Suha Çalkıvik
Fotoğraflar: Süleyman Felamur
Asi, turkuvaz tutkunu bir ressam
Paris’te yaşayan ressam Cihan Serdar Özcan, 1959 Samsun-Alaçam doğumlu. Güzel Sanatlar eğitimini Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim-iş Bölümü’nde bitirdi. 16 yıldır Paris’te yaşıyor. ‘İşgal atölyesi’ eylemlerinde yer aldı. Asi, coşkulu, dirençli, turkuvaza tutkun, figüratif anlayışta üreten, hayatı ‘yaşadığı gibi resimleyen’ bir sanatçı...Anlattı bize kendini. ‘Resim asılması gereken çıplak duvarlar var’ telaşı içinde kalktı ve yine uzaklara gitti.
Yurtdışına niçin gittiniz?
1987’de okulu bitirdiğim zaman, okuduğum yıllar boyunca hiç bir zaman orijinal bir resim görmediğimi düşündüm. Bir yıl Akademi’de Özdemir Altan Atölyesi’ne devam ettim. Resim bölümünü bitirince, insan bir garip oluyor. Çalıştığı, bildiğini sandığı şeyleri çıplak gözle görmek istiyor insan. İlk amacım müzeleri dolaşmak, müzelerde olmaktı. İlk çıkışım, Londra’ya oldu. Orada yaklaşık 16 ay kaldım, çalışmalar yaptım. Daha sonra Fransa’ya geçtim. 1989’dan bu yana Fransa’da yaşıyorum. Profesyonel olarak aynı zamanda Paris Belediyesi’ne bağlı olan Zadkine Müzesi’nde (Musée Zadkine) çalışıyorum. Ossip Zadkine, bir Rus sanatçı. Montmartre Artistleri döneminde Paris’e geliyor. Fransa’da 20 yaşından itibaren yaşadığı küçük bir yer var, orayı satın alıyor. Orası daha sonra karısı tarafından müze haline getiriliyor ve belediyeye hediye ediliyor bu müze. Belediyenin yaklaşık 13 tane müzesi var Paris’te, bu müzelerde gezici olarak çalışıyorum. Bunun yanında sergi hazırlama konumum da var. Bir sergi hazırlanacağı zaman, konseptinden, düzenlemesine kadar çalışan bir memurum.
Müze aynı zamanda galeri işlevi de görüyor, öyle mi?
Müzenin Zadkine’e ait bir koleksiyonu var zaten, onun dışında geçici sergiler oluyor. O sergilerde 4 aylık, 6 aylık sürelerle değişiyor duvarlar. Dolayısıyla her sanatçıya göre, duvar ayarlanıyor müzede.
Fransa’da müzedeki işiniz dışında, ressam kişiliğinizle çalışma olanaklarınız nasıl?
Fransa’ya ilk gittiğimde fazlaca ‘işgal atölyesi’ yoktu. Yani, resmen bir binayı işgal edip girmiştik 12-13 yıl önce. Son zamanlarda gelip yasallaştırdılar, kamulaştırdılar. Olay biraz örtbas edildi. Tabii Paris Belediyesi var işin içinde. Bu benim anarşist yanım, pek sisteme oturmuyorum herhalde…Bunu da seviyorum, herşeye “he” dememek lâzım.
İşgal eyleminin başlangıcına dönelim mi? Nasıl oldu?
