http://arsiv.ntv.com.tr/news/319497.asp
Canova ile ‘hayata haykırmaya
çalışanlar’
Şu sıralar İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda oynanan, tiyatro dili ve sahnelenişi
ile dikkatleri üzerine çeken ‘Ful Yaprakları’ üzerine yazarı Civan Canova ile
konuştuk.
Suha Çalkıvik
19 Nisan 2005 — Civan Canova’nın yazdığı ve
rejisini Turgay Kantürk’ün üstlendiği ‘hiçliğin kıyısında dolananların var olma
ve hayatlarını yeniden yazma çabaları’nı anlatan oyunu, önümüzdeki günlerde
-yapılacak bir düzenleme sayesinde- internetten bilet alan seyirciler, sahneyi
tüm açılardan görüntüleyen kameralar sayesinde ‘online’ izleyebilecek.
İstanbul Devlet Tiyatroları’nda görev alan bir sanatçısınız. Profesyonel
oyunculukta 26 yılı geride bıraktınız. Altı oyundan oluşan Toplu Oyunlarınızın
üçüncüsü de yayımlandı. ‘Ful Yaprakları’, yazdığınız oyunlar arasında sahnelenen
üçüncü oyununuz sanırım. Oyun yazma uğraşınız nasıl başladı?
1994 yılında ‘Kıyamet Sularında’ isimli
oyunumu yazdım. 1995 -96 sezonunda İstanbul Devlet Tiyatrosu repertuarına aldı
ve Oda tiyatrosunda sahnelendi. On yıl sonra da ‘Ful Yaprakları’ sahneleniyor
aynı yerde. Bu benim için büyük bir onur. 1996 yılında ‘Kıyamet Sularında’ Avni
Dilligil ve İsmet Küntay en iyi yazar ödüllerini almıştı. Ayrıca yönetmen ve
oyuncular da ödüllendirilmişti. Kenan Işık sahneye koymuştu oyunu. Başta
yönetmen ve oyuncu arkadaşlarım ve de çalışan herkes çok sahiplenmişlerdi. Şimdi
de çok sahiplendiler ‘Ful Yaprakları’ nı. Bütün arkadaşlarım. En büyük mutluluk
bu benim için. Paylaşım. Hiçbir şeyle ölçemezsiniz bu hazzı. Seyircinin size
katılması için öncelikle ekibin yaklaşımı çok önemli. Onların bu heyecanı gerek
kuliste, gerek sahnede o kadar belli oluyor ki gözlerinden.. Tek başıma
çalışmayı sevdiğim için başlamıştım oyun yazmaya, arkadaşlarımın desteği devam
etmemi sağladı. Şimdiye kadar yedi oyun yazdım. Altısı basıldı, üçü sahnelendi.
Sahnelenmemiş oyunlarınızın oynanması için
girişimler var mı?
Hayatım boyunca korkmuşumdur bu girişim
dediğiniz işten. Girişimler hep benim dışımda gelişti. İlk oyunumu çekinerek
okutmuştum bazı arkadaşlarıma. Biraz destek görünce de Ankara’ ya yollamıştım
repertuar kuruluna. Şimdi arada arıyor bazı öğrenciler, ‘falanca oyununuzu
oynayabilir miyiz?’ diye, inanılmaz derecede mutlu oluyorum. Sanırım birkaç
üniversite oynadı Anadolu’da. Uzun süre mektuplaştık bazılarıyla. Konservatuarda
tiradlar çalışıyor çocuklar.
İnternette ‘Erkekler Tuvaleti’ni çalıştıklarını okudum İzmir’ de. İnşallah
çağırırlar beni de. Profesyonel anlamda yeni bir girişim var mı bilmiyorum. On
yılda üç oyunumun üç ayrı tiyatro tarafından dört kez sahnelenmesi benim için
yeterli şimdilik.
Ful Yaprakları’nı 2002’de yayımladınız. Bu
kadar uzun mu sürüyor bir projenin hayat bulması?
