(Bu yazı, 29 Mayıs 2006’da yayımlanmıştır.)

 

 

 

 

Suha Çalkıvik

Federico Garcia Lorca yaşıyor…

 

Tiyatro Oyunevi, kuruluşunun 10’uncu yılında, 15. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali ve Tiyatro Olimpiyatları’na bir dizi Lorca projesiyle katılıyor.

 

29 Mayıs’ta (bu akşam) Atatürk Kültür Merkezi Büyük Salon’da  Ay, Aşk, Ölüm… “Lorca Divanı”  (sıra gecesi) adlı etkinlikte, Tiyatro Oyunevi ve Lorca dostları, toplam 60 sanatçı* şairin öldürülüşünün 70’inci yılını büyük bir şölenle anıyor.  Lorca projesi kapsamında Türkiye’de ilk kez sahnelenen ‘Beş Yıl Geçince’ adlı oyun ise 1 ve 2 Haziran’da Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde sergilenecek.

 

Tiyatro Oyunevi Sanat Yönetmeni Mahir Günşiray ile Lorca projesi üzerine konuştuk.

 

-Projeniz neden Lorca üzerine?

 Bu yıl, Lorca’nın 70’inci öldürülüş yılı ve Tiyatro Oyunevi’nin 10’uncu yılı. Ayrıca buna ‘Lorcahane’ projemizi yapamamanın getirdiği bir birikimi de eklersek, Lorca yapmışken 2006’da her yönüyle Lorca yapalım, istedik. Tabi, Lorca’nın ilk çıkış noktası, Türkiye’de hiç sahnelenmemiş, Lorca’nın diğer oyunlarından çok farklı, çok fantastik, değişik, şiirsel ve müzikle dolu, olağanüstü bir oyununun Türkiye’de ilk kez sahnelenmesinin getirdiği bir zevk var. Bizim için de yeni bir macera bu, Lorca da yeni bir kapı. Buradan çocuk çoğalmaya başladı.

 

-‘Ay, Aşk, Ölüm…’ “Lorca Divanı” (sıra gecesi) diye adlandırdığınız geceyi anlatır mısınız…

Bir çocuk yapmışken, o çocuk da onun yanında büyür, dedik. Bana bunu yapmakta en büyük gücü veren Turgay Erdener’in daha önce ‘Kanlı Düğün’ oyununu sahnelediğimde, Lorca ile ilgili bir sürü güzel kompozisyonlar yapmış olması. Ayrıca, orada kullanamadığımız bir şey vardı; Lorca’nın bir kaç parçasını farklı gruplardan, değişik yorumlarla dinlemiştim. Buradan yola çıkarak baktım ki, müzikte de dansta da Türkiye toprakları bu kadar zenginlik taşıyan bir ülke ben henüz tanımadım. Tanıyanlar vardır tabii. Ama ben tanımadım, yok. Burada her yönden çok farklı etkileşimler var. Kuzeyden, güneyden, doğudan, batıdan, içimizden, tarihten gelen. Dolayısıyla, burada çok değişik şeyler çıkabilir, diye düşündüm. Hep söylediğimiz bir şey: Türkiye, bir kültür mozaiği. Müzikte de böyle bir şey var. Lorca da bir dünya şairi. Şiirleri her türlü seste, her türlü duyguda mutlaka hayat bulabilir gibi geldi. Bunun ardından, dinlemekten ve birlikte olmaktan hoşlanacağım herkesi aramaya başladım. Çok kişi var hoşlandığım ama bir yerde durmak zorundaydık. Bazı kişilerin programları nedeniyle olmadı, şimdilik ‘maalesef’ 60 kişiye gelebildik. Aslında yapmak istediğim, çok daha fazlasıydı. Çok daha çeşitlilik idi, ama ‘deneysel tiyatro’ yapan bir grup olarak aslında bu kadar çok kişiyi, hatta bu kadar popüler isimleri biraraya getirebilmek, madden de manen de, fiziksel koşullar ve eleman azlığı nedeniyle de, bu bile bir mucize. İşte bütün bunları yapanlar, iki kişi. Ben ve Nilgün Kurt (Tiyatro Oyunevi Müdürü). Bu, kendi başına büyük bir organizasyon aslında. Sponsorumuz yok, ama neyse ki insan emeği, insan ruhu ve biraz da ‘normal dışılığı’ var. ‘Normal’ birinin yapabileceği şeyler değil bunlar. Normal koşullarda, normal insanlar yapamaz bunları. (Benim gibi, Müdürüm Nilgün Kurt’un da normal olmadığını düşünüyorum. Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş bir durum var.) Biz öyle iddialı da değiliz. Birtakım dostlara, “bizimle bir gece birlikte olur musunuz?” dedik, onlar da bizi kırmadılar.

 

-Ortak paydanız da Lorca…

Evet. Hani, “kuru fasulye pilav yemeğe gelir misiniz?” denir. Biz de bu sefer, “Lorca’dan bir şey yapıp da gelir misin?” dedik. Hani “içkini al, gel. Yemeğini al, gel” gibi. Onun için herkes kendi evinde yemeğini yapıyor, müziğini yapıyor, dansını yapıyor, geliyor ve bir gece birlikte oluyoruz. Ben de her şeyi o gece göreceğim. ‘Ay, Aşk, Ölüm…’ gecesi benim için de sürprizlerle dolu olacak.

 

-Festival’de ayrıca ‘Beş Yıl Geçince’ (Zamanın Efsanesi) oyununuz olacak.

