Bitip tükenmeyen enerjisi ve sürekli mutlu, umutlu haliyle işleri arasında koşuşturuyor. O çalışırken değil ama siz onu izlerken yorgun düşüyorsunuz. 'Bu adam deli mi?' sorusunu siz de oradakilerle birlikte soruyorsunuz. Derken İbo’nun bütün bunları, etrafındaki birçok kimseye aldırmadan, yalnız kalmayı bile göze alarak peşinden koştuğu bir hayalini gerçekleştirmek için yaptığını öğreniyorsunuz. Geleceğine ilişkin plânlar yapmayı ya da gelecek yılı tasarlamayı hayal kurmakla karıştıran insanlarla çevrili dünyanızda, hayal kurmanın ve o hayalinizin peşinden koşmanın önemini fark ediyorsunuz. Nasıl hayalsizleştiğiniz, hayalsizleştirildiğiniz gerçekliğiyle yüz yüze geliyorsunuz. İbo’ya sorup, aslında yanıtlarını kendinizde aradığınız sorular sormaya başlıyorsunuz. “Hâlâ hayal kurabiliyor muyum, hayal kurmak diye yaptığım şey gelecek plânlaması mı yoksa gerçekten hayal kurmak mı, hayallerimi gerçekleştirmek için neleri göze alabiliyorum, gerçekleşme olasılığı görünmese bile o hayallerimin peşinden koşar mıyım, yalnız kalmayı göze alır mıyım, yakınlarımdan birinin ibo gibi yaşamasına izin verir miyim?”, “Boşuna mı uğraşıyor İbo?”, “Sanatı sanatçı mı yapmalı?”, “Akordu doğuştan bozuk yaşamlarda sazların teli iyi öter mi?”, hayal kurmanın yaşı var mıdır? vs. vs.
‘Ağustos Karıncası’ filmini
çekerken de kurgularken de bütün bu sorulara kesin yanıtlarım olmadı, olamadı.
Ve bu yüzden, sorularımı paylaşma girişimiydi bu film benim için. Hayalleri için
kimi zaman bir karıncaya, kimi zaman bir ağustos böceğine dönüşen İbo’yla
birlikte ve onun biçimiyle yaşamı anlamlandırma girişimiydi.
-Son filminizin öyküsünden
yola çıkarsak, nasıl bir anlatım yolu ile film dilinizi oluşturuyorsunuz?
Belgesel yaparken her şeyden önce öyküsünü atlattığım kişiye ve belgesel sinemaya karşı sorumluluklarımın bilincinde hareket etmeye çalıştım. ‘Ağustos Karıncası İbo’yu nesneleştirmemeye, rencide etmemeye, onun gerçekliğine müdahale etmemeye uğraştım, öyküsünü doğru aktarmaya çalıştım. Filmle İbrahim için “ilginç adammış' dedirtmenin ötesinde, hayali, umudu, umutsuzluğu, içinde bulunduğu çevresi ve çatışmalarıyla aktarmaya çalıştım. Bütün bunları yaparken bu paylaşımı samimiyetle ve yalın bir biçimde yapmaya dikkat ettim. Film tanıklıklar içeriyor, kasabanın rutinini veriyor, içinde yaşadığı sosyal çevreyi ve çatışmaları aktarıyor, bütün bunları İbo’nun yaşamının ritmiyle anlatmaya çalışıyor.
-Çekmekte olduğunuz ya da çekeceğiniz bir projeniz var mı?
Kafamda olgunlaştırmaya çalıştığım, ön
araştırmasını yaptığım, fiziki altyapısını sağlayabilmek için
çaba sarf ettiğim proje ve projelerim var ama biraz daha ete kemiğe büründükten
sonra dillendirmek daha doğru sanırım. Bu memlekette anlatacak çok şey var,
yeter ki kulak kesilelim, dert edinelim.
-Sinemada hedefiniz,
düşleriniz neler?
Şu anda üretmemize ve ürettiklerimizi
paylaşmamıza engel olan koşulsuzlukların çözüldüğü bir zamanda, önünde
kuyrukların oluştuğu sadece belgesel sinemanın gösterildiği sinemaların olduğu
bir mekânda; merakları olan, bilmeyi isteyen, sinemayı seven seyircisiyle aynı
zaman- mekân bileşeninde çakışan bir sinemacı olmayı düşlüyor ve diliyorum.
Bir İran sinemasındaki, bir Japon sinemasındaki, bir Avrupa sinemasındaki
gibi güçlü özgün dili kotarabilen bir sinemacı olmayı ve etrafımın da böyle
sinemacılarla sarılı olmasını düşlüyorum.