Doğrusu bu şansı yakalayacağımı ummuyordum
başta. Sonra repertuar kurulundan geçince umutlandım biraz. Aslında oyunun
repertuar kurulundan geçmesi de bir anlam taşımıyor. Oyunu sahneleme arzusu
gösteren yönetmen de çıkmayabilir. İki yıl önce Devlet Tiyatrosu ilan etti
oynayacağını. Kısmet bu güne imiş. Bence sonuç açısından çok da iyi oldu
gecikmesi. Şans diyorum çünkü bu gün oynanmasını bile büyük bir şans olarak
görüyorum. Oyunun seyirciyle buluşacağına inanan seçiciler, idareciler, yönetmen
ve oyuncu arkadaşlarım.. Bunların bir araya gelmesi bile mucize gibi. Ne
bileyim, yönetmen benimser mesela, oyuncuyu inandıramaz. Ya da tersi olur. Yahut
yazara inanmayıp kerhen oynarlar. Bunlar genelde yıllardır yaşadığımız şeyler.
Belki de işin yapısı gereği, huzur içersinde geçen provalara pek sık
rastlanmasa da ben bu oyunun çok huzurlu bir çalışma ortamından sonra
sahnelendiğine inanıyorum. Bu anlamda projenin hayata geçmesi için harcanan süre
değil, sonuç çok önemli benim için. Sonuç ise dediğim gibi olumlu galiba. En
azından benim için varılabilecek en iyi sonuçlardan biri. Oyunum oynanmasaydı ne
yapacaktım? ‘Harika bir oyun yazdım’ diye kapı kapı dolaşamayacağıma göre,
şimdiki gibi iki arada bi derede sürdürecektim yazmayı. Benim işim de bu zaten.
Gerisinden anlamam, anlamak da istemem. Oynanınca elbette çok mutlu oluyorum ama
oynanmaması da pek etkilemiyor yaşamımı. Hiçbir konuda hırslı değilim. Bu
özelliğimi zaman zaman büyük bir eksiklik gibi görsem de, sanırım genellikle de
memnunum bu halimden. Oyunum oynanmazsa kendim çıkar başkalarının yazdıklarını
oynarım. O da olmazsa ense yaparım.
Ful Yaprakları’nı seyrettikten sonra “Bu
oyun mutlaka yabancı dillere tercüme ettirilmeli!” demiştim içimden. Metnin
anlatım zenginliği, karakterlerin -alt yapılarının- replikleri ile çok sağlam
çizilmiş olması, kurgudaki özen ve çağdaş dili gereği...Bir de, metniniz üzerine
çözümleme yapacak insanları hayli zorlu bir yolculuk bekliyor. Tekstte
yaptığınız göndermeler, metaforlar, kolay yenilip yutulacak sözler
barındırmıyor. Sahnelenmeden önce bir tiyatro adamı olarak endişeleriniz oldu
mu? Ürktünüz mü hiç, rejisöre teslim ederken?
Çocuğunuzu teslim ediyorsunuz. Ya iyi bir
hocaya vereceksiniz ya da Erkin ağabey gibi kendiniz eğiteceksiniz. Şaka bir
yana ben rejisörlükten anlamam ama rejisörden anladığımı sanıyorum. Bu nedenle
de gönül rahatlığı içersinde, iyi bir hocaya denk düştü diyebilirim. Turgay
Kantürk, çok iyi bir isim. Daha önceki çalışmalarını biliyorum. Üstelik oyunun
geçtiği dünyadan da haberdar. Ve de şair. Siz olsanız teslim etmez misiniz
oyununuzu, gölgesini sonsuzluğa uzatan bir şaire?.. Tabi bu kişi aynı zamanda
bir tiyatro adamıysa.. Başkaları da var elbet. Hayata komşu pencerelerden
baktığımız başka arkadaşlarım da var ama Turgay sonuçta çok iyi bir oyun
çıkardı. Oyunu doğru okudu ve zenginleştirdi. Rejisör olarak da bir güzel
imzasını attı altına. Kollektif üretilen işin yukarıda da belirttiğim gibi bir
huzur ortamı içersinde oluşturulması gerekiyor. ‘Huzur’dan kastım üretime
yönelik tartışmalar değil elbet. Kıran kırana da tartışabilirsiniz ama o
kastettiğim huzur vardır hep. Bu da kanımca doğru paylaşımla gerçekleşir.
