Birgün gazetesinde 31 Mayıs 2006'da yayımlandı.
SUHA ÇALKIVİK
5. Sokak’ta Oyunu Bozun!
Kuruluşunun
onuncu yılını kutlayan 5. Sokak Tiyatrosu, 15. Uluslararası İstanbul
Tiyatro Festivali ve 4. Uluslararası Tiyatro Olimpiyatları kapsamında
‘Oyunu Bozun’da ‘toplumsal aidiyet’ olgusunu sorguluyor. Kadına
yönelik şiddeti masaya yatıran oyun, kadının yeryüzündeki
‘yalnızlığını’ tanıklıklarla dile getiriyor. Konsept ve Yönetimi Mustafa
Avkıran’a ait olan oyun üzerine, 5. Sokak Tiyatrosu’nun kurucuları ve
projenin mimarları Övül Avkıran ve Mustafa Avkıran ile Garaj İstanbul’da
konuştuk.
-‘Oyunu Bozun!’ projenizde
neyi anlatıyorsunuz?
Mustafa
Avkıran- Aslında çok uzun bir hikâye bu. 2000 yılından bu yana,
Dumrul, Ay Tedirginliği, Neos Cosmos, 3+3+963, Seven Kalp Böyle Yanar,
Kassandra, Aşura ve bu oyun ile birlikte bu oyunları arka arkaya
koyduğumuzda sanki, gerçek olanla olmayan, taklit edilenle edilmeyen, bu
ülkedeki tiyatronun ve kendimizin nerede durduğu ve ülkenin nerede
olduğu ile ilgili daha kavramsal, belki daha bu problemi farkeden,
keşfeden iki insan olarak, tiyatronun son altı yılında özellikle
‘gerçek’ bilgisi üzerinde yoğunlaşmaya başladığımızı farkettik. Ve belki
de bunu son iki oyunda yani Aşura’da ve bu oyunda, yine farkettik ki,
bizim ilgimizi çeken şey aslında, kapanmayan yaralar. Yani, bir şeyler
sürekli bir yerlerden fışkırıyor. Sürekli bir yerden kanlar akıyor,
birtakım irinler akıyor, birtakım problemler yeniden yeniden
ortaya çıkıyor. Yani demek ki, 83 yıllık Türkiye Cumhuriyeti’nde hâlâ
kurumların ya da kuralların, toplumla yani yaşananla atbaşı ya da
eşgüdümlü olmadığını görüyoruz. Belki problemlerin kaynağında da bu var.
Yani, yaşadığımız ülke ile onun kuralları arasında, bir ‘yan yana
gitmezlik’ var. Toplum için yapılan kurallar mı önde? Toplum mu önde? Ya
da bunlar niye yan yana gelmiyor? Bu kuralları yapanlar kim? O yapanlar,
bu kuralları yaşatanlar değil mi? 5. Sokak Tiyatrosu’nda yaptığımız
işlerde gittikçe bildiğimiz bir şey var ki, yazılmış olan metinleri alıp
sahnelemektense, kendi projelerimizin peşine düşüp, o projelerin ne
olduğunun ya da bugün aslında en çok dikkatimizi çeken şey, kadına
yönelik şiddetin ne kadar da arttığı, ne kadar da göz önünde olduğu, ama
bunun sadece bu ülkede değil, dünya üzerinde de bunun artık
-oyunumuzdaki kadınlardan birinin söylediği gibi- grafik olarak da
erkeklerin bunu ne kadar artırdığını ve göz önüne çıkardığını gittikçe
fark etmeye başladık. İşte en son örneği, Meclis’teki milletvekili bile,
karısını dövdüğünü ayan beyan, herkesin ortasında ilan ediyor. Yine
oyunumuzdaki kadınlardan birinin söylediği söz, “şiddeti o kadar
içselleştirdik ki, bunun nerede, ne zaman karşımıza çıkacağının farkında
değiliz aslında. O sebepten, bu oyunumuzda, oyunun adından başlayarak,
yapılması gerekenin peşine düştük. Bundan kasıt, bizim sanatçı olarak
bundan sonra yapacağımız projelerde, sonuçta ben bir aktivistsem eğer,
bundan sonra yapacağım eylem, ancak kendi işlerim üzerinden olabilir
diye düşünüyorum gittikçe. Yani, sokaklarda yürümekten çok daha etkili
benim tiyatroda yaptığım ya da yapmayı plânladığım iş. O sebeple, bir
sanatçı olarak her zaman durduğumuz yerde, biz 5. Sokak Tiyatrosu
olarak, uyanık bir ekip olmayı arzu ettik ve bunu yapmaya çalışıyoruz.
