(Bu yazı 18 Aralık 2005’te NTV.COM.TR Haber
portalında yayımlanmıştır.)
http://arsiv.ntv.com.tr/news/354408.asp
Suha Çalkıvik
Biz bu Dot’u çok sevdik
‘Dot’ ile tanışalı daha üç ay oldu ve onlar,
ikinci prodüksiyonları ‘Aşk ve Anlayış’ oyunuyla da kendilerinden söz
ettiriyorlar. Kendine özgü mekânlarında, sürpriz bir fonun önünde, doğal, içten
ve kusursuz bir oyunculuk performansı ve mükemmel bir ekip uyumu; yine
seyircinin suratına suratına çarpan replikleri ile sağlam bir metin; Tolga Çebi’nin tempoyu hiç düşürmeyen ve sahne
geçişlerinde seyirciyi atmosferin içinde tutan çarpıcı müziği ve sundukları
tiyatro dili ile her geçen gün (fısıltı gazetesinin etkisi yadsınamaz) kendi
seyircisini oluşturan, tiyatro sevgisi ile gelen titiz bir çalışma disiplini ve
sonuçta, kalıcı olacağını müjdeleyen bir tiyatro, Dot...
‘Aşk ve Anlayış’ üzerine Murat Daltaban, Almıla Uluer ve Erdal Beşikçioğu
ile konuştuk.
Dot’u kime sorsam, hemen herkes biliyor,
maya tuttu diyebilir miyiz?
Murat Daltaban- Maya tuttu galiba, öyle görünüyor. Üniversiteliler biliyor, profile bakınca daha geç yaş kuşaktan da seyircimiz oldu. Nasıl oldu? Bir kere, çok titiz çalıştık. Ön hazırlığı çok titizdi, hala çok titiz çalışılıyor. Günde hala 14 saat çalışıyoruz. Sabah başlıyoruz, gece yarılarına kadar çalışıyoruz. Sadece prova anlamında değil, hazırlık, bir ay sonra, bir sene sonra ne yapacağımız üzerine sürekli çalışma halindeyiz. ‘Bir tiyatro, sadece oyun vakitlerinde var olur’un dışında bir çalışma bu. Çok mutlu bir kadro. Çalışanlar çok keyifli ve çalışanlar her gün yaptığı işin üstüne bir tuğla koyarak ilerliyor. İçerdeki genç arkadaşlardan en yaşlısına kadar herkes Dot’u sahiplenmiş durumda. Dot, benim, Özlem’in ya da Süha’nın malı olmaktan çıkıp, bir ekibin malı olma yolunda. Ve ‘Dot’çular’ diye tanınmaya başladı Dot içindeki ekip. Bu, mutluluk verici bir gelişme. Zaten baştan beri, bir kişinin, bir starın, bir oyuncunun ya da bir yönetmenin tiyatrosu değil, bir ‘Tiyatro’ tanımının mekanı olsun diye uğraşıyorduk. Bu tiyatro tanımını kendi hayatına geçiren bir ekip, hakikaten çok titiz çalışıyor. Sanırım bunun çok etkisi var mayanın tutmasında. Hiçbir zaman yaptığımız işin mükemmelliği ile uğraşmıyoruz. Hata yapmamaya, hata yaptığımız taktirde de geri dönmeye özen gösteriyoruz. Hata yapma şansını kendimize tanıyoruz ve bunu da söylemekten hiç kaçınmıyoruz. Hata yaptığımız noktalar oldu, çok çabuk onları telafi ettik. Dürüst ve samimi olmaya çalışıyoruz birbirimize, kendimize.
Yine zor tekst, yine aynı akımın ‘in-yer-face’in temsilcilerinden Joe
Penhall’un bir oyununu sahnelediniz.