Ben bir yazar, Turgay yönetmen, Musa, Özden ve Özlem oyuncu olarak, Enver
ışık tasarımcısı, Gülhan kostümccü ve Ethem de dekor tasarımcısı olarak doğru
bir paylaşım yakaladık. Bu isimleri pohpohlamak için söylemiyorum. Çok çok
eminim bu paylaşımdan. Dönelim sorunuza; başlangıç da, oluşturma süresi de,
sonuç da ürkütücü olmadı.
Oyununuz bana göre, günümüzün
yalnızlaştırılmış, hiçleştirilmiş insanının sanal alemdeki gezintilerinden yola
çıkarak, bir türlü kendini bulamayaşının iç sorgusu, patlamaları, traji-komik
yalan-gerçekliği üzerine tokat gibi bir metin. Bu oyunu yazma süreciniz nasıl
oldu? Sıkıntılı, içinden çıkamadığınız yazma anları oldu mu? Yoksa, ‘kurgusu’ ta
başından hazır mıydı kafanızda?
Başka bir oyun yazacaktım bu çıktı. Nasıl
bitirdim bir ben biliyorum. O anki curcuna arasında nasıl yazdım anlamadım.
Dedim ya, çok farklı bir oyun yazmak için oturmuştum masaya ama iki sayfa
yazdıktan sonra değiştirdim fikrimi. Sonraki günlerde ne yazacağımı biliyordum
artık. İş onları kağıda dökmeye gelmişti. Kağıt ağız alışkanlığı elbet.. Kağıdı
kalemi unutalı yıllar oldu. Bu arada dizide oynuyordum, tiyatroda oyunum vardı
ve hayatımda özel acılar, tatsızlıklar yaşanıyordu. Hayatımı beş altı parçaya
bölmüştüm. Oyun yazmak yoktu bu parçaların arasında. Ne zaman müsaitti, ne de
kafam. Öte yandan hiç çıkaramadım aklımdan. Saplantı halinde oyunu düşünmeye
başlamıştım. ‘Kaktüs Çiçeği’ oynuyorduk Taksim sahnesinde. Setten oyuna
koşturduğum sıralarda notlar alırdım kuliste. Bir yandan oyunumu oynar öte
yandan eve gittiğimde yazacağım sahneleri düşünürdüm. Makyaj kalemiyle ufak
notlar alırdım soyunma odasında. Sonra eve dönüp tasarladığım sahneyi yazardım.
Böyle böyle bitti ‘Ful Yaprakları’. Bittiğinde çok mutlu olmuştum. O zamanlar
hayatımdaki tek mutluluk o şartlarda bir oyun yazabilmiş olmaktı. Ve de kanımca
güzel bir oyun çıkmıştı.
Oyunlarınızı yazarken aynı zamanda bir
‘oyuncu’ olmanın avantajları oluyor mu? Dramatik düşünce, sizde zaten yıllar
içinde özümsediğiniz bir şey...Faydası oluyor mu oyun yazarken?
Olmaz mı.. Sahnede oldum olası kitabi
konuşmalardan nefret etmişimdir. Edebiyat arenası değil ki sahne, hayatın
kendisi. Ama hayatın kendisi diye de hayatı olduğu gibi getiremezsiniz. Rastgele
yaşanan hayatı rastgeleymişcesine oynayabilirsiniz. Rastgele değil de
rastgeleymişcesine yazmaksa ayrı bir denklem gerektiriyor. Tekniği
sezdirmemelisiniz. İlk sahnedeki alelade bir cümle birkaç sahne sonraki başka
bir sözcükle bağlantılı olabilir. Bütün şifreleri oyunun bütününe ve biribirini
tamamlayacak uzaklıkta serpiştirmelisiniz. Bu arada ufacık bir mesaj kaygısı
oyunu yerle bir edebilir. Yazarken bir sahnenin ne kadar süreceğini tam
bilemeseniz de, dinleyerek ayarlamanız gerekiyor. Mizansenleri de göz ardı
etmemeli. Çünkü süre çok önemli.