Ama bu eylem halimiz, öyle çok bağıra bağıra yapılan bir eylem de değil.
Biraz daha sakin bir eylem, evet ta dönüp Piscator’a kadar
bakabilirsiniz bizim yaptığımız tiyatroyu tanımlamak için. Ama çok yeni
bir yerden de bakabilirsiniz. Artık tiyatronun tanrısı diyeceğimiz Peter
Brook buraya geldiğinde çok güzel bir şey söyledi: “Üç tane gerçek var.
Biri senin gerçeğin, biri benim gerçeğim, bir de gerçek.” Bu, çok
tuhaftı bizim için. O gün bugündür, üzerinde en çok konuştuğumuz konudur
bu. “Gerçeğin tanımını hiç kimse yapamaz” demişti Brook. Tuhaf bir şey
o. Buralarda dolaşıyoruz biz de aslında. Dönüp bu oyuna geldiğimizde,
kendi adıma söyleyeceğim şey, çoktandır canımız yanıyor. Biz 2,5 yıldır
sürekli gazete kupürleri kesiyor idik ve sürekli, kadına yönelik
şiddetle ilgili bilgi topluyorduk. Ve bu mesele ile ilgili bir şeyler
söylemek istiyor idik. Zamanı geldi, birikti. Şimdi, bu bilgilerimizi
aktarıyoruz. Bunları aktarırken de, her zaman yaptığımız gibi, yine
gerçeğin peşine düştük, yine kendi tiyatro dilimizi geliştirmek adına
bildiğimiz malzemeleri yeniden tanımladık. Burada çok daha şiddetli bir
şeyi yapmak istedik, çünkü olayın kendisinin şiddetini hafifletmek
istemedik. Bir dramatizasyonun kendisi dramatik olan bir meseleyi çok
hafifleteceğine inandık. O yüzden, yaptığımız, bir dramatizasyondan
öteye geçti. Sınırlarda dolaşıyor, o sınırlarda seyirciyi çok daha iyi
anlayabileceğiz. Ama bildiğimiz bir şey var ki, meselemiz, kadın
meselesi, sadece ırkçı bir yaklaşımla, Türkiye’ye, Doğu’ya, Kürtlere ait
bir problem değildir. Bu, herkesin problemidir. Bu, bu oyunu izlemeye
gelenlerin problemidir. Bu ülkede yaşayanların problemidir. Dünyada
yaşayan herkesin problemidir. Bu da bizim oyunumuzda yer alan kadınlarla
konuştuğumuz konulardan biri. 5. Sokak Tiyatrosu’nun şimdiye kadar
yapmadığı bir şeydir, belki de bu oyunu, bir sosyal sorumluluk projesi
gibi düşünüp, bütün Anadolu’yu dolaşmak gibi bir özlemimiz var. Bunun
için gerekli koşulları oluşturmaya çalışıyoruz. Eğer bunu da
yapabilirsek, belki bu oyunu Ekim ya da Kasım’da Güneydoğu’dan
başlayarak bu tarafa doğru bir tur yapmayı plânlıyoruz. Bunun da
Türkiye’deki ortak yapımcılarımız KAMER ve Anadolu Kültür aracılığıyla
daha da kolaylaşacağını düşünüyoruz. Tıpkı bundan önceki projelerde
olduğu gibi, buradan başlayıp yurtdışında gösterimleri olacak ve tabii
ki Garaj İstanbul’da Eylül ayından itibaren burada olmaya devam edecek.
-Sadece
dramaya dayalı bir proje değil sanırım, video çekimler de yapmışsınız.
Mustafa
Avkıran- Zor bir karardı. Biz bundan bir yıl önce Murathan Mungan
ile konuştuk. Bir müzisyen arkadaşla konuştuk. Yıldırım Türker ile
konuştuk. Bu projenin nasıl oluşacağı ile ilgili çok fazla insanla fikir
alışverişinde bulunduk. Burada gittikçe, netleşen şey şu oldu: işin
kendisi çok dramatik. Ama yıllardır bizim için, “iyi hikâye
anlatıcıları” derler, öyle işler yaptık. Ama biz burada hikâye anlatmak
istemedik. Hikâyelerin tümü ilgilendiriyor bizi. Daha tümden, daha
yukarıdan bir bakış nasıl olur? Nasıl yaparız? diye derinleştikçe,
kafamızda şöyle bir şey oluştu: Bu konuda fikri olan kadınlarla
konuşalım ve bu konuşmalardan ortaya bir dramatik metin ortaya
çıkarabilir miyiz? Bu dramatik metinden kastımız, hakikaten başı,
ortası, sonu belli olan, kişileri olan metinler değil, bu metinler
sadece hakikaten kadın problemiyle hayatını geçirmiş, hakikaten hayatını
bu eşitsizliğe adamış ve bunun için hakikaten birer direnişçi olmuş,
birer eylem kadını olmuş kadınlarla konuşalım ve onların sözleriyle bir
oyun oynayalım. ‘Oyunu Bozun’ ismi buradan çıktı zaten. Oyunu Bozun,
sıralamayı bozuyor. O sıralamadaki yazar, yönetmen, oyuncu, tasarımcı
ilişkisini bozuyor. ‘Oyunu Bozun’, seyirciye geldiğinde karşılaşacağı
malzemenin sıralamasını da yeniden öneriyor.
