(Bu yazı, 6 Ağustos 2006’da yayımlanmıştır.)

© Suha Çalkıvik

Britdoc’ta en iyi ‘Savaş Kasetleri’

Aday film belirlemedeki seçiciliği bakımından dünyanın en önemli belgesel film festivallerinden biri olarak gösterilen Britdoc Belgesel Film Festivali’nde, ‘Savaş Kasetleri’ ve ‘Ölmüş Bir Koyunu Değerlendirmenin 37 Yolu’ büyük ödülün sahibi oldular. 

Britanya’nın önemli belgesel film festivali ‘Britdoc’, bu yıl ilk kez Oxford’da gerçekleştirildi. Britdoc’ta, 10 yabancı ve 10 yerli belgesel film, iki ayrı kategoride yarıştı. Pelin Esmer’in ‘Oyun’ adlı bol ödüllü filminin de yarıştığı uluslararası bölümde, bu yıl Tribeca Film Festivali’nde de rakibi olan (orada ödülleri paylaşmışlardı) Deborah Scranton’ın 'The War Tapes / Savaş Kasetleri' filmi birinci seçilirken, ulusal yarışmada Ben Hopkins’in ‘37 Uses for a Dead Sheep / Ölmüş Bir Koyunu Değerlendirmenin 37 Yolu’ adlı filmi büyük ödülün sahibi oldu. Kısa film dalında ise, Matthew Killip’in Master of Reality adlı yapıtı birinciliği kazandı.

Uluslararası yarışmada büyük ödülü kazanan 'The War Tapes / Savaş Kasetleri', ABD’nin Irak işgâli sırasındaki olayları mercek altına alıyor. Yönetmen Deborah Scranton 3 Amerikalı askere verdiği kameralarla (Zack Bazzi, Michael Moriarty ve Stephen Pink) Irak’ta başlarından geçen olayları, anlık gelişmeleri çekmelerini istiyor.  Her birinin farklı çekimleri sonucunda, Irak’ı onların gözünden görmeye başlıyorsunuz. Film, didaktik söylemden kaçınarak, askerlerin yaşadıklarından hareketle, hergün medyada rastladığımız savaş haberlerinden farklı çıplak ve dürüst bir anlatım sergiliyor. Deborah Scranton’un bu üç Amerikalı askerin miğferine yapıştırdığı mini-kameralarla yarattığı değişik bakış açısı, bu insanların günlük işlerini görüntülerken, onların neden orada olduklarını da seyirciye sorgulatıyor.

‘37 Uses for a Dead Sheep / Ölmüş Bir Koyunu Değerlendirmenin 37 Yolu’

İngiliz yönetmen Ben Hopkins’in belgesel filmi, özellikle bizim insanlarımızın içini ısıtacak görsel bir anlatım sergilerken, gerisinde tatlı bir tebessüm de bırakıyor. Bu yıl, Berlin Film Festivali’nde ‘Forum’ bölümünde ilgiyle karşılanan ve Caligari Özel Ödülü de alan yapım, asıl başarısını Kanada’da yapılan Hot Docs Uluslararası Belgesel Film Festivali’nde ‘En İyi Belgesel Film Ödülü’nü kazanarak gösterdi. Yapım, Uluslararası İstanbul Film Festivali’nden sonra Türkiye’de NTV Belgesel kuşağında da ekrana taşınmıştı. Yönetmen Ben Hopkins, son 10 yıl içinde Orta Asya’dan gelmiş küçük sayılabilecek bir topluluk hakkında belirsiz bir gerçeği ele alıp, farklı bir anlatım yolu seçerek etnografik bir belgesel çekmeyi başarmış. Film, şu an Türkiye’de Doğu Anadolu’da  soylarını devam ettiren Pamir Kırgızları’nın yakın tarihini anlatmak için dramatik sahnelerin eşliğinde çekilmiş sıradışı bir belgesel. 

Anlatım yolları birbirinden oldukça farklı olan bu filmler arasında çok şaşırtıcı perspektife sahip yapıtlar vardı. Festivalde ödül kazanamasalar da Eric Steel’in The Bridge’, Erwin Wagenhoffer’in  ‘We feed the World’ ve Pelin Esmer’in ‘Oyun’ filmleri çok büyük ilgi topladı.

The Bridge filmi için Eric Steel kameralarını San Fransisco’nun Golden Gate Köprüsü’ne kurdu, ve 1 yıl boyunca o alanı görüntüledi. Bir defasında turistik yerleri çekerken bir adam kameranın çerçevesine girer, köprünün korkuluklarına tırmanıp aşağıya atlar. Golden Gate Köprüsü’nün, A.B.D. sınırları içinde önemli bir intihar noktası olması filmin ana teması olur. 2004 yılında bu köprüde gerçekleşen 26 intihar olayını kamerasıyla saptayan yönetmen Steel, bu insanların aileleriyle de görüşmeler yaparak bir insanın kendi canına kıymasının ardındaki sebepleri sorguluyor.

We feed the world, dünya’nın yemek üretim ve dağıtımının  korkutucu ve şok edici  yüzünü sergiliyor. Viyana’ da hergün satılamayan ekmek sayısı, Avusturya’nın ikinci en büyük şehrini doyurmaya yetecek düzeyde. Avusturya’da çiftlik hayvanları Latin Amerika ülkelerinde üretilen soya fasulyesi ile beslenirken, Latin Amerikalılar açlıkla mücadele ediyorlar. İspanya’daki manzara ise çok farklı: seraların devamlı sulanması gerektiğinden, sınırlı yeraltı kaynakları nedeniyle su kesintileri her geçen gün daha da artıyor. Yönetmen Erwin Wagenhoffer, yemek tüketimi ve atıklar, 3. Dünya ülkelerde açlık sınırında yaşayan insanlar, kümes hayvanlarının seri üretimi ve kesim ünitelerinden çarpıcı görüntülerle dünyadaki beslenme paradoksunu vurguluyor.