Joe Penhall çok önemli bir yazar ve onun iyi oyunlarından biri ‘Love and Understanding’. Benim için çok önemli, çünkü benim yaş kuşağımın hikayesi bu. Çok basit bir hikaye gibi görünüyor, ama anlattığı şey, 80’de ergenliğini yaşayıp bugün orta yaşların başında olan kuşağın sıkıştığı noktaları çok net ve dolaştırmadan, çok da eğlenceli ve işlek bir dille anlatmış Joe Penhall. Onun için ben çok önemsiyordum ve seviyordum bu oyunu.
Dot’un bu oyununa
yönetmen olarak da imzanızı attınız.
Karakterlerin üçünü de tanıyorum ben. Üçü de benim dostlarımın arasından çıkmış karakterlerdir. Yani, hiç yabancısı olmadığım karakterler. Çocukluk arkadaşlarımın kompozisyon olarak hayata geçtiğini görüyorum oyunda. O yüzden çok önemliydi benim için bu oyun. Diğer arkadaşlarımla da severek çalıştık.
Oyuncu seçimlerinizde de kendi oyunculuk yeteneğiniz ile dengeli bir çizgi tutturmuşsunuz. Erdal Beşikçioğlu da, Almıla Uluer de çok başarılılar. Üçünüz arasında bu dengeyi, uyumu nasıl sağladınız?
Almıla da Erdal da bizim kuşağın yetenekli
oyuncularından. Almıla biraz daha genç bizden, ama bize yakın. Dönemlerinin en
iyi, yıldızları parlak oyuncuları. Bu karakterler, onların da yakından tanıdığı
karakterler. Bir üslup birlikteliği tutturmuş olmamızın sebebi de aslında kendi
hayatlarımızdan tanıdığımız karakterler olması. O açıdan çok zorlu bir dönem
geçirmedik, çok çabuk uyum sağlandı ve plastik olarak birbirine çok yakın
oyunculuklar biraraya geldi.
Mekan anlayışınızda da hoş ve şaşırtıcı bir buluşunuz olmuş fonda..
Hikayenin karakterleri de
tam bu fonun karakterleri. Şehirde doğup büyümüş kentsoylu tanımlamasının
karakterleri. Onun için de arka fon olarak kullandığımız resim plâstik onun için
çok kıymetliydi. Oyunu ve temayı destekleyen bir şeydi. Bundan kaçmanın hiç
alemi yoktu, onun için de çok iyi sonuç verdi.
Sezon
başında hedeflediğiniz oyunların tümünü seyredebilecek miyiz?
İki oyunun daha çalışmasına başladık. Biri ‘The
Censor-Sansürcü’, Naz Erayda sahneliyor. Diğeri, Carol Churchill’in ‘Far Away-Çok
Uzakta’ oyunu, Fatih Özgüven çevirdi, Emre Koyuncuoğlu
yönetiyor. Çok güzel, çok şık bir kadro olacak iki oyunda da. Sonrasında da
Şubat’ın ortasına doğru ‘Pillowman-Yastık Adam’ı çalışmaya başlayacağız.
‘Dot’un
bünyesinde olmak, farklı bir tiyatro dili ile Mısır Apartmanı’nın 4.katında
oynamak nasıl bir duygu?
Almıla Uluer- ‘Oh, iyi ki varmış!’
diyorum. Farklı bir tiyatro dili ve zor da bir şey. Seyirciyi de, oyuncuyu da
zorluyor, çünkü seyirciyle oyuncu arasındaki mesafeyi kaldırıyor. Seyirci, ister
istemez hep olayın içinde hissediyor kendini. Rahat rahat koltuğunda otursun da
sahnede olan biteni seyretsin diye bir şey yok. Seyirci rahat oturamıyor
yerinde. Kışkırtıyor. Rahatsız ediyor. İçini yayamıyor seyirci de. Oyuncu olarak
da çok alışık olduğumuz bir şey değil. Mesafe tamamen kalkmış durumda.
