(15 Ağustos 2005’te NTV.COM.TR'de yayımlanmıştır)
A. Suha Çalkıvik
– Sevgili Can Doğan, Editörü olduğunuz www.sehirtiyatrolari.com sitesinde ilginç bir kampanya başlattınız… Kampanyanızın ilanında aynen şöyle yazıyor… “Haydi ! Beyin Cerrahı Olalım… www.sehirtiyatrolari.com olarak akıl almaz bir kampanya başlatıyoruz... Her hangi üç gazoz kapağı getiren herkese beyin ameliyatı yapma imkanı sağlıyoruz... İnanmazsanız deneyin... Bunun çok saçma olduğunu göreceksiniz... Ameliyat yapmak ciddi bir iştir... AMA OYUNCULUK CİDDİ BİR İŞ DEĞİLDİR... HATTA İŞ BİLE DEĞİLDİR... Canınız beyin ameliyatı yapmak istemiyorsa oyunculuk yapabilirsiniz... Bunun için yapmanız gereken şey çok basit... Sonra da bir telefon firmasının kampanyasına gönderme yapıp SMS numarası veriyorsunuz… Sizce oyunculuk gerçekten ciddi bir iş midir?
C.D. - Sevgili Ahmet Süha, insanların icra ettikleri bütün meslekler ciddidir… Burada galiba oyunculuğun bir meslek olup olmadığı tartışılmalı… Devlet yurt çapına yayılmış pek çok üniversitede oyunculuk eğitimi veriliyor, devlet yapılanması içinde bini aşkın oyuncu istihdam edilmiş durumda ama aynı devlet oyuncuların mesleki örgütlenmesini yasal olarak düzenlemiyor…
Ancak kim ne derse desin oyunculuk “ciddi” bir iştir… Bir “iş”tir, bir “meslek”tir… Hatta “Taksi Soförü” filminde Robert De Niro’nun oyunculuk performansını gerçek sanan John W. Hinckley adlı birini A.B.D. Başkanına suikast yapmaya itebilecek kadar da etkilidir…
Şimdilerde bu etkili güç ne acıdır ki ağırlıklı olarak vücutları emsallerine göre biraz daha biçimli gibi görünen kişilerce kullanılmaktadır… Hatta bir dönem tek özelliği Kumkapı’daki bir meyhanede bir adamı bıçakla öldürmek olan bir kızcağız bile “oyuncu” olarak hayatımıza renk (!) katmıştı…
Ama artık manken ya da katil olmak da gerekmiyor… Oyunculuk yapmak artık piyangodan çıkan bir şey haline geldi… Bir mamül alıyorsunuz, mamülün verdiği şifreyi SMS olarak bir numaraya gönderiyorsunuz ve çekilen kura sonucu Türkiye’nin en çok seyredilen dizi filmlerinden birinde “oyuncu” olma hakkı kazanıyorsunuz…
Bu noktada çok merak ediyorum, bu kampanyayı tasarlayan insanlar kura ile seçilmiş birini çocuk bakıcısı kabul edip çocuklarını, ya da gündelikçi kabul edip evlerini teslim ederler mi?
Hiç sanmıyorum… Şifresiz bir televizyon kanalında yayın yapmak bence sorumluluğu olan bir şey… Çünkü bu yayınlar soluduğumuz havada dolaşıyor ve evimizin içine kadar giriyor… Lotarya ile oyunculuk dağıtmak bu sorumluluğu biraz aşıyor…
Hele yeni duyduğum bir şey daha da korkunç… Bir kadın bağı firması da aynı yöntemle sunuculuk yaptırmaya niyetliymiş… Yani sunucu olmak için regl olmaktan başka çareniz yok demektir…
- Bu kampanyayla oyuncuların bu olaya tepki göstermesini mi hedefliyorsunuz?
C.D. - Oyuncuların bireysel olarak tepki göstermesini doğru bulmuyorum. Çünkü meslektaşlarımız bu filmlerde oynuyorlar ve oynamaya da devam edecekler… Yapımcı firmalarla aralarının bozulmasını istemek anlamlı değil… Böylesi olaylarda tepki göstermek meslek örgütlerinin işidir… Oyunculuk mesleğinin de TODER, SODER, ÇASOD gibi seçkin örgütleri var… Ve bu derneklerden çıt çıkmıyor… Beni şaşırtan da bu zaten…
- Örgütler ne yapabilir ki?
C.D. - Bu kampanyayı yapan dünya çapında bir kuruluş… Oyuncu meslek örgütleri bu yapılanın yanlışlığını anlatırsa bu firmalar da yanlıştan dönecek kadar uygar yapılanma içindedir…
- Peki böyle bir şey Türkiye’nin dışında olabilir mi?
