Suha Çalkıvik
Dot, başlı
başına bir festival
Dot, sekiz aylık geçmişine karşın beşinci oyununu da doğurdu. Ülkemiz
tiyatrosu düşünüldüğünde şaşırtıcı ve kaliteli bir üretim süreci yaşayan
topluluk, İKSV 15. Uluslararası Tiyatro Festivali ve
4. Uluslararası Tiyatro Olimpiyatları’na, konsept, tasarım ve
yönetmenliğini Bülent
Erkmen’in yaptığı , metnini
Yekta Kopan’ın
yazdığı, Yelda Reynaud ve Altay Özbek’in oynadığı
‘İki Kişilik Bir Oyun’
ile katılıyor. Her seferinde ancak 20 seyircinin izleyebildiği oyunun
sponsoru, Yapı Kredi Koray.
Hayat yolculuğunun hafıza koridorlarında -demir konstrüksiyon labirentlerde- ilerlemeye ‘çalışan’ bir kadın
ve bir erkeğin birbirlerine kavuşamamalarının, ‘beraber’ olup, birlikte
olamamalarının ‘şimdi ve burada’ki
hikayesini kurar. Kadın ve Erkek oyun süresince birbirlerine ulaşmaya çalışır.
Birbirlerini görür, konuşur, zaman zaman birbirlerine
dokunur, yaklaşıp, uzaklaşırlar. Ancak, izledikleri ‘yollar’ onları bir türlü
birleştirmez. Bülent Erkmen ve Yekta Kopan ile
mektuplaştık. Yelda
Reynaud
ve Altay Özbek ile yüz yüze konuştuk. (Perde
arkasındaki asıl kahraman, Murat Daltaban’ın kulaklarını bol
bol çınlatarak…)
Yekta Kopan- Engellerle dolu bir metin alanında ilerlemek… Bir kadın, bir erkek, tek kelimelik konuşmalar, bu konuşmaların içinde sıradan ama geçmişi ve bugünü olan bir hikâye… Ayrıca böyle ‘engelli’ bir konuşma yapısında sadece olay örgüsünün değil, kişiliklerin de ortaya çıkarılması… Bir yandan da bütün bu metin yapısıyla ortaya çıkan ‘konuşmanın’ zorluklarla dolu bir labirentte gerçekleşeceği bilgisi… Bütün bunlar bir yazar olarak elbette ilgimi çekti; farklı bir metin matematiği kurmaya açık bütün çalışmaların ilgimi çektiği gibi… Sonuçta büyük sözler söylemek derdi olmayan, sıradan, her an rastlanabilir, labirentte ilerlemekte olan Kadın ve Erkek’e özgü, geçmişi sorgulayan ve ‘şimdi’ de sonlanan bir metin ortaya çıktı… Çok konuşup da az şey anlattığımız bir dünyada, az konuşmanın vurucu bir karşılığını bulmaya çalışmak bile ‘İki Kişilik Bir Oyun’ projesinin ne denli heyecan verici olduğunu gösteriyordur sanırım. Ayrıca kişisel olarak Bülent Erkmen, Yelda Reynaud, Altay Özbek ve bütün DOT ekibiyle çalışmaktan da büyük bir mutluluk duydum…
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Ne hayal etmiştiniz, ne kadarı gerçekleşebildi?
Bülent Erkmen- Hayal ettiğim ‘bütün’ün gerçekleştiğini görüyorum. Farklar bütünü etkilemeyen ayrıntılarda. Örneğin, oyunculara ışık düşmesin, oyuncuların kendisi ışık kaynağı olsun diye düşünmüştüm. Olamayacak bir şey istediğim için olmadı, düşündüğümden daha geleneksel ve daha dramatik bir ışık anlayışı oldu ama açıkçası çok da iyi oldu. İzleyici tabureleri üstünde oturan döndükçe gıcırdasın, ses çıkarsın, oyuncuların labirentteki hareketlerine bağlı olarak konstrüksiyonun sesi de eklensin, ve bu sesler büyütülsün, oyunun sesi/müziği olsun istemiştim, kısmen gerçekleşti, ama bunun yanısıra oyuncuların ‘beden oyunları’ düşündüğümden de iyi oldu.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Projeyle tanışmanız nasıl oldu?
