YILAN
Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde üç kızı olan bir kral yaşarmış.
Kral bir gün, çıkmak için hazırlandığı bir yolculuk öncesinde, kızlarına yolculuktan dönüşünde hediye getirmesinin iyi olacağını düşünmüş. Büyük kızını çağırmış ve ona demiş ki:
- “Kızım, yarın bir yolculuğa çıkıyorum ve dönüşümde sana bir hediye
getirmek istiyorum. Söyle bana, ne istersin?”
- “Babacığım senden
üzerinde evren ve yıldızların bulunduğu bir elbise
isterim.
diye cevap vermiş büyük kız.
Kral, sonra ortanca kızını yanına
çağırmış ve ona sormuş:
- “Kızım, yolculuktan
dönüşümde sana ne getirmemi istersin?”
- “Babacığım, bana
içinden su içmek için bir gümüş bardak getirmeni
isterim.
diye cevap vermiş ortanca kız.
Kral en küçük kızını da çağırmış.
- “Sen kızım,
yolculuktan dönüşümde sana ne getireyim?”
- “Babacığım, bana
hiçbir şey getirmeni istemiyorum.”
diye cevap vermiş en küçük kız.
- “Bak bu olmaz kızım;
ben sana da bir şey getirmek istiyorum.”
diye ısrar etmiş kral.
-
“O zaman baba, bana bir gül getir. Eğer
gülü unutursan, gemin ne ileri ne
de geri hareket edemesin.”
demiş küçük kız.
Kral yurdundan ayrılıp yabancı diyarlara
gitmiş. Orada bütün işlerini
bitirdikten sonra, kızlarının istedikleri hediyeleri aramaya başlamış. Bir dükkandan içeri girip büyük kızının
istediği elbiseyi satın almış. Sonra
bir başka dükkana girmiş ve ortanca kızının istemiş olduğu gümüş bardağı satın
almış. Ancak küçük kızının istediği
gülü bulamamış.
Böylece, üzgün, ülkesine geri dönmek
üzere gemisine binmiş. Demir almışlar
ama gemi ne ileri ne de geri kıpırdamamış.
O zaman kaptan şöyle demiş:
- “Acaba sizlerden
biri size ısmarlanan bir şeyi almayı unutmuş olabilir mi?
Eğer öyleyse geminin hareket edebilmesi için
o kişi gemiden şimdi insin
ve unuttuğu şeyi satın alsın.”
Kral o zaman kızının sözlerini hatırlamış
ve geminin hareket edebilmesi için gülü bulması gerektiğini anlamış. Gemiden inmiş ve gülü aramaya başlamış. Yürürken kocaman bir bahçesi olan güzel bir
saray görmüş. Kapıyı açmış, bahçeye
girmiş ve tek bir güle sahip bir gül ağacı görmüş. Çevresinde gülü koparmak için izin alabileceği birini aramış ama
hiç kimseyi bulamamış. O zaman gülü
koparmış ve oradan ayrılmaya hazırlanmış.
Ancak kapıdan çıkmadan önce bir ses duymuş:
- “Hey, sen! Gülü neden kopardın?”
Çevresine bakınmış ve ayağının dibinde
bir yılan görmüş. Kral çok korkmuş.
- “Korkma!” demiş ona
yılan, “ben de senin gibi bir insanım.
Sadece gülü
neden kopardığını öğrenmek istiyorum.”
Zorlukla konuşabilen kral yılana,
-
“Ben bir yabancıyım ve senin ülkene ziyarete geldim. Üç kızım var. Hepsi
ben ülkemden ayrılmadan önce benden onlara hediye
getirmemi istediler.
İçlerinden en küçüğü ona bir gül getirmemi istedi.”
demiş.
O zaman yılan da demiş ki:
-
“Pekalâ, gülü al ve git ama üç gün içinde en küçük kızını bana gönder. Onu
karım yapmak istiyorum. Al bu yüzüğü de yanında götür.
Kızın onu
parmağına takar takmaz hemen buraya gelsin. Eğer dediğimi yapmazsan
başına büyük bir kötülük gelir.”
Kral korku içinde kendi ülkesine geri
dönmüş. Ancak onu gören kraliçe ve
prensesler çok sevinmişler.
Önce en büyük kızı sormuş:
- “Babacığım, senden
istediğim elbiseyi bana getirdin mi?”
- “Evet kızım” demiş
kral, “işte burada, al onu.”
Sonra ortanca kız sormuş krala:
- “Babacığım senden
istediğim gümüş bardağı getirdin mi bana?”
- “Evet kızım, işte
burada. Al onu.”
demiş kral.
En küçük kız yanına yaklaşırken kral ona
demiş ki:
-
“Kızım benden istediğin hediye neymiş öyle!
Gülü al, ama üç gün içerisinde
gülü bahçesinden kopardığım saraya gitmelisin. Orada yaşayan seni karısı
yapmak istiyor.”
Üçüncü gün kral kızına yüzüğü vermiş ve ondan yüzüğü takmasını istemiş. Bir iki dakika içinde kendilerini yılanın bahçesinde bulmuşlar. Orada biraz dolaşmışlar. Sonra saraydan içeri girmişler ve sarayın güzelliğiyle büyülenmişler. Biraz sonra yılan karşılarına çıkmış. Ancak yılanı gören prenses bayılmış.
Babası prensesi teselli etmiş ve yılan da prensese demiş ki:
- “Bana alışacaksın ve kısa süre içinde benimle beraber olmanın ne kadar iyi
olduğunu göreceksin.”
Sonra kral ülkesine dönmüş ve prenses yılanla beraber yaşamış.
Zaman prensesi sakinleştirmiş ama prensesin üzüntüsü giderek daha da artmış. Yılan ona anlayışla sormuş:
- “Neyin var? Neden üzülüyorsun?”
- “Ailemi ve kızkardeşlerimi özlüyorum.”
diye cevap vermiş prenses.
O zaman yılan ona yüzüğü vermiş ve demiş ki:
- “Bu yüzüğü taktıktan kısa bir süre sonra kendini evinde bulacaksın, ama
üç gün sonra onu tekrar parmağına takıp buraya dönmeyi unutma.”
Prenses yüzüğü parmağına takmış ve kendini evinde
buluvermiş. Ailesi ve kızkardeşleri
onun geri dönmesine çok sevinmişler. Üç
gün geçivermiş ve prenses, mutluluktan, geri dönmesi gerektiğini unutmuş. Bir
hafta geçmiş ve o zaman prenses yılanı hatırlamış. Parmağına yüzüğü taktığı gibi saraya geri dönüvermiş.
Heryere bakmış ama
yılanı bulamamış. Bahçeye inmiş ve gül
ağacının yanında yılanın ölmüş olduğunu görmüş. Prenses koşmuş ve yılanın cansız bedenini eline alıp ona yaptığı
kötülükten dolayı ağlamış. Ancak
prensesin göz yaşları üzerine damlayınca yılan canlanıp yakışıklı bir
delikanlıya dönüşmüş.
Delikanlı prensese
demiş ki:
- “Ben ülkenin prensiydim. Ama
bir lanet yüzünden yılan haline geldim ve
üzerime güzel bir kızın
gözyaşları damlamadıkça tekrar bir insana
dönüşemeyecektim. Sen beni kurtardın! Seni karım ve kraliçem
yapacağım.”
Böylece
evlenmişler ve saraylarında çocuklarıyla birlikte mutluluk içinde yaşamışlar.
c d