Art Nouveau

İstanbul'da Art Nouveau'ya (bundan sonra AN) başlamadan önce galiba ilkin AN'nun nerede, hangi nedenlerle ortaya çıktığından dem vurmak gerek.  Birçok sanat ve mimarlık tarihçisinin ortak görüşü AN'yu birden fazla öğenin doğurduğu ve etkilediği yönündedir.  

Bu öğelerden birincisi 19. yüzyılın ikinci yarısında İngiliz tasarımına yön veren, başını William Morris'in çektiği  "Arts and Crafts" (A&C) hareketiydi.  Viktorya dönemine damgasını vuran Neoklasik ve Neo-Gotik tarzların iç karartıcı ve ağır tavrına karşı A&C pre-Rönesans döneminin mütevazi ve basit el yapım geleneği mirasının bayraktarlığını yaptı. Zanaatkar, sanatçı, mimar ve tasarımcı arasındaki sınırlar bu akım içerisinde yumuşadı.

AN'yu etkileyen bir başka etmen 19. yüzyıl ortalarında 200 yıllık kış uykusundan uyanan Japon İmparatorluğu'ydu.  Avrupa sanatı Japon sanatının basitliği ve ferahlığından büyük ölçüde etkilendi.  Bu etki kendini sadece seramikte, tekstilde ve Van Gogh örneğinde olduğu gibi plastik sanatlarda göstermekle kalmadı, mimariye de gölgesi düştü.  Japon tasarımlarındaki asimetri, renk uyumu ve kompozisyon serbestliği Avrupalı sanatçıları ve mimarları heyecanlandırdı.  

18. yüzyıl'da Avrupa'da başlayan sanayi devrimi 19. yüzyıla gelindiğinde mimariyi dökme demirle besleyecek duruma gelmişti.  Buna paralel olarak gelişen sendikalaşma ve sosyalist politikaların sanayi devriminin işçi yığınları üzerinde yarattığı olumsuz etkileri silmek için gösterdikleri çaba Avrupalı mimarları demir-cam kombinezonunu kullanmaya sürükledi.  Geniş camların aydınlattığı fabrika ve gar binalarının inşaası hızlandı. 

AN'yu etkileyen dördüncü ve son etmen sanayi devriminin görece olarak zenginleştirdiği çalışan yığınların şehirleşmeyi kamçılaması oldu.  19. yüzyılın son yarısında örneğin Brüksel'de 30.000 yeni bina yapılmıştı.  Gerçi özellikle Belçika'da şehirleşmeyi etkileyen yegane unsur sanayi devrimi değildi.   Belçika kralı II. Leopold'ün 1876'da Sir Henry Morton Stanley başkanlığındaki bir gruba Afrika'yı keşfettirmesi (!) sonucunda Kongo'yu sömürge haline getirmesi Kara Kıta'dan Batı Avrupa'nın bu küçük ülkesine inanılmaz bir doğal kaynak zenginliğinin akmasına neden olmuştu.  Brüksellilerin bugün kullandığı o geniş bulvarlar   "le grand batiseur" diye de tanınan bu hırslı kralın şehirleşmeye verdiği önemin göstergesidir. 

Bu koşullar altında 1893'te, 32 yaşındaki Gent'li mimar Victor Horta Universite Libre de Bruxelles'de görev yapan Profesör Tassel için bir ev tasarladı.  Evin stili herkes için o denli alışılmışın dışındaydı ki bütün gözler bu genç mimarın üstüne çevrildi.  Işığa davetkar bir ön cephe, cam ve demir doğramaların beraberliği ve iç mekan tasarımındaki alışılmamış öğeler kimileri için hayranlık uyandıracak bir yeteneğin göstergeleriyken, diğerleri için asla kabul görmeyecek snob ve dekadant bir akımın habercileriydi.  Bu şaşırtıcı stil çok kısa bir sürede kendi safına onlarca mimarı çekti.  Paul Hankar, Henry van de Velde, Paul Cauchie, Gustave Strauven vb. mimarlar Brüksel'de birbiri ardına eserler vermeye başladılar.  Söz konusu mimari stil çok kısa bir zamanda temelleri 19. yüzyılın ortasında İngiliz düşünür J. Ruskin tarafından atılan ve 15. yüzyılda Boticelli ve Magtagna gibi ressamların eserlerini örnek almış olan, insana ait erdem ve vicdan temasını yücelten Pre-Rafaelist öğretiyi kendine yakın bulup benimsedi.  Böylece V. Horta'nın daha çok iç mekanlarda başlattığı yenilik, eski bir Roma sanatı olan sgraffitto tekniğinin de kullanılmasıyla dış cephelere sıçradı.  Yumuşak hatlı, floral bükümlü ferforje korkuluklar, balustradlar; aydınlığın iç mekanlara alabildiğine sızmasına izin veren yuvarlak hatlı geniş pencereler, dış cepheleri süsleyen ve şehrin insanlarını erdemli ve hümanist bir dünyaya davet eden sembolik-figüratif resimler Art Nouveau yapıların en belirgin özellikleri haline geldiler.

 

 

Victor HORTA (1861-1947)