Yelda
Reynaud- Murat ve Özlem Daltaban beni aradılar ve
Bülent Erkmen’le
tanıştırdılar. Yurtdışında yaşadığım için maalesef tanışmamıştım
Bülent Erkmen’le. Oyundan bahsetti ve çizimlerini
gösterdi Bülent Bey. Dekoru görmemiştik bu haliyle, kağıt
üzerinde gördük sadece. Kendisi, “oyuncuların yorulmasını istiyorum” dedi.
Gerçekten başlangıçta bu demirlerin içinden geçerek oynama fikri işkence gibi
gelmişti. Beni İstanbul Film Festivali’nde ödül alırken izlemiş ve bu proje
oluştuğunda benim oynamamı düşünmüş.
Böylesi bir dekor içinde
oynamış mıydınız daha önce? Yoksa hep İtalyan sahnede mi oynadınız?
Yelda
Reynaud- Hayır kesinlikle olmamıştı. Tabi normal
sahnede bir sürü oyunda rol aldım. Zaten bu oyun, Türkiye’de ilk oyunum.
Nasıl bir duygu Türkiye’deki
seyirci ile yüz yüze gelmek?
Yelda
Reynaud- Seyirci, seyircidir. Türk olsun, Fransız
olsun, Afrikalı olsun hiç fark etmez. Burada bir sinerji oluşuyor. Sinemada hiçbir zaman bunu
yaşayamıyorsunuz, bu enerji alışverişini. Her akşam farklı oynuyoruz.
Çünkü herkesin enerjisi farklı. İster istemez bir elektrik var bu
ortamda. İyi ya da kötü etkileniyoruz seyirciden, onlar da bizden etkileniyor.
Karakter hakkında ne düşündünüz
teksti ilk okuduğunuzda?
Yelda
Reynaud- Ezber zor olacak, dedim öncelikle. Çünkü
kelime kelime gidiyor ya oyun. Biraz ezber konusunda
telaşlandım başta. Karakter konusuna gelince, ben hep mutfağında yaşadığım için
karakterden korkmadım. Yaparım, dedim.
Ne anlatıyor peki bu süreç
sizce?
Yelda
Reynaud- Burası bir hayatın başlangıcı. Ve hayat böyle
gidiyor gidiyor. Başlıyor “geciktin” diye, ama
“geldin” yorulmuşlar, bir ulaşamamazlık var. Bir sürü
insan arasında olduğu gibi. Dün akşam iki seyirci geldi ve “biz burada
hayatlarımızı gördük, hatta bu dekoru evimize taşımayı düşünüyoruz”
dediler.
Evlerimizde bu dekor var halbuki…
Yelda
Reynaud- Evet dekor bu. Tanıdık geldi onlara. Sanırım
bu, bir çok
insanın başına gelebilecek bir hikâye. Herkes bir aşk yaşadı ve yarıda kaldı ya
da bir tatsızlık yaşadı. Herkes genç, yaşlı kendini bu oyunla özdeşleştirdi.
Birbirinizin sözcüklerini
tamamlayıp cümleler kuruyorsunuz. Ama baktığınız zaman görüyorsunuz birbirinizi
yalnızca. Onun dışında görmüyorsunuz.
Yelda
Reynaud- Evet. Hayatta da böyle.
Oyun boyunca erkeğin
gerisindeyken sonlara doğru onun önüne geçtiniz, niye?
Yelda
Reynaud- Erkekleri gömdüm, bitti. O korktu. Ben ona
“başlayabiliriz” demiştim.
Ama yalnız kaldınız?
Yelda
Reynaud- Evet, çünkü gelmedi, takip etmedi. O hâlâ
titriyor, hâlâ korkuyor.
Yalnız kaldığınızda monologa
dönüştü.