Bu anlamda oyunculuk deneyimi işe yarıyor. Rol çalışırken de yaparsınız bunları.
Ben yazarken kafamda oynarım o sahneyi ama asla belli bir oyuncu düşünmem. Başta
söz de düşünmem. Kanımca tam bir formülü de yok bunların ama oyunun gerçeği ile
oyunun gerçeğine ters düşen her şeyi ayırmalısınız biribirinden. Bazen müziğini
bile duymaya çalışırım yazdığım sahnenin. O sahneye vuran ışığı düşünürüm. Sakın
yanlış anlaşılmasın, yazarlık böyle olur falan demiyorum. Zaten yazar olduğumu
da sanmıyorum. Yazıyorum ve seviyorum bu işi. Oyunculuk deneyimim olmasaydı,
sahne gerceğini bilmeseydim daha farklı yazardım sanıyorum. Laf aramızda oyuncu
falan olduğumu da sanmıyorum. Kendi çapımda bir şeyler haykırıyorum sadece. Gene
de bütün bunları rastgele haykırışlar şeklinde değil de, bilinçli bir biçimde
yaptığımı düşünüyorum.
Oyuncuların, başta Musa Uzunlar olmak
üzere, rollerini çok sevdiklerini hissettik Başarılı buldunuz mu oyuncu
arkadaşlarınızı siz de? Yoksa izlerken, “ya şurayı, şöyle yapsaydı!” dediğiniz
yerler çok oldu mu?
Üçü de can kattılar oyuna. O kadar çok şey
söylemek istiyorum ki, ama yağcılığa girer diye korkuyorum. ‘Şurayı şöyle
yapsaydı’ meselesine gelince, o hiç bitmez ki. Beylik bir laf olacak ama
gerçekten oyunculuğun sonu yok. Gene de, doğru yorumladıktan sonra, iyi de
oyuncu olunca - nasıl hayatta yaşadıklarımıza, yaşandıktan sonra ‘şurayı da
şöyle yapsaydım’ deme şansımız yoksa - oyuncuya da ‘şurayı şöyle oynasaydın’
demeye gerek yok pek. Adam doğru oynuyor. Güzel oynuyor. Oynamaktan haz duyuyor
ve en önemlisi hayatın içindeymişcesine oynuyor ve inandırıyor. Orayı da
kafasına göre oynasın. Bizim kızlar alınmasın sakın, ‘adam’ derken hepsini
kastediyorum.
Türkiye’de bir ilk gerçekleşecek yakında
sanırım. Oyunun internetten yayınlanması projesi gerçekleşirse nasıl tepkiler
bekliyorsunuz?
Bu konuda hiçbir fikrim yok. Tanımadığım
kişiler bile mail atıp soruyorlar ne zaman gerçekleşecek diye. Bakalım, birlikte
göreceğiz.
Oyunu tercüme ettirmeniz konusundaki
önerime nasıl bakıyorsunuz?
Başka oyunlarım için birkaç çevirmen
arkadaşıma teklif etmiştim laf arasında ama pek sıcak bakmadılar. Ben de üstünde
durmadım. ‘Kızıl Ötesi Aydınlık’ isimli oyunumu birkaç yıl önce erkek kardeşimle
birlikte çevirmiştik, eğlenmek için. Öylece duruyor kütüphanemde. Ful
Yaprakları’ na gelince.. Üşenmezsem belki ilerde ben çeviririm desem de, bu gibi
işler bana vergi iadesi zarfı doldurmak kadar külfetli geliyor. ‘Erkekler
Tuvaleti’ Almanya’da oynanacaktı geçen yıl ama çevirmen yarım bırakmış galiba.
