TALİHSİZ PRENSES

 

Bir varmış, bir yokmuş.  Evvel zaman içinde kalbur saman içinde üç kızı olan bir kraliçe yaşarmış. Kraliçe kederlenirmiş; çünkü ülkesindeki bütün gençler yuva kurarlarken hem güzel hem de prenses olan kendi kızları bir türlü eş bulamazlarmış.

 

Bir gün sarayın önünden fakir bir kadın geçiyormuş.  Kadın durup kraliçeden bir parça ekmek istemiş.  Bu arada kraliçenin kederli olduğunu görünce onu kederlendiren şeyin ne olduğunu sormuş.

 

- “Kızlarımı evlendiremiyorum.” demiş kraliçe.

 

- “Beni dinle” diye cevap vermiş fakir kadın, “akşam kızların odalarına

    çekildiklerinde git ve onların nasıl uyuduklarına bak ve sonra gel bana

    anlat.”

 

Böylece kraliçe akşam gidip kızlarının nasıl uyuduklarına bakmış.  Birincisinin elleri başının üzerindeymiş.  İkincisinin göğsünün üzerinde.  Ve üçüncüsü yani en küçük kızın elleri de dizlerinde.

 

Ertesi gün kraliçe fakir kadına kızlarının nasıl uyuduklarını anlatmış. 

 

- “Kraliçem beni dinleyin” demiş fakir kadın, “elleri dizlerinde uyuyan

    kızınız Kötü Talih’in ellerinde ve bu da kızlarınızın evlenmelerini

    engelliyor.“

 

En küçük kız bu sözleri duymuş ve annesi yalnızken ona,

 

          - “Kederlenme anne; konuşmalarınızı duydum ve anladım ki Kötü Talih benim

              ve kardeşlerimin evlenmesini engelliyor.  Bana biraz para ver ve

              buralardan gitmemi engelleme.”

 

Kraliçe göz yaşlarına boğulmuş ve kızının gitmesini engellemeye çalışmış ama prenses annesini dinlememiş.  Üzerine basit elbiseler giymiş, annesinden para almış ve oradan ayrılmış.

 

Sarayın kapısından çıkarken iki damat adayının kızkardeşlerini istemek üzere geldiklerini görmüş.  Talihsiz prenses bütün gün yürümüş ve akşam bir köye varmış.  Bir dükkandan içeri girmiş ve dükkan sahibinden geceyi orada geçirmek için izin istemiş.  Dükkan sahibi:

- “Elbette kızım; burada uyuyabilirsin”  demiş. 

 

Böylece prenses dükkanda kalmış.  Ancak gece Kötü Talih dükkandaki bütün eşyaları kırmış.  Prenses ondan durmasını rica etmiş ama o prensesi dinlememiş. 

 

Sabah dükkan sahibi dükkanından içeri girip tüm eşyaların kırıldığını görünce,

 

- “Kızım bana niye bu kötülüğü yaptın?  Şimdi ben ne yapacağım?” demiş.

 

- “Üzülmeyin”

 

demiş prenses ve adama biraz para verdikten sonra ona sormuş:

 

- “Yeterli mi?”

 

- “ Yeterli” demiş dükkan sahibi.

 

Böylece oradan da ayrılmış prenses.  Bütün gün yürümüş ve akşam başka bir köye ulaşmış.  Bir dükkana girip sahibinden geceyi orada geçirmesine izin vermesini istemiş.  Dükkan sahibi izin vermiş ve dükkanından ayrılmış.  Ancak gece olunca Kötü Talih yine çıkıp gelmiş ve dükkanda ne var ne yoksa kırıp dökmüş. 

 

Ertesi gün dükkan sahibi dükkanına gelince mallarının kırılmış olduğunu görmüş ve bağırmaya başlamış.  Ama prenses adama biraz para vermiş ve oradan ayrılmış.

 

Dereler tepeler aşmış ve bir saraya ulaşmış.  Kraliçenin huzuruna çıkmayı dilemiş ve ondan kendisine bir iş vermesini istemiş. 

 

Kraliçe akıllı bir kadınmış ve basit elbiseler giymiş olmasına rağmen kızın bir prenses olduğunu anlayıvermiş.  Ona dikiş bilip bilmediğini sormuş. Bildiğini öğrenince de ona sarayda kalabileceğini söylemiş.  Ancak prenses dikiş dikmeye başlayacağı sırada Kötü Talih ortaya çıkmış ve prensesin dikiş dikmesine engel olmuş.  Sarayda çalışan diğer kızlar kraliçeye yakınmışlar:

 

- “Biz bütün gün dikiş dikip duruyoruz, o ise hiçbir şey yapmıyor.”

