Bisiklet Dağcılık Edebiyat Müzik Resim Mağaracılık Trol

Kaçkarlarda 7 Gün

14 Ağustos 2016

Mezovit Çayırı-Zirve Denemesi-Buzul Gölleri-Pokut-Hazindak-Samistal
14 Ağustos 2016 : 1.Gün, Pazar

16 saatlik otobüs yolculuğundan sonra sabah saat 8’de Rize’nin Pazar ilçesine vardık. Kahvaltı yapıp saat 9’da marketlerin açılmasını bekledik. Biz beklerken birden çok şiddetli bir yağmur başladı. Hazırlıklarımızı tamamladıktan sonra saat 10 minibüsüyle

Ayder’e vardık. Hava burada da yağmurluydu ve oyalanmadan Yukarı Kavrun servisine bindik.Yukarı Kavrun’a vardığımızda karşımıza ilk olarak jandarma ekipleri çıktı ve zirve için mi geldiğimizi sordular. Şaşırmıştık. Önceki günlerde 40 kişilik bir ekip zirve tırmanışı için çıkmış ve aralarından biri sakatlanarak yukarılarda mahsur kalmış. Kurtarma çalışmaları için helikopter bekliyorlarmış. Hava şartları da kötü olduğu için bizi uyardılar. Daha sonra elimizde bulunan Google Earth’ten çıkarttığım daha önceden gidenlerin kaydettiği Kaçkarlardaki patikaları gösteren GPS verilerini ve haritayı gösterince bizim hazırlıklı geldiğimizi anladılar. Geçen seneden de ortamı biraz bildiğimizi söyledik. Ama hava yağmurluydu ve tüm bu hazırlıklarımıza rağmen olan olaylar bizi de korkutmuştu.

Biz öğle yemeğini yerken yanımızda daha önce zirveye çıkanların başına gelen kötü olayları anlatmaya başladılar. Zirveye çıkarken buzula düşüp sürünerek geri gelen ve ayaklarının törpülenmesi zorunda kalınan bir kişiden ve Seldar Geçiti’ni tırmanırken hayatını kaybeden bir dağcıdan bahsettiler. Ama bu kadar yolu boşa gelmek istemediğimiz için zirveye çıkmaya kararlıydık. Her ne kadar yaşanan bu olaylar bizi korkutsa da denemek istiyorduk. Bir seneye yakın hazırlanıyorduk ve bölgeyi hafızama kazımıştım. Yemeği yedik ve yola çıkmaya hazırdık. Öğleyi biraz geçmişti. Haritayı kolay ulaşabileceğim bir yere koyup çantaları sırtladık.

Patikayı bulduk ve yürümeye başladık.

Hava sisli ve yağmurluydu. Patika oldukça belirgindi çünkü bu yolu zirveye çıkan dağcılar çok sık kullanıyordu.

Mezovit’in kapısına vardık, hala yağmur yağıyordu ve su geçirmeyen ayakkabılarımızın olmasına rağmen çoraplarımın ıslandığını fark ettim. Paçalarımızı korumayı unutmuştuk ve paçalarımızdan su girişini engelleyemiyorduk.

Yolumuza çıkan iki dağcı önceki günlerde zirve deneyip mahsur kalan dağcının grubundaymış ve bize zirveye çıkmanın çok tehlikeli olduğunu söylediler. Yürümeye devam ettik. İleride bir çadır gördük.

İki kişi önünde bekliyordu. Selam verip muhabbet etmeye başladık. Burada çoban olarak kalıyorlarmış. Aralarından biri geçen gün Göller Bölgesi’nden Seldar Geçiti’ni geçmeye çalışırken bir anda çıkan fırtınadan bahsetti ve geri dönmek zorunda kalmışlar. Hava kötüyse zirveye çıkmanın bir anlamı olmadığını söylediler. Biraz daha muhabbet edip vedalaştık. Yürümeye devam ettik. Yaklaşık 3 saattir yürüyorduk ve iyice ıslanmıştık. Pek yağmur yağmasa da sisin içinde ıslanmaya devam ediyorduk.

Karşımıza Akut görevlileri ve dağcılar çıktı. Mahsur kalan dağcıyı kurtarma çalışmaları devam ediyormuş. Mezovit’e ne kadar kaldığını sorduk. Fazla kalmadığını söylediler ve yolumuza devam ettik. Birkaç tepe daha aştıktan sonra düzlüğe ulaştık. İleride kamp yapanları gördük. Akarsudan karşıya geçmek için uygun bir yer aradık. Bulamayınca direkt suya atlayıp karşıya geçtim zaten her tarafım ıslanmıştı. Kuzenim de suya girip geldi. Yağmur yağıyordu ve geç olmadan çadırı kurup hemen içine girdik. Çadırın içi yağmurdan nasibini almış ve biraz ıslanmıştı. Biz çadırı kurduktan sonra kamp yapanların toparlandığını fark ettik. Zirveden inen gruptan kalanlar olmalıydı ve hepsi toparlanıp gitti.

