DEĞİRMEN

 

Bir varmış, bir yokmuş.  Evvel zaman içinde kalbur saman içinde iki kardeş yaşarmış.  Kardeşlerden biri zengin diğeri ise fakirmiş.  Fakir kardeş zengin kardeşin yanında çoban olarak çalışırmış. 

 

“Büyük Cumartesi” gelince zengin kardeş Paskalya’da satılacak koyunları seçmiş.  Fakir kardeş zenginden Paskalya’da ailesi ile birlikte yemesi için ona bir koyun bağışlamasını istemiş. 

 

Zengin kardeş bu isteğe kızmış ve demiş ki:

 

- “Sana iş vermiş olmam kâfi gelmiyor mu?  Bir de benden koyun

    istiyorsun.”

 

Fakir kardeş cevap vermemiş, ama tüm koyunlar satılıp geriye hiç kimsenin istemediği bir koyun kalınca zengin kardeşine sormuş:

 

- “Bu koyunu alabilir miyim?”

 

- “Al o koyunu ve şeytanlara götür!”

 

diye kızarak cevap vermiş zengin kardeş. 

 

Bu sözler üzerine fakir kardeş çok kederlenmiş ve evine dönmek yerine koyunu alıp şeytanlara götürmek üzere yola çıkmış.  Saatler boyu yürümüş ve karanlık çökünce dinlenmek üzere bir yere oturmuş.  Aniden bir ışık görmüş.  Ne olduğunu anlamak için kalkıp ışığın geldiği yöne doğru yürümüş.  Bir de ne görsün:  Bir sürü şeytan büyük bir masanın etrafına oturmuş yiyip içiyorlar.  Fakir kardeşi görünce demişler ki:

 

- “Hoş gelmişsin!  Nereden böyle?  Kaç seneden beri buradayız kimse bizi

    görmeye gelmedi.”

 

Adam cevap vermiş:

 

          - “Kardeşim bana bu koyunu verdi ve şeytanlara götürmemi söyledi.  Ben de

              koyunu size teslim etmek üzere buraya geldim.”

 

Şeytanlar sevinmişler ve adamı ziyafete katılması için yanlarına davet etmişler.  Ama adam kabul etmemiş.

O zaman şeytanlar adama sormuşlar:

 

- “Bize getirdiğin koyun karşılığında sana ne vermemizi istersin?”

 

- “Ne isterseniz onu verin” diye cevap vermiş fakir kardeş.

 

Şeytanlar adama bir kahve değirmeni vermişler.  Bu değirmene elini sokan ne isterse alıp çıkabilirmiş; para, yiyecek, eşya.  Ama değirmene bir kere sahip olan değirmeni bir başkasına veremezmiş. 

 

Adam değirmeni alıp evine geri dönmüş.  Paskalya sabahı gelmiş.  Adamın çocukları ağlamaya başlamış çünkü ne yiyecek ekmekleri ne de giyecek elbiseleri varmış. 

 

O zaman babaları değirmene elini sokup ekmek, yiyecek, para, elbise kısacası ne isterlerse onu çıkartmış.  Yemişler, içmişler; giyinip kuşanıp kiliseye gitmişler. 

 

Zengin kardeş fakir kardeşini çocukları ve karısı ile birlikte öyle görünce merak etmiş:

 

- “Ne kadar da mutlular!  Üzerlerindeki bu elbiseleri de nereden

              buldular?”. 

 

Kiliseden çıkarlarken çocuklara sormuş ve böylelikle öğrenmiş ki kardeşinin elini içine soktuğunda dilediğini çıkartabildiği bir değirmeni var.  Bunun üzerine kardeşine gidip sormuş ve o da bütün gerçeği anlatmış.  O zaman zengin kardeş bu değirmene sahip olmak istediğini ve bunun karşılığında tüm servetini fakir kardeşine vereceğini söylemiş.

 

Adamcağız bu öneriyi kabul etmiş ama değirmeni teslim etmeden önce evine gitmiş, elini değirmenin içine sokup ne kadar para alabilirse almış.

 

Zengin kardeş hiçbir şeyden memnun olmazmış.  Elinde değirmen, köyünde oturmak yerine seyahata çıkıp dünyayı gezmek istemiş.

 

Bir gemi yolculuğu sırasında yemeğine tuz koyması gerekmiş.  Zengin kardeş tuz çıkartmak için elini değirmene sokmuş.  Değirmen tuz çıkartmaya başlamış ve bir türlü durmamış.  Her yer tuzla dolup taşmış; her yeri tuz kaplamış ve gemi batmış. 

 

Değirmen denizin dibinde bile tuz çıkartmaya devam etmiş.  Şeytanlar değirmeni bulmuşlar ve demişler ki:

          - “Bir başkasına verinceye kadar onu durduralım.”

 

c d