Oyun, aşk arayışı üzerine bir oyun. Aşkın imkânsızlığı üzerine; ideal aşkı arama üzerine; ideal aşkın aslında yok olduğu üzerine; aşk varsa, bugün hemen şimdi yaşanması gereken bir duygu olduğu üzerine; bunu ertelemenin Lorca’nın deyişiyle, “doğaya karşı işlenmiş bir suç olduğu”nun üzerine bir oyun. Konusu oldukça basit ve yalın olmakla birlikte, oyunun yazılış biçimi, sahnelerin kullanış biçimi, karakterlerin özellikleri çok farklı bir sahnelemeye, farklı bir Lorca’ya bizi götürme imkânı veriyor. Sanırım Lorca bilen de, Lorca bilmeyen de oyunu gördüğü zaman, hafif “neredeyim, n’oluyorum, bu nedir, nasıl olabilir böyle bir şey” gibi olacak. Epey tartışmalara neden olacaktır.  Kitabını da basıyoruz. İnsanlar, kitabı alıp okuma ve okuduklarıyla sahne arasındaki farkı görme, Lorca’nın diğer eserleriyle bu eseri arasındaki farkı görme imkânına sahip olacaklar.

-Oyun, Festival’den sonra yeni sezonda da oynanacak mı?

Sezonda sürecek oyunumuz. Ayrıca, -‘Ay, Aşk, Ölüm…’ de sadece bir gecelik bir buluşmadan ibaret olmasın istiyoruz. Belki bu kadar kalabalık bir grubu bir araya getirmek mümkün olmayabilir. Ama imkânlar doğrultusunda farklı gruplarla, farklı versiyonlar yapılabilir. Hatta şimdiden 2007’de Meksika’daki bir buluşma için bu proje ve ‘Beş Yıl Geçince’ oyunumuzla çok ilgileniyorlar. Bunlardan ortak başka bir çalışma daha yapmayı düşünüyorum Meksika için.

 

-Oyununuz dolaşabilecek, turne yapabilecek yapıda bir oyun mu?

Evet, dekoru, kostümü, ışığı açısından oyun dolaşabilir. Sekiz kişilik bir oyuncu kadrosu var ama dolaşabilir. Anadolu’nu bazı yerleri için zor, çünkü çok değişik bir oyun. “Seyirci için bu zor bir oyundur, bunu oraya götürmeyelim” diye bir cümle içimizden geçse bile, kendimde bunu her zaman engelliyorum. Çünkü, bir şehir, ne kadar sanatla ilişkisi olmayan bir şehir olursa olsun, ne kadar ekonomik olarak geri bir şehir olursa olsun, yine de her bölgede, her şehirde, bizim yapacağımız tiyatro ile yakınlık kurabilecek ve bundan zevk alabilecek -en azından her şehirde- üç kişi vardır. Üç kişi için o şehre gitmeye değer. Tabii gönül ister ki 500 kişi olsun, ama üç kişi için de gitmeye değer. Ama bu cümleden şu anlaşılmasın, üç kişi için tiyatro yapmıyoruz biz. Ne yapıyorsak, daha çok insana ulaşmak için tiyatro yapıyoruz.

 

-Oyuncu kadronuz konuk oyunculardan oluşuyor değil mi?

Sekizi de konuk oyuncu diyelim. Artık konuk oyuncu demeyelim aslında, Tiyatro Oyunevi sekiz arkadaşımızla ilk kez çalışıyor, diyelim. Sekizi de yeni. Selva Erdener, benim Turgay Erdener ile çok uzun yıllardır dostum. Hep Selva ile bir şey yapmak isterdik, bu çok iyi bir fırsat oldu. Çünkü Selva çok iyi bir şarkıcı. Şebnem Köstem, benim öğrencimdi. Hep isterdimonunla çalışmayı, okuldayken de beğenirdim. Profesyonel hayatta da diğer oyunlarda beğenerek izlerim hep. Konuşurduk aramızda ve nihayet böyle bir fırsat çıktı. Devlet Tiyatrosu’ndan Yurdaer Okur ve Canberk Uçucu var, onlar da çok yetenekli oyuncular. Dışardan Selen Öztürk var, çok iyi bir sesi var, çok iyi bir oyuncu. Murat Taşkent ve Özlem Turhal var, onlar da çok iyiler. Zekeriya Karakaş var, o da bizim kısa, ama etkili silahımız. Bu projedeki müthiş bir palyaço. Orkestramız var, ‘Çellİstanbul’ grubu çok müthiş bir grup, çello kuartet, onlar canlı müzik yapıyorlar. Kostümde Çağla Ormanlar ile çalıştık, ışıkta Almanya’dan Ruzdi Aliji geldi, bizimle çalıştı.

 

* “Lorca Divânı” na Katılan sanatçılar:  Zuhal Olcay, Cüneyt Türel, Tilbe Saran, Fikret Hakan, Memet Ali Alabora, Şebnem Köstem, Yurdaer Okur, Rozet Hubeş, Nihal Koldaş, Ahmet Levendoğlu, Selen Öztürk, Canberk Uçucu, Zekeriye Karakaş, Özlem Turhal, Mahir Günşiray, Manuel & Işıl Reina, Zeynep Tanbay, Tiyatro Patika, Zeynep Erkekli, Özgür Erkekli, Ayşe Conte, Yeşim Kızılçeç, Meliha Savaş, Aytuğ Civan, Timur Selçuk, Teoman, Hazal Selçuk, Baba Zula, Nem, Selim Atakan, Ayşe Tütüncü, Bülent Ortaçgil, Sumru Ağıryürüyen, Turgay Erdener, Selva Erdener, İbrahim Yıldız, Muammer Ketencoğlu, Jak&Janet Esim, Hema Heder, İpek Altınel, Vedat Sakman, Cengiz Özkan, Serhan Yastıman, Emrah Günaydın, Bilgesu Erenus, Ali Erenus, Ayşenur Kolivar, Onay Şahin, Sema