(Bu yazı CNBC-e
Dergi’nin Ağustos 2006 sayısında yayımlanmıştır)
©
Suha Çalkıvik
Çocuk
masumiyetinin şiiri, İran Sineması
Bu satırları okuduğunuzda, İranlı yönetmen Asker Ferhadi’nin (Asghar Farhadi) Chahar Shanbeh Souri / Fireworks Wednesday adlı filmi Locarno Uluslararası Film Festivali’nde Altın Leopar Büyük Ödülü için yarışıyor olacak. Yazar Cihan Aktaş’ın ‘Şark’ın Şiiri: İran Sineması’ adlı çalışmasında belirttiği üzere, son bir yılda 80 film üretilen ve bunların yüzde 10’unu bağımsız yapımların oluşturduğu İran’da, sinema politikalarını yönlendiren Farabi Sinema Kurumu’nun devlet politikalarından bağımsız ve bilinçli çalışmaları sonucu, dış dünyaya karşı her türlü yalıtılmış konumuna rağmen; 35-45 yaşlarındaki İranlı sinemacılar, saygın sinema festivallerinde yarışmalara katılmakta, ABD’de bile filmleri haftalarca gösterimde kalabilmektedir. İran’ın yüzlerce yıllık kültüründen ve geleneklerinden yola çıkan, İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin son dönem sinema dilinden izler taşıyan, ama en önemlisi şiir’den beslenen İranlı yeni sinemacılar, Mecid Mecidi (Majid Majidi) ve Cafer Panahi (Jafar Panahi) ekranımıza konuk oluyorlar.
Bir insanın eşini kaybettikten sonra ya da boşandıktan sonra, bir başkasıyla yeni bir aile kurması kolay değildir. Üstelik bu, evrensel bir sorundur. Mecid Mecidi’nin San Sebastian, Torino, Sao Paulo ve ülkesi İran’da ödüller kazanan Pedar / Baba (1996) adlı filmi, bu evrensel sorunu egzotik bir fon önünde ve üstün bir performansla dile getiriyor. Filmin senaryosunu da kendi yazan Mecidi, 14 yaşındaki Mehrollah (Hassan Sadeghi) gözünden, dul annesinin başka bir adamla (Mohammad Kasebi) evlenip, onun yanına taşınmasını beyaz perdeye taşıdı. Mehrollah, kendini ‘ailenin erkeği’ olarak görmektedir. Annesine ve kızkardeşlerine destek olmaktadır. Çevresindekiler olumlu yargılarda bulunsalar da o, bu adamı kabullenememektedir. Filmin bu bölümünde, Mehrollah’ın düş dünyasında bu yeni evliliğin ailesine neler getireceği üzerine kurgularını, geriye dönüşlerle izleriz. Bu ‘yeni baba’yı istememesinin başka bir nedeni, adamın polis olmasıdır. Adamın sabırlı ve anlayışlı tutumuna karşın, Mehrollah’ın dinmek bilmeyen saldırganlığı, onu suç işlemeye kadar sürükler. Bir silah çalar ve arkadaşıyla soygun yapmaya kalkışır. Filmin bu bölümüne kadar geliştirilen dramatik çatışma ögeleri, bundan sonra doğacak baba-oğul ilişkisini sorgulamamıza katkıda bulunur. Harap köy ortamına rağmen arka plânındaki çöl görüntüleri, filmin psikolojik çözümlemesinde daha bir dinginlik duygusu yaratarak, yönetmenin ‘mutluluk’ tablosuna katkıda bulunur. Mecid Mecidi’nin filmografisinde çıkış filmi olarak gösterilen Baba filminden bir yıl sonra çektiği Cennetin Çocukları, (1997) Montreal’de büyük bir başarı kazandı ve bu film 1999’da En İyi Yabancı Film dalında Oscar’a aday gösterildi.
Son filmi Offside ile bu yıl Berlinale’de Gümüş Ayı ödülü kazanan Cafer Panahi’nin ikinci filmi Ayneh / Ayna, seyircisini sadece olan bitenlere inanmasını sağlayan, kışkırtıcı bir yapım. Ayna’nın ilk 45 dakikası, belgeleyici bir üslûpla, olgusal zaman ile sinemasal zamanın birebir örtüştüğü bir seyir izler. Yani, film kahramanının hayatından 45 dakika eksilmiş olur. Kurgusal müdahale, bu dakikadan sonra devreye girer. Cafer Panahi, okula giden küçük bir kızın, Mina’nın hikâyesini anlatır. Mina’nın annesi, onu okul çıkışında almaya gelmez. Evin telefonuna cevap veren yoktur. Küçük kız, onu evine götürecek kimse olmadığından korkmuştur, yalnızdır. Tahran’ın yoğun trafiğinde, yardım isteyen çocuğun çaresiz bakışları, incelikli bir teknikle yansıtılmıştır. Öğretmeninin bir arkadaşıyla durağa kadar getirilen Mina, otobüsle yoluna devam eder, yine yalnız kalmıştır. Otobüste Mina kameraya bakar, o anda bir ses, kameraya bakmaması için onu uyarır. Gerginlik doğar, küçük kız ağlamaya başlar ve sonunda isyan eder: “Daha fazla oynamak istemiyorum!” Kamera arkasındaki ekibin ikna etme çabaları başlar. Film, ‘gerçek hayat-kurgu’ git-gelleri ile ustalıkla örülmüş, minik bulmacalar sunan bir yapıdadır.
Baba ve Ayna filmleri, yerel kültürlerden yola çıkarak, ‘her şeye rağmen’ özgün öyküler üreten gerçek sinemacıların, sınır tanımayacaklarının sımsıcak birer kanıtı.