C.D. - Açıkçası sanmıyorum… Kampanyayı gerçekleştiren kuruluşun anavatanı Almanya… Aynı kuruluş böyle bir girişimi Almanya’da yapmaya kalksa Alman oyuncu örgütleri ayaklanırdı eminim…
Hatta düşünüyorum da bizim sessiz sedasız ve büyük ihtimalle yaz uykusuna yatmış olan derneklerimiz Almanya’daki oyuncu dernekleriyle yazışsa Almanya’daki meslektaşlarımız bile ayaklanır gibime geliyor…
Çünkü böyle şeylerin bulaşıcı olduğunu ve daha ilk adımda önlenmesinin önemini Almanya’daki meslektaşlarımızın daha iyi bildiğine eminim…
- Peki bu konuda ne gibi tepkiler alıyorsun? Özellikle de oyuncu arkadaşlarından…
C.D. - Pek bir tepki almıyorum doğrusu… Daha ziyade “Senin işin mi yok!” tavrı içindeler… En tehlikelisi de bu… “senin işin mi yok!” İşim var. Oyuncuyum ama işimi yapmak için mankenler, katiller ve piyango talihlilerinden bana sıra gelmiyor…
- www.sehirtiyatrolari.com’un bundan sonraki yaklaşımı ne olacak?
C.D. - Ağırlıklı olarak bazılarına benim de üye olduğum oyuncu meslek kuruluşlarının artık mesleğe sahip çıkmaları konusunda uyarıcı görevime devam etmek istiyorum… Çünkü bu derneklere benim mesleki haklarımı korusun diye aidat ödüyorum…
- Umarım bu girişim gerçek oyuncular lehine gelişmelere sebep olur…
C.D. - Ben de öyle umuyorum…
- Hazır seni yakalamışken birkaç konuda daha fikrini almak isterim…
C.D. - Beyin ameliyatı konusunda benden tek kelime alamazsın ama…
- Hayır, senin uzman olduğunu bildiğimiz konularda sorular soracağım…
C.D. - O zaman zevkle cevap verebilirim…
A.S.C. - Şu sıralar Şehir Tiyatroları’nda bir çocuk oyunu yönetmekte olduğunu biliyoruz. Bize biraz oyundan bahseder misin…
C.D. - Elbette… Şu sıralar “Çevreci Prens” adlı bir çocuk oyununun provalarındayım. Oyunu tiyatromuzda aksesuvarcı olarak çalışan Fikret Yayan yazdı… Bu açıdan da bu oyuna çok önem veriyoruz… Bu oyun yazımından başlayarak üretimin her aşamasıyla Şehir Tiyatroları’nın malı olacak…
- Çocuk tiyatrosuna çok önem verdiğini biliyoruz… Bunun sebebini öğrenebilir miyiz?
C.D. - Bence tiyatro sanatının en önemli birimi çocuk tiyatrosudur. Çünkü ancak çocuk tiyatrosunda kaliteli ve iyi oyunlar yaparak gelecekteki seyirciyi yetiştirmek mümkün… Bugünün çocukları seyrettikleri oyunlardan keyif alırlarsa yakın gelecekte “müşteri”miz olabilir… Aksi takdirde tiyatroların kapılarında görmeye başladığımız kilitler çoğalmaya devam edecek, bugün oyun seyrettiğimiz yerlere arabalarımızı parketmemiz kaçınılmaz olacak…
- Peki çocuk tiyatrosuyla bu kadar ilgilendiğine göre bize çocuk tiyatrosunun Top-10’ini sayabilir misin?
C.D. - Doğrusu bu hiç de kolay değil… Çünkü ne acıdır ki çocuk oyunları bir ikisi hariç yayınevlerinin hiç ilgisini çekmiyor… Nadir de olsa güzel çocuk oyunları seyretme imkanı bulabiliyoruz ama bu oyunlar doğru dürüst kitaplaşmadıkça Top-10’den bahsetmek mümkün değil…
- Son olarak da Milli Eğitim Bakanlığı’nın İlkoğretim okullarına önerdiği “100 Temel Eser” hakkındaki fikrini öğrenmek istiyorum… Bu liste çok eleştirildi… Senin fikrin ne?
C.D. - Biri ilköğretimde okuyan, biri de iki sene sonra ilköğretim öğrencisi olacak iki oğlum olduğu için bu listeyi ister istemez inceledim… Doğrusu bu yüz eserle ilgili listeyi benim hazırlamak istenseydi benim listem bu olmazdı… Bu iş on milyon değişik insana verilse eminim birbirine benzemeyen on milyon liste oluşurdu… Bu açıdan hazırlanmış liste hakkında olumlu ya da olumsuz kıyamet koparmayı anlamsız buluyorum. Hüseyin Çelik’in hazırlattığı liste bu… Başka biri olsa başka bir liste olurdu kuşkusuz… Ayrıca ne kimse çocuklarımıza bu kitapların yüzünü de okumayı dayatabilir, ne de bu listenin dışında kalyan kitapların okunması engellenebilir…
Demokrasi de böyle bir şey zaten… Bazı şeyler size aykırı da görünse seçimde daha çok oy alanın düşüncesine göre biçimleniyor… Zate bu liste sürekli değişebilir bir liste… Hüseyin Çelik öyle istedi diye yüz yıl sonra da aynı kitaplar okunacak değil ya…
Bir tartışma da bu listede sadece ölmüş yazarların olması üzerine çıkmıştı… Bence bu doğru bir yaklaşım… Yaşayan yazarlarımızın telif üzerine yapacakları tartışma bizi daha çok üzerdi…
Ama bu demek değil ki yaşayan yazarlarımızın kitapları basılmasın… Hatta ulusal geliri bizimki düzeyinde olan bir ülkede bütün kitaplar devletin desteğiyle çıkmalı. Devlet, küçük telifler ödeyerek sözgelimi internet üzerinden, baskı masrafı da olmadan eser yayınlanmasına ön ayak olmalı…