Yelda
Reynaud- Ama yalnız kalmak,
monolog’tur
zaten.
Bu akşam da oyun bitti, seyirci
alkışladı ve gitti. Tam anlamıyla içiniz rahat mı, mutlu musunuz geldiğiniz bu
noktadan? “Evet, böyle bir oyun düşlemiştim baştan beri” diyebiliyor musunuz
şu anda?
Yelda
Reynaud- Ben gayet mutluyum, çünkü elimizden geleni
yapıyoruz. Mütevazı bir söz olmasa da, çok gurur duyuyorum ikimizden.
Çünkü,
çok zor bir şey yapıyoruz. Bir kere, çok riske atıyoruz kendimizi. Uç noktalara
gidiyoruz, istiyorum ki, insanlar gelsinler ve oyunu görsünler.
Çünkü,
farklı bir şey. Klâsik bir oyun değil, ben klâsisizme karşı değilim, bu iyi
anlaşılsın. Ben Fransa’da hep klâsikleri oynamışımdır.
Moliere, Racine, Corneille, Sheakespeare… Ama sonuçta 2006’dayız ve yeni yazarlar da
var. İyi ya da kötü. Türk ya da yabancı. Ve insan
beğendiği şeyi yapıyor.
Bu oyunu Fransız seyirciye
oynasaydınız…
Yelda Reynaud- Beğenir, kesinlikle beğenir. Avrupa’da çok beğenilir. Özellikle Japonlar çok beğenir. Bu oyun kesinlikle evrensel bir oyun. Bir kadınla erkek arasındaki aşk hikâyesi evrensel bir tema. Ulaşamamak, iletişim sorunları herkes arasında oluşuyor.
Dot’la
buluşmanız nasıl oldu?
Altay Özbek- Ben
dört yıl önce Şehir Tiyatroları’ndan ayrıldım, orada sekiz yıl oynadım. Bu oyun
benim tiyatro dönüşüm oldu. Dot’un bu projeyle ilgili
bir oyuncu aradığını duydum, hemen Murat Daltaban’ı aradım. O hemen
fotoğraflarımı isteyip, Bülent Erkmen de görüşmeye
çağırdı ve hemen çalışmaya başladım. 3 haftada çıkardık oyunu.
Her oyunda aynı yerlerden mi geçiriyorsunuz gövdenizi, yoksa doğaçlama
olarak özgür müsünüz istediğiniz yolu izlemekte?
Altay Özbek- Doğaçlama. Çünkü biz iki oyuncular olarak Bülent Erkmen’den özellikle rica ettik. O da zaten bizi serbest bıraktı. Biz çok az prova yaptık. Normalde bu oyunu en az 2 ay prova yapmak lazım. Çok az prova yapınca, oyun çıkar, ama esas seyirci ile provalar başlar. Seyircinin tepkisine göre. Biraz onu baz alarak, dekorun içinde yeterince zaman geçiremediğimiz için her oyunda daha doğruyu bulmaya doğru gideceğimizi umuyorum. Bir süre sonra eminim ki sabitleyeceğiz bazı şeyleri. Şu an çok eğlenceli. Yani ters hareketi bazen şurada yapıyorum, bazen burada yapıyorum. Alttan geçmeyi, bazen şurada, bazen de burada yapıyorum. O pozisyonun gelişine göre yapıyoruz, o kadar da geçeceğimiz yolu belirli hale getirmek istemiyoruz. Yoksa sıkıcı olur bizim için. Böyle bir özgürlükte oynamak, daha keyifli bence.
Teksti ilk elinize aldığınızda ne düşündünüz?
