(Bu söyleşi, 23 Kasım 2005’te NTV.COM.TR Sahne Sanatları bölümünde yayımlanmıştır.)

 

SUHA ÇALKIVİK

 

Şehir Tiyatroları ziyafet sunuyor...

 

İ.B.B. Şehir Tiyatroları, August Strindberg’in klâsik eseri ‘Baba’ adlı oyununu Deniz Hellberg’in rejisi ile sahneliyor. Seyircinin yoğun ilgisi ile karşılanan oyunda Kubilay Penbeklioğlu, Nilgün Kasapbaşoğlu, Orhan Hızlı, Tanju Tuncel, Yılmaz Meydaneri, Can Ertuğrul ve Özge Özder rol alıyorlar. Oyunun dramaturgisi gazetemiz yazarlarından Tarık Günersel’e ait. Dekor, ışık ve afiş tasarımları ise, Şehir Tiyatroları’nın İsveç Devlet Tiyatroları ile bu yıl başlayan örnek dayanışmasının bir parçası olarak İsveçli ekip tarafından gerçekleştirildi. Oyunda Laura karakteri ile ustalığını sergileyen değerli sanatçı Nilgün Kasapbaşoğlu ile söyleştik.

 

- ‘Laura’ karakterini anlatır mısınız bize?

Laura öncelikle bir kadın, bir anne...Bu karakterin ‘kötü’ olduğunu hiç düşünmedim, o yüzden de öyle yorumlamadım. Kadının tabii ki kocası ile olan sınıf farkından dolayı bir aşağılık kompleksi ve aralarında bir kültürel fark var. Bunu kullanabileceği tek yer de evi ve çocuğu. Kadının annelik duyguları çok daha baskın. Kocasına bile evliliklerinin ilk yıllarında anne-oğul ilişkisi ile yaklaşmış. Annelik duygusu çok baskın olduğu için ben sadece, çocuğunu elde etmek için bu kadar oyuna giriyor, bunları yapıyor, bu iktidar savaşı sadece onun için, diye düşündüm. Yoksa rolü çok farklı ele alıp, kadını kötü bir kadın olarak da alabilirdim. Bu, işin çok kolay tarafıydı. Bence doğrusu da olmazdı. Yönetmen Deniz Hellberg ile konuşunca, onun da öyle baktığını gördüm. Çok doğru düşündüğümü söyleyince, kadının o yönü ile ilerlemeye devam ettim. Final sahnesinde zaten (kocasının perişan halini görünce) kadının değişimini göstermek gerekiyordu. İnsancıl tarafını vurgulamak gerekiyordu.

 

-Prova süreciniz nasıl geçti? Yönetmenle buluşmanız, kaynaşmanız nasıl oldu?

Provalar 1,5 ay sürdü. Biz tabii çok eski ve köklü bir tiyatroyuz. Oyuncu kadrosu da profesyonel bir kadro. Deniz Hellberg, daha önce gençlerle çalışmış sanırım. O bize uyum sağlamaya çalıştı, biz ona. Çünkü, hiç tanımadığın, düşüncelerini bilmediğin, oyunculuk güçlerinin nereye kadar gideceğini bilmediğin oyuncularla ve yönetmenliğinin nereye kadar gideceğini bilmediğin bir yönetmenle çalışmak, kolay bir iş değil. İki taraf için de bunun zorluklarını başlarda yaşadık. Ama tabii Strindberg’i çok iyi tanıyordu. Mesela dekorun böyle seyirciye yakın olması bana çok hoş geldi. Çünkü Strindberg onu istermiş ve hep onu uygulamış. Hep bir fon perdesi önünde ve hep böyle seyirciye yakın, hatta onlarda seyirciye inen merdivenler de var. Ben de seyirciyle buluşmayı, yakın olmayı çok seven bir oyuncuyum. O yüzden, dekoratör Pär ve ışığı yapan Albin’in  bu uygulamaları, oyunu yakına almaları, seyirciyle birlikte soluk almamızı sağlamaları, beni oldukça rahatlattı. Çünkü böyle dramatik, bu kadar duygusal bir oyunu seyirciden uzakta oynamak, bana sıcak gelmiyordu. Başta onu da görünce rahatladım. 

 

 

 

-Tiyatronuzda 33 yıl aradan sonra bir klâsik olan ‘Baba’ oyununun sahnelenmesinin önemi nedir sizce?

 

‘Baba’ klâsik anlamda dönemi ile sahnelendi. Bu da benim çok sevdiğim bir şey. Çünkü ben klâsik eserlerin olduğu biçimde, o klâsik tadında, o lezzetiyle sahnelenmesinden yanayım. O zaman amacına ulaşıyor. Ben Shakespeare’i, Çehov’u veya Moliere’i günümüz kıyafetleri ile günümüz mekanlarında hiç düşünemiyorum. O çizgileriyle, o kıyafetleriyle otantik bir şekilde konmalı. Tabii ki oyunculuklarımız değişiyor, tarzımız değişebiliyor. Oyunculuk zaten her an kendini yenileyen bir meslek. Bundan 5 yıl önce oynadığım bir oyunu şu an oynasam, inanın ki farklı oynarım diye düşünüyorum. İnsanın bakışı, duruşu, hareketleri mutlaka değişiyor. Ama bu klâsiklerin böyle yalın, düz oynanması beni mutlu ediyor. Oynarken de o anlardan, o es’lerden çok keyif alıyorum. Bu tür eserleri sahnelemek zaten biz ödenekli tiyatroların görevi. Gençlerin tiyatro kültürü edinmeleri açısından da bu oyunları sahnelememiz önemli. Biz Şehir Tiyatroları olarak çok geniş bir repertuara sahibiz. Bu yelpazeye bu tür klâsik eserleri almak bizim görevimiz. Bütün kadro da çok severek, ruhuyla oynuyor bu oyunu. O anların keyfini sahnede göz göze geldiğimizde hissediyoruz. Bu da seyircimize geçiyor tabii. Yapılan iş seyirciyle buluşursa anlamını kazanır. Seyirci ayakta alkışlıyor. Kulislere gelenler, çok etkilendiklerini söyleyenler, bu da seyirciyle buluştuğunu gösteriyor. İsveç Enstitüsü Başkanı geldi oyunumuzu seyretti, ayakta alkışladı, performansı, herşeyi mükemmel bulduğunu söyledi. Hakikaten tiyatromuzun adına lâyık işler yapıyoruz.