Seyircinin burnunun dibinde siz bir şeyler oynuyorsunuz. Bu da çok zor, oyuncuyu
da kışkırtıyor bir yandan. Bu tarz ya da burada yapılan şey, oyuncu için, benim
için kışkırtıcı bir tavrı var. ‘in-yer-face’in benim için önemli bir yeri var, çünkü ‘X
Kuşağı’ denilen yani bizim kuşağımızın -ben onun tam sonuyum, geç de kalmış
olsam nihayetinde ben de aynı problemleri yaşıyorum- bu sorunları, yani
kimliksizleşme, hedefimizin olmaması, bir türlü mutlu olmayı beceremiyor
olmamız, ne istediğimizden çok emin olamamamız, başarıyı sadece mesleki kariyer
olarak algılamamız, çok çalışmamız ama niçin çalıştığımızı bir süre sonra
kaybetmemiz, bilemeyişimiz, çok çalışıp çalışıp bütün hayatımızı çalışarak
geçiriyoruz ama yaşamaya vaktimiz ve fırsatımız kalmıyor, bir sürü şeyi,
zevklerimizi kaçırıyoruz bu arada. Bütün bunları ben de yaşıyorum ve bütün
bunları çok dolaysız veren oyunlar bunlar. Hiç bir şekilde lafı dolandırmıyor,
açık açık gösteriyor. Hatta çok doğrudan, suratına suratına söylüyor. Bu da
oyuncu olarak beni kışkırtan bir şey, o yüzden de ‘Dot’ta olmayı seviyorum ben.
Erdal Beşikçioğlu- Ben Ankara Devlet Tiyatrosu’ndan geldim. Murat Daltaban, bu yaz bana telefon açtı, “ben istifa ettim ve bir tiyatro açtım” dedi. Dönem arkadaşım Murat. Gerçi o Dil-Tarih’te okuyordu, ben Hacettepe’deydim, ama bunun hiçbir önemi olmadan beraber olduğumuz çok iyi bir dönemdi. Tiyatroya başladıktan sonra aradığım ve özlediğim bir dönemdi. “Oynamak ister misin?” dediği zaman, ben metnin ne olduğunu, rolün ne olduğunu sorgulamadan hemen “evet” dedim. Sonra Devlet Tiyatrosu ile görüştüm bu konuyu, onlar da bu konuya çok sıcak baktılar. İzin verdiler bana bir süreliğine. Bu süreçte burada, geçirdiğim yılların acısını çıkartırcasına keyifli bir oyunda oynuyorum. ‘Aşk ve Anlayış’, bizim kuşağın oyunu. Yaklaşık 35-40 yaşlarındaki insanların hayatı boyunca sorguladıkları ve sorgulamaya devam ettikleri, zaman zaman “ben nerede yanlış yaptım?” sorusunu sıkça sordukları bir kuşaktayız biz. Böyle bir oyunda, sistem karşısında mücadele etmeyi bırakmış ve kendini işine adamış bir çiftin hayatına düşen saçma bir adamı oynuyorum. Adam alkolik, uyuşturucu bağımlısı, hayatı sadece yaşadığını, hayattan birtakım çıkarımları olduğunu zanneden, karşı taraftakilere zaaflarını yüzlerine vuran, fakat kendi hayatı için hiçbir şey yapamayan bir zavallı herif aslında. Seyirci o rolü seyrederken sanırım hem keyif alıyor, keyif alırken de tebessümü biraz hafif buruk olarak seyretmesini amaçladım. Rol çok zordu. Bunu normal bir tiyatro sahnesinde oynasanız biraz abartmanız gerekiyor. Çok daha büyük hareketler, haller, aşırı uçta duygular falan, ama burada seyirci ile 1,5 metrelik bir mesafede oynuyorsunuz. Ve herşeyi içinizde yaşamanız gerekiyor. Bu, benim tercih ettiğim bir üslup. Yalandan uzak bir hikaye. O yüzden buranın benim için terapi merkezi gibi bir yeri var. Tabii Murat’ın hayatımdaki ayrıcalığı da tartışılmaz. Bu nedenlerle keyifli süreç geçirdim burada. Sanırım geçirdiğim sürece de kendim için değdi.