Paris’in 20.bölgesinde, Belleville inisiyatifinde o dönemde yaklaşık 29 sanatçıydık. Bu bölgede de Belediye’nin başka projeleri vardı. Her yerde olan bir yaklaşım, eski binaları yıkıp yerine otopark ya da farklı kompleksler yapmak. Bu bina çok eskiydi. Yaklaşık 1000 metre karelik bir alanda kurulu, 500 metrekaresi eskiden çanta kulplarının yapıldığı bir fabrika binasıydı. 1930’lardan kalma bir avlu içinde idi bu bina. Bu mekân buldozerler tarafından yıkılmak üzereydi ve biz buna karşı çıktık. 91 yılında büyük bir atölyeyi İşgal ettik. Semtteki halkla bütünleştik. Yasal girişimlerde bulunup, kazandık. Belediye sonuçta burayı bir sanat merkezine dönüştürmeye karar verdi. Ben de kendimi tanıttım ve kabul edildim orada. Yavaş yavaş duvarlarla atölyelere böldük binayı. Kaçak elektrik çektik. Bu işgal dönemi 9 yıl sürdü. Fransa’daki en uzun süre bu. İşgalin yasallaşması da bizimle birlikte oldu. Hatta bu işgalin hikayesini kitaplaştırdılar Fransa’da. En son, kendi içimizde de bölünmeler oldu, sanatçı kaprisleri devreye girdi. Dört arkadaşımla birlikte olayın dışında kaldık. Bize geçici olarak başka bir yer sunuldu. “Burayı tamir edeceğiz” dediler, çıkartıldık oradan, sonra geri dönemedik. “Sizi istemiyoruz” dediler. Şimdi ne oraya dönebiliyorum, ne de oradan başka bir yere gidebiliyorum. Mahkeme, “sizi çıkarıyoruz oradan” diye kağıt gönderdi. Atölyem yok, nereye gideceğim? “Atarsanız atın!” dedim. Paris’e döndüğümde atölyemden atılmış olacağım. Ama umurumda değil, ben artık alıştım. Sonuçta, atölye bulmak Paris’te çok zor, hele bir sanatçıysanız.
Paris’te resimlerinizi sergileme olanağı bulabiliyor musunuz?
Bizim 20.Bölge’nin avantajı, her yıl düzenli olarak 5 gün boyunca ‘Açık Kapılar’ adı altında sergiler açılıyor. İkiyüze yakın sanatçının katıldığı, tiyatro gösterileri, dinletiler, sokak gösterileri ile bir festivale dönüşüyor orası. Bizim için de iyi oluyor, alıcılarımız oluşuyor. 1992’den itibaren İtalya’da, Almanya’da sergiler açtım. Ben, insanların olduğu, duvarı olan her yerde sergi açarım. Öyle özel ışıklandırması olan sergi salonu olması şart değil. Restoranlarda çok sergi yaptım, hâlâ da yapıyorum. Bence bir resim, sadece müzede olmamalı, halkla bütünleşmeli.
Resim anlayışınızı, üslubunuzu anlatır mısınız..
Benim belirli bir stilim oluştu 20 yıldır. Dışavurumcu, ifadeci, renkçi çalışıyorum, hepsinin bütünleşmesi, yani figüratif diyebilirim.
Yerel motifler oluyor mu?
Dönem dönem renkler giriyor, turkuvazı çok kullanıyorum. Bizdeki mavinin zenginliği, bambaşka bir şey. Diğer renklerin hiçbirinde yok. Bunun dışında figürlerde de biraz belirtiler oluyor. Akademi’den mezun olduğumuz için, -aslında bizdeki eğitim hiç de fena değil- Fransızlar’ın resimlerimize yaklaşımı, “Aaa! Şu ülkenin vatandaşının bu resimler” şeklinde olmuyor, ayırt edilmiyoruz. Onu aşmış durumdayız. Koleksiyoncularım, alıcılarım var orada. Uzun yıllar sonra, Türkiye’ye bu ikinci gelişim. Kendime yeni yeni yollar açmaya çalışıyorum. Kısa metrajlı filmler de çekiyorum. Yeni yapacağım sergilerde bu filmleri resimlerimle bütünleştirmek istiyorum.
Amacınız, Paris’te ürettiklerinizi getirip burada paylaşmak mı?
Orada yaşıyorum, ama aklım hep burada kalıyor. Çünkü çıkışımız burası, burada olmak beni mutlu ediyor. İstanbul’un bir başka güzelliği var. İstanbul’un delisiyim, diyebilirim.
Türkiye’deki resim ortamını, buradaki üretimleri takip ediyor musunuz?
Günümüzde Paris’te olanlar, burada da söz konusu. Resim yapan sanatçı sayısı azalmış durumda. Daha çok, konsepte yönelik sanatçılar çalışıyor. Bunun içinde enstalasyon dediğimiz, yerleştirme anlamına gelen mekân çalışmaları ağırlıklı. Bu da, şu andaki genel çalışma stili, genel bakış... Ama, her zaman resim yapan sanatçılar olacaktır. Resimden, boya yapmaktan zevk alan sanatçılar olacaktır. Teknoloji ne kadar ilerlese de, çok ilkel bir şey değil bu yani. Boya, her zaman vardı ve varolacaktır.