Elbette çok isterim çevrilmesini. Oynanmasa bile birkaç tiyatro sever tarafından
okunmuş olur. Ama sanırım o kadar kolay değil ki bu işler.
--------------------------------------------------------------------------------
Söyleşimiz yayına girmeden önce, İzmir’den Sayın Civan Canova’ya sürpriz bir
haber geldi. Bu haberi bizimle paylaştı. İzmir Sanat’ın Nisan ayı programında
‘Oyun Okulu’, Civan Canova’nın “Erkekler Tuvaleti” adlı eserini Dokuz Eylül
Üniversitesi GSF Tiyatro Bölümü’nden Yrd.Doç.Dr. Semih Çelenk’in rejisi ile 18
Nisan’dan itibaren oynamaya başlamış. 26 Nisan’da yapılacak olan oyunun galasına
davet etmişler yazar Civan Canova’yı.
Oyuncular: Timur Acar, Uğur Bilgin, Gözde
Okur, Onur Buldu, Mustafa Yıldıran, Levent Aras
İzmir Sanat (Büyük Salon)
26.Nisan.2005 Salı saat: 20.30
--------------------------------------------------------------------------------
Civan CANOVA (Yazar)
1955.. Ankara’da doğdu.
1973.. TED Ankara Koleji’ni bitirdi.
1974.. Yılmaz Güney’in ‘Arkadaş’
filminde rol aldı ve aynı yıl Ankara Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’ne
girdi.
1979.. Konservatuardan mezun olarak
İstanbul Devlet Tiyatrosu kadrosuna katıldı.
Oynadığı bazı oyunlar: ‘Antigone’
(1979), ‘Yaralı Geyik’ (1980), ‘Kunduz Kürk’ (1980), ‘Barış Gezegeni’ (1982),
‘Kırmızı Pabuçlar’ (1983), ‘Julius Caesar’ (1985), ‘Lysistrata’ (1986), ‘Düşüş’
(1987), ‘Cadılar Machbeth’i (1987), ‘Danton’un Ölümü’ (1990), ‘Ölüm Tuzağı’
(1992), ‘Gizli Oturum’ (1993), ‘Yeşil Papağan Limited’ (1994), ‘Bir Casusa Ağıt’
(1998), ‘Kaktüs Çiçeği’ (2001)
1989.. ‘Kör Buluşma’ adlı film
senaryosu Kültür Bakanlığı tarafından En İyi 10 Senaryo arasında
değerlendirilerek ödüllendirildi.
Rol Aldığı Filmler: ‘Arkadaş’,
‘Nehir’, “80.Adım”, ‘Sır’, ‘Çiçek Taksi (TV)’,’Gece Yürüyüşü (TV)’, ‘Bizim Aile
(TV)’.
1994.. İlk oyunu ‘Kıyamet Sularında’,
1995-96 Tiyatro sezonunda, Kenan Işık yönetiminde, İstanbul Devlet Tiyatrosu
tarafından sahnelendi. Aynı yıl İsmet Küntay ve Avni Dilligil En İyi Oyun Yazarı
Ödülleri’ni aldı.
1997.. İkinci oyunu ‘Sokağa Çıkma
Yasağı’, 1997 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü’nü aldı ve Cüneyt Çalışkur
yönetiminde İzmit Belediye Tiyatrosu tarafından sahnelendi.
1998.. ‘Sokağa Çıkma Yasağı’ Arif
Akkaya yönetiminde İstanbul Şehir Tiyatrosu tarafından sahnelendi.
Diğer Oyunları: ‘Erkekler Tuvaleti’,
‘Kızıl Ötesi Aydınlık’, ‘Ful Yaprakları’, ‘Düğün Şarkısı’, ‘Üstat Harpagon’a
Saygı ve Destek Gecesi’
Hâlen İstanbul Devlet Tiyatrosu
sanatçılığı görevini sürdürmekte.