(Bu yazı, CNBC-e Dergisi’nin Ekim 2006, 81. sayısında yayımlanmıştır)

 

Suha Çalkıvik

Akıl ya da duygu oyunları: A Beautiful Mind

 

Sylvia Nasar’ın romanından Akiva Goldsman tarafından uyarlanan ve Ron Howard’ın A Beautiful Mind / Akıl Oyunları (2001) adlı 4 Oscar ve 4 Altın Küre Ödüllü filmi, gerçek bir bilim adamının otobiyografik yapıdaki ilginç psikolojik dramını sergilerken, gerilim dozu yüksek bir kurgu anlayışı ve mükemmel oyunculuklarla da seyirciyi kendine bağlıyor.

Seneca, “deliliğin dokunmadığı bir deha yoktur” demiş. John Forbes Nash Jr., 1947 yılında ünlü Princeton Üniversitesi’nin matematik bölümüne kaydını yaptırır. Nash’in böylesine prestijli bir üniversiteye uyum sağlaması kolay olmaz. Onun tek bir takıntısı vardır: Gerçek anlamda orijinal bir fikir bulmak. Matematik bölümünde olağanüstü rekabetçi bir ortam vardır. Nash’in sınıf arkadaşlarının tek derdi, birbirlerinin başarısızlığını görmektir. Nash, onlara hoşgörü ile yaklaşmasına rağmen, onu incitmekten ve aşağılamaktan geri durmazlar.

Bir gece sınıf arkadaşlarıyla gittiği bir barda, herkesin ilgi odağı haline gelen sarışın bir kıza karşı takınılan tavırdan önemli sonuçlar çıkartır. Sarışın kızlara neden böyle yaklaşıldığı üzerinde düşünürken, kendine ait ünlü ‘oyun teorisi’ni geliştirecektir.

Nash, akademisyen olur, ancak bu görevinden tatmin olmaz. Nash, yeni başlayan Soğuk Savaş döneminde yaşanacak yeni çatışmalar sırasında bilim adamı olarak önemli bir rol oynamayı istemektedir. Esrarengiz bir kişiliği olan William Parcher’ın (Ed Harris) tavsiyesiyle düşman şifrelerinin çözülmesiyle ilgili çok gizli bir göreve başlar. Nash artık bir yandan öğretim üyeliğini sürdürürken bir yandan da çok gizli çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışmaları sırasında Alicia (Jennifer Connelly) adlı güzel ve zeki bir kadınla tanışır. Tıp Fakültesi öğrencisi olan Alicia onu, aşk kavramıyla tanıştıracaktır. Nash ile Alicia evlenirler. Ancak Nash çok istediği halde, daha önce girdiği tehlikeli projeden bir türlü vazgeçememektedir. Nash bu işi saplantı haline getirmiştir ve karısından gizli olarak devam etmektedir. Sonunda şüpheler dünyasında yolunu kaybeder. Sonuç, paranoid şizofreni hastalığıdır. Oyun teorisinin sahibi Nash artık bu düşüncelerin kendisine uzaylılardan geldiğini iddia eden ve giderek bilincini yitiren bir şizofren haline gelmiştir. Çevresiyle bağı kopar ve tam 30 yıl sürecek bir sessizliğe gömülür. Artık tek kelime bile konuşmadan sürekli düşünmektedir. Alicia’nın 30 yıl devam eden mücadelesi sonuç verir ve Nash hastalığıyla ilgili tedaviye cevap vermeye başlar. Matematiksel teorisiyle tekrar ilgilenmeye başlarken kendini bulmaya çalışmaktadır. Alicia’nın olağanüstü irade gücü ve desteği sayesinde çalışmalarını sürdürür ve 1994 yılında Nobel Ödülünü alır.

A Beautiful Mind filminde, kusursuza yakın işlenmiş bir senaryo, görsel ve işitsel efektleriyle iki saati aşan bir seyirlik şölen yaşarken; o bildik yüz ifadesiyle hemen her filminde neredeyse aynı adamı oynayan Russell Crowe’un bu filmdeki olağan dışı performansı karşısında şaşırıp, önyargılarımızdan dolayı mahçup oluyoruz. Özellikle, hastalık sonucu nöbet geçirdiği anlarda ve Nobel ödül töreni sahnesinde etkilenmemek mümkün değil. Bunca olumlu puana rağmen, bu denli iddialı bir filmin yapımında, Nash’in yaşlılık dönemini oynadığı sahnelerde Russell Crowe’a  daha özenli bir makyaj çalışması yapılabilirdi.