Ayakkabılar ve üstümüz sırılsıklam olmuştu ve çadırdan çıkmakla uğraşmadık. Çantalara baktığımızda ise su geçirdiğini fark ettik. Her şey ters gitmeye başlamıştı. Kuzenimin çantasındaki kıyafetler sırılsıklam olmuştu ve kuru bir elbisesi yoktu. Benim çantadaki elbiseler poşetin içinde olduğu için kuruydu. Annem ne olur olmaz diye poşete koydurmuştu ve çok büyük işime yaradı. Kuru elbiseleri giydim ama kuzenimin kuru elbisesi yoktu. Çadırın içi ve tulumlarımız da biraz ıslaktı. Zor bir gece bizi bekliyordu ama saat daha çok erkendi. Havanın kararmasına bir kaç saat vardı. Hala yağmur vardı ve hava sisliydi. Zirveye buradan bakmak çok istesem de 5 metre ilerisini zor görüyorduk ve çadırın dışına çıkmak en son yapacağım eylemdi. Herkesin gitmiş olması, çantaların su geçirmesi, ayakkabılarımızın sırılsıklam olması ve kötü hava moralimizi bozmuştu. Çadırı aceleyle kurduğumuz için dış tentesini gerdirmediğimizi fark ettik. Kenarlara değen her şey ıslanıyordu. Çadırın içine tıkılıp kaldık ve olabildiğince hareket etmememiz gerekiyordu. Daha önce hiç 3000 metre civarlarında kamp yapmamıştık. Biraz rahatlamak için bir şeyler atıştırmaya başladım ama kuzenim morali bozuk olduğu için direkt tulumuna girip yattı. Ekmek arası kaşar ve meyve suyuyla açlığımı biraz geçiştirdim ve ben de direkt tuluma girip yattım. Saat çok erkendi ama yatmaktan başka yapabileceğimiz hiç bir şey yoktu. Kuzenim ıslaktı ben nispeten kuruydum ama tulumlarımız kenarlara değdikçe ıslanıyordu. Kuzenimin ıslak olan yedek eşofmanını hohlayarak kurutmaya çalıştım.

Birkaç saate nispeten kurudu ve kuzenim o eşofmanını giyerek uyudu. Aradan bir iki saat geçmeden midemin bulanmasıyla kalktım. Kusmak zorunda kaldım. Hava hala yağmurluydu. Morallerimiz daha da bozuldu. Meyve suyunun tarihinin geçmiş olduğunu fark ettim. Kusunca rahatlamıştım ama bu geceyi atlatabileceğimizden ikimiz de emin değildik. Geri dönemeyecek kadar geç olmuştu ve çadırın içi ıslanıyordu. Hafif titriyorduk. En çok bacaklarımız üşüyordu. Artık hava iyice kararmıştı. Helikopter sesleri duymaya başladık. Kurtarma çalışmaları devam ediyordu ve helikopter gidip geldi. Kısa aralıklarla uyuyorduk. Zaman geçmek bilmiyordu. Hiç hareket etmediğimiz zaman üşümüyorduk ama biraz hareket edersek tulum ıslak bir yere denk geliyordu ve üşümeye başlıyorduk. Çadırın içinde kuru kısım çok azdı. Kuzenim uyanıp saat 00.30 olmuş biraz daha dayan az kaldı dedi. Daha sonra saate baktığımızda saatin 22.00 olduğunu fark ettik. Kuzenim rüyasında saati 00.30 görmüş … Zaman ilerledikçe hava daha da soğuyordu. Sabaha kadar çok delikli bir uyku geçirdik.

15 Ağustos 2016: 2.Gün, Pazartesi

Saat 7.00 olduğunda uyandık ve hayattaydık. Yağmur durmuştu ama hava hala sisliydi. Kuzenim ayakkabısını ters çevirdiğinde içinden büyük bir miktarda su çıktı. Benimkinin de pek bir farkı yoktu. Giymek zorundaydık. Bu kadar ıslanmamış olsaydık zirve denemesi yapmak isterdim ama şu haldeyken zirveyi denemek imkansızdı.

Zaten hava da kötüydü.

Zirveyi deneyemeyeceğimiz için çok üzülmüştüm ama kuru hiç bir şeyimiz kalmadığı için geri dönüp kurutmamız gerekiyordu. Gece giydiğimiz giysiler kuru olsa bile bunlarla çıkamazdık. Çadırı toplayıp çantaları hazırladık. Üzerime giyeceğim yağmurluğumun da sırılsıklam olduğunu fark ettim. Yağmurluk bile görevini yapamamış. Biraz üşüdükten sonra yürümek ısınmamızı sağladı. Sonrasında telefonumun bozulduğunu fark ettim. Burada ikimizin telefonu da çekmiyordu ama benim telefonum Yukarı Kavrun’da çekiyordu şimdi o da gitti ve sim kartları değiştirme şansımız yoktu. Dünden beri midelerimiz boştu ve bir çikolatayla geçiştirip durmadan yola devam ettik. Daha fazla yağmura kalmadan Yukarı Kavrun’a geri dönmek istiyorduk. Hala sis vardı ama yolu bildiğimiz için rahattık.

