ÇOBAN ve YILAN
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bir çoban varmış. Çoban bir sabah, koyunlarını otlatırken bir yılanın bir delikten içeri girdiğini görmüş. Çoban bir tabağa biraz süt koyup içmesi için yılana vermiş.
Ertesi sabah tabağa biraz daha süt koyup deliğin önüne bırakmış ve demiş ki:
- “Çık dışarı benim yılancığım; çık ki tatlı sütten içesin.”
Yılan da çıkmış dışarı. Sütü içmiş ve çoban tabağı almaya geldiğinde tabağın yanında bir altın lira bulmuş. Öğlen tabağa süt doldurup tekrar deliğin önüne koymuş çoban. Yılan da çıkmış, sütü içmiş ve çobana yine bir altın lira bırakmış. Akşam tabağa süt tekrar konmuş, yılan sütü tekrar içmiş ve çoban tabağın yanında yeniden bir altın lira bulmuş.
Böylece arkadaş olmuşlar. Çoban günde üç kez yılana gelirmiş ve her seferinde yılan çoban için bir altın lira bırakırmış. Çoban yılanın kendisi için bıraktığı altın liralarla zengin olmuş ve ailesine birşeyler satın almak için büyük şehre gitmeye karar vermiş. Ancak şehre inmeden önce karısından yılana sabah, öğle ve akşamları süt vermesini rica etmiş.
Çobanın karısı kocası ne dediyse yapmış. Bir gün yılana yanına küçük çocuğunu da alıp gitmiş. Çocuk koyunların arasına dalıp oynamaya başlamış. Orada olan yılanı görmemiş, üzerine basmış ve yılanın kuyruğunu kopartmış. Yılan can havliyle çocuğu ısırmış ve çocuk zehirlenip ölmüş.
Çocuğu gömmüşler ama yılanı bulamamışlar. Aynı öğlen yılanın tabağına süt koymuşlar ama yılan sütü içmek için deliğinden çıkmamış. Böylece yılana süt vermeyi bırakmışlar ve onu bir daha görmemişler.
Bir süre sonra çoban çıktığı yolculuktan dönmüş. Çocuğunu ortalıkta göremeyince sormuş:
- “Oğlumuz nerede? Ona bir sürü hediyeler getirdim.”
- “Ah kocacığım, bilsen nasıl bir felaket buldu bizi! Çocuğumuzu
yılan soktu, öldürdü.”
Çoban çocuğunun talihine ağlamış. Lâkin, ertesi gün bir tabağa süt koyup yılanın deliğine götürmüş ve ona demiş ki:
- “Çok dışarı benim yılancığım, çık ki tatlı süt içesin.”
Çobanı duyan yılan deliğinden seslenmiş:
- “Ah çoban kardeş! Sen çocuğunun ölümünü hatırladığın, ben
ise kopmuş kuyruğumu gördüğüm müddetçe nasıl arkadaş
kalabiliriz?”
c d