 

- “Şikayet etmeyin; o bir prenses ama zavallının Kötü Talih’i var”

 

diye cevap vermiş onlara kraliçe.  Sonra da talihsiz prensesi bulup ona demiş ki:

 

          - “Dinle beni çocuğum; Artık böyle yaşayamazsın.  Talih’ine gidip ondan sana

              iyi şans vermesini dilemelisin.”

 

- “Peki bunu nasıl yapacağım?”

 

diye sormuş prenses.

 

- “Buraya gel de sana göstereyim.  Şuradaki yüce dağı görüyorsun ya; bütün

    Talihler onun tepesinde yaşarlar.  Oraya gitmeli, Talih’ini görmelisin.

    Ona bu ekmeği verip ondan da sana iyi şans vermesini dilemelisin.  Bunu

    yaparken sakın korkup kaçma ve Talih’inin ellerine ekmeği sıkıştırmaya

    çalış.”

 

Prenses kraliçenin dediğini yapmış.  Yanına ekmek alıp yola koyulmuş.  Dağın tepesine ulaşınca bir saray görmüş.  Çaldığı kapıyı çok güzel bir genç kız açmış.

 

- “Sen benim Talih’im misin?” diye sormuş kıza prenses.

 

- “Hayır, o ben değilim” demiş genç kız ve içeri girmiş.

 

 Biraz sonra ilkinden daha güzel bir genç kız ortaya çıkmış.

 

- “Yoksa Talih’im sen misin?” diye sormuş prenses.

 

- “Seni tanımıyorum kardeşim” diye cevap vermiş Talih ve içeri girmiş.

 

Bir sürü genç kız ortaya çıkıp kaybolmuş ama hiçbirisi prensesi tanımamış.

 

En sonunda çok çirkin bir kadın gelmiş ve prensesi görür görmez bağırmaya başlamış:

 

- “Burada ne arıyorsun?  Git buradan!  Seni görmek istemiyorum.”

 

Zavallı prenses ona ekmeği uzatmış ve demiş ki:

 

- “Talih’im, lütfen bana iyi şans bahşet.”

 

          - “Şansını sana doğduğun gün vermiştim.  Eğer tekrar doğacak olursan sana

              yeni bir şans veririm.”

 

Prenses ağlamaya başlayınca bütün talihler:

 

- “Hadi yapma, ona iyi şans ver” demişler ama Kötü Talih:

 

- “İstemiyorum.  Buradan gitsin.” diye cevap vermiş.

 

Prenses yalvarmaya devam etmiş ve Talih’e ekmeği vermeye çalışmış.  Diğer talihler de prenses için iyi şans dilemeye başlamışlar.

 

Çok zaman geçtikten sonra Kötü Talih demiş ki:

 

- “Bana ekmeği ver ve diyeceklerimi dinle.  Altın ipliğin sarılı olduğu bu

    yumağı al ve onu gözün gibi sakla.  Onu ne sat ne de kaybet.  Ama onu bir

    gün birine vermek istersen ancak yumağın kendi ağırlığınca çeken birşey

    karşılığında vermelisin.  Şimdi gidebilirsin.”

 

Prenses elinde yumakla kraliçeye geri dönmüş.  Talihi dikiş dikmesine artık engel olmamış. 

 

Bir süre sonra komşu ülkenin kralının kızı evlenmiş ve giysisini dikmek için altın iplik lazım olmuş.  Kralın adamları her yere haber salıp altın iplik aramaya başlamışlar ve sonunda komşu krallıkta bir kızın bir yumak altın ipliğe sahip olduğunu öğrenmişler.  Yumağı görmek için yola koyulmuşlar.  Saraya varıp yumağı incelemişler ve onu kızdan istemeğe karar vermişler.

 

Bunun üzerine kız demiş ki:

 

- “Yumağı ancak onun kadar ağır çeken birşey karşılığında size veririm.”

 

Adamlar kabul etmişler ve tartının bir kefesine yumağı, diğer kefesine de para koymuşlar.  Ancak ikinci kefeye ne kadar çok para koysalar da tartının ibresi yerinden oynamamış.  O zaman ikinci kefeye kralın oğlu çıkmış ve tartı dengelenivermiş.  Bunun üzerine genç prens prensese şöyle demiş:

 

- “Senin yumağın benim ağırlığım kadar çekti.  Yumağı senden almam için

    kendimi sana vermeliyim.”

 

Prensin dediği gibi de olmuş.  Prenses prensle evlenmiş.  Çok mutlu olmuşlar.  Onlar iyi yaşamışlar, biz daha da iyi yaşamışız.

 

c d