Altay Özbek- Ben ilk okuduğumda, şu an düşündüğüm şeyleri düşünmedim. Kelime kelime karşılıklı gitmek çok ilginç geldi. Fakat sonra düşündüm ki, her kelime , bir cümle barındırıyor içinde. Yani, “sahil” diyoruz. Gözümüzün önüne deniz, taşlar, kumlar, ağaçlar, kuşlar geliyor. Bir kelimenin, koca cümleler olduğunu fark ettim. Dolayısıyla her kelime, bir cümle oluyor. Cümleler birbirini takip ediyor zaten. Bunu hafıza koridorları olarak düşünürsek, biz hafıza koridorlarında geçmiş bir ilişkiyi sorguluyoruz zaten. Beyin düşündüğü zaman tek bir kelime gelir ve bütün olayı hatırlar. Çiçek deriz o çiçeği hatırlarız. Oynarken de öyle oynuyorum. Bülent Hoca’nın ve Yekta’nın metinde bahsetmedikleri bir şeyi uyandırdı bu oyun bende: Ben burayı çocukların oynadığı bir oyun parkı, bir çocuk bahçesi olarak görüyorum. Biz de bunun içinde, sanki içimizdeki çocukla çıkmışız da aslında büyük birer insanmışız gibi, hayatı sorguluyormuşuz gibi algılıyorum oynarken. Bu beni çok heyecanlandırıyor. İçindeyken küçük bir çocuk olmak ama büyük bir adammış gibi nasıl davranabilirim acaba, aynı zamanda parkta kayayım, sallanayım duygusunda olmak, beni çok heyecanlandırıyor.
Hep -di’li geçmiş zamandasınız oyunda hafıza
koridorlarında dolaşırken. Ama şu an da, bugün de var, sanki oyunda. Sanki
bitmeyecekmiş gibi de bitiyor, değil mi?
Altay Özbek- Adam sustuğu anda, kadın monologa geçiyor. Kadının monologa geçmesi, bende ‘delirium’ başlangıcı gibi algılıyorum ben. Kadının yalnız kalmaktan ötürü delirdiğini görüyorum.
Kadınla erkek birbirlerini görüyorlar mı?
Altay Özbek- Yer yer bu sorgulama içinde görüyorlar bence, birbirlerine baktıkları zaman görüyorlar. Zaten oyun, “geciktin” diye başlıyor. Bu da, bir buluşma daha gibi sanki. Ama bu buluşma, nerede bir buluşma? Telepatik bir buluşma mı? Hafızada bir buluşma mı? O çok açık değil, zaten çok da açık olması gerekmiyor bence.
Dot’la bu buluşmanızın devamı gelecek mi?
Altay Özbek- Bu, Dot’un 5. oyunu. Sekiz ayda 5 oyun. Türkiye’de bir topluluk için böyle bir rakam yok şimdiye kadar. Ben Dot’u ve Murat Daltaban’ı çok seviyorum, okul arkadaşım benim, onunla çalışmak çok keyifli. Yeni bir oyunda bana da teklif gelirse Dot’ta oynamayı çok isterim.
Bu proje, sadece metinden olmaktan çıkıp sahnede somutlaştığında, her
şeyi ile kendinizi tatmin olmuş hissediyor musunuz oyun kişisi olarak?
Altay Özbek- Kesinlikle diyebilirim. İşimi çok seviyorum ve özlemle sarıldım buradaki demirlere. Peki ben size bir soru sorayım: Ortada olmak nasıl bir duygu? Oturduğunuz yerde her dönüşünüzde yanınızda başka biri oluyor çünkü.
S.Ç.- Ben oturduğum yerdeki dönüşlerimde öteki seyircileri görmüyordum.
Siz duvar değiştirdikçe, dört tarafımdaki beyazperdelerin aydınlanarak
görüntülerin aktığını ve içinde oynayan sizi sadece ben izliyormuşum gibi
duyguya kapılıyordum. Ortada 19 kişilik seyirci topluluğu yoktu sanki, bir tek ben izliyormuşum gibi bir yanılsama
yaşıyordum. Yalnızdım ve sinema lezzetiyle izledim. Ve hafıza koridorlarımda
yolculuğa çıktım döner taburemde. 25 yıllık bir yolculuğa,..
Okura son söz: Ne yapın edin, 20 tabureden birini kapmaya bakın ve bu oyunu
seyredin. Kendi tarihinizi izleyeceksiniz.