Övül
Avkıran- Çekilen filmlerde gerçekle ilgili. Sahnede yaptığımız ise,
dansçı-oyuncunun, şarkıcı-oyuncunun bu gerçekle nasıl
ilişkilendirebiliriz? Bu farkındalığı nasıl sağlayabiliriz? İlişki
kurmak ve ilişkilendirmek üzerine bir yol izledik.
-Peki ya
oyuncular?
Övül Avkıran-
Bu oyunda dansçı kullandık Ceren Oran. Aslında her oyunda ya
oyunculardan yola çıkıyoruz ya da o oyunun ihtiyacı nedir’den yola
çıkıyoruz. Bu oyunda da bir dansçının bedeni üzerinden ilişkilendirmek
istedik. Söz ile hikâye anlatmayı tercih etmedik. Çünkü bütün
konuşanlar, bu konuda sözü olan kadınlardı. Biz sadece, bu bedenle,
Harun Ateş’in sesiyle nasıl ilişki kurabiliriz, kendi farkındalığımızı
nasıl kullanabiliriz, üzerine gittik. Ve buradan da, bunu izleyen
seyircinin bu meseleyle biraz daha –farkında değilse- farkındalığını
artırmak, evine gittiğinde karısıyla, kızıyla, kadın arkadaşıyla
ilişkiye geçerken, bir durup düşünmesi. Farkındalığını bir parça
artırabilirsek, çok önemli bizim için.
Mustafa
Avkıran- Bu oyunu izledikten sonra, oyundan çıkan erkeklerden
herhangi biri eve döndüğünde, karısına, kızına, annesine hakikaten bu
güne kadar şiddet uygulayıp uygulamadığını sorsa dahi, yani
hareketlerinde bir şey değişmese dahi, “ben yapmış olabilir miyim?”
demesi bile, bizim en büyük kazancımız, umudumuz.
-Bu
projenizi çekimlerinizde konuşan kadınlara anlattığınızda nasıl tepkiler
gösterdiler?
Mustafa
Avkıran- Çok heyecanlı herkes. Mesela 20 kişi geldi oyunu izlemek
için, Diyarbakır’dan, Şırnak’tan, Batman’dan. Bizim orada beraber
çalıştığımız kadınlar, KAMER toplantısını İstanbul’a aldılar.Bu meselede
hakikaten birer militan olarak, hakikaten bu işe ömrünü, gönlünü koymuş
kadınlar buradalar. Türkiye’deki kadın hareketi içnde bu güne kadar söz
söylemiş bütün kadınlar, burada bizimle birlikteler 3 gün boyunca. Hepsi
heyecan içindeler ve hepsinin ortaklaşa söylediği bir şey var: bu konuda
yapılan her şey, çok önemli.
Övül
Avkıran- Biz Aşura oyunumuzla pek çok turne yaptık. Zürih’te
oynadık, Hollanda turnesi yaptık, İstanbul’da Festival’de oynadık. Her
yerdeki seyirci oyun ilişkisi çok farklıydı. Ama Diyarbakır’daki oyuna
gelen tepkiler çok farklıydı, hiç kimse unutamıyor. Teknik şartlar çok
zorlamış olmasına rağmen, Diyarbakır’da oyun bittiğinde, salondaki bütün
seyirci ayağa kalktı. Onlar ağlıyordu, biz Mustafa ile sadece zangır
zangır titriyorduk. Meselenin göbeğindeydik orada çünkü. Oradaki etkisi
çok başka oldu oyunun. Zaten o oyundan sonra, ‘Oyunu Bozun!’ oyunumuzu
yaptık ve tek düşündüğümüz şey: “Anadolu turnesi yapmalıyız” oldu.
“Garaj İstanbul’da bizleri neler bekliyor?” diye sorduk Mustafa ve Övül Avkıran’a, onlarda heyecanla anlattılar. Şimdilik bu sütunlara sığdıramadık. Bir başka yazıda, dinlediklerimizi uzun uzun paylaşacağız sizlerle.