3 saat olmadan Yukarı Kavrun’a vardık. Buradaki pansiyonlardan birinden bir oda bulup hemen her şeyimizi kurutmaya başladık. Hiç yemek yemeden direkt yatağa girdim. Moralim bozuktu. Uzun zaman plan yapıp bekledikten sonra amaca ulaşamamak büyük bir hayal kırıklığı yaşatıyordu ama elimden gelen bir şey yoktu. 2 saate yakın uyudum bu sırada kuzenim kafede diğer gezginlerle muhabbet ediyormuş. 2 gün önce göller bölgesine giden gruptan bir kişiyle konuşmuş. Hava kötü olduğu için çok ıslanıp pansiyonda kalmak zorunda kalmışlar ve hiç bir şey görememişler. Saat 14.30 olduğunda ekmek arası ton balığı yedik. Yemeğimiz boldu çünkü uzun süre insan yerleşiminden uzakta kalmayı planlamıştım. Yemek yedikten sonra morallerimiz bozuk olduğu için hemen uyuduk. Çok uzun bir uyku oldu.

16 Ağustos 2016: 3.Gün, Salı

Ertesi sabah 6.30 da kalktık. Bu sefer çantaları bırakıp Buzul Göllerine hızlı bir gezi yapmayı uygun gördük.

Hava güzeldi ve zaman kaybetmeden yola çıktık. Kahvaltı yapmadık yanımıza biraz kuruyemiş aldık. Saat 7.00 gibi yola koyulduk. Yukarı Kavrun’a doğru vadinin aşağısından sis geliyordu.

Hızlı bir tempoda yürümeye başladık. Geçen sene yarım kalan göl turumuzu tamamlayabileceğimize emindim. Geçen sene yanımıza harita almamıştık ve yanlış patika izlediğimiz için kaybolmanın sınırına gelmiştik. Bu sene hazırlıklıydık. Geçen sene hata yaptığımız yere geldiğimizde gidilebilecek en zor yerden göllere çıkmaya çalıştığımızı fark ettim. Tepenin etrafından dolaşmak yerine bodoslama girmişiz. Yaklaşık 2 saatte en küçük göle vardık.

Güneş tepedeydi ve hava açıktı. Güzel bir manzara sunuyordu bizlere. Ama kahvaltı yapmadığım için çok güçsüz hissediyordum. Biraz daha ilerleyince yaklaşık 2910 metre olan Çeymakçur Geçiti’ne vardık. Karşımızda Karadeniz Gölü(2780mt) duruyordu.

Büyük Deniz gölüne ilerledik.(2920mt)

Bir tepe daha aşıp İsimsiz Göle ilerledik.(3020mt)

Ve biraz daha ilerleyip Meterez Gölüne geldik.(3010mt)

Yaklaşık 3 saat olmuştu. Buraya kadar gelmişken Seldar Geçiti’ni aşıp Zirveye bir bakış atmak istedim. Hava kapanmıştı biraz ama kuzenimi ikna ettim. Seldar Geçiti’ne tırmanmaya başladık.

Koluma bir kaç damla gelmeye başladı. Yağmurun başlaması moralimizi bozdu. Kahvaltı yapmamıştık ve üstüne bir de yağmur çıkarsa çok zor durumda kalacaktık. Tırmanmaya devam ettik. Neyse ki yağmur durdu. Buralarda patika yoktu kayaların üzerinden ilerliyorduk. Ara sıra taş baba görmemiz içimizi rahatlıyordu.(Taş baba bölgeden daha önce geçen dağcıların taşları üst üste koyup doğru yoldasınız deme şeklidir.) Etrafta birçok ufak buzul vardı.

Yaklaşık 3150 metreye çıktık. Bir tepe aştık ama karşımızda daha uzun bir yol vardı. Buraya çıkıp inmemiz bize çok zaman kaybettircekti. Kahvaltı yapmadığımız için sadece göllere gidip gelmeyi amaçlamıştık. Bu bize fazla geldi ve dönme kararı aldık. Saat 12:00ye yaklaşıyordu. Hızlı bir inişe geçtik. Kaynak sularından su ihtiyacımızı karşıladık. İnişte göllere kamp kuran birini gördük. Biraz muhabbet edip yolumuza devam ettik. Saat 14.00’e gelirken Yukarı Kavrun’a ulaştık.

Yaklaşık 11 km yol yürümüştük. Hemen kahvaltı yapıp eşyalarımızı topladık ve Ayder yoluna koyulduk. Ayder’e yaklaşık 12 km vardı.

Ama yokuş aşağı araba yolu olduğu için rahat bir yoldu ve sabah gördüğüm sis Yukarı Kavrun’u yuttuğu için güneş bizi terletemeyecekti.

Çok sis vardı ve Aşağı Kavrun’u geçtiğimizi fark edemedik. Çok uzun bir mesafe gittikten sonra hala Aşağı Kavrun’a ulaşamadığımızı düşünmüştük. Çok mu yavaş gidiyorduk anlamadık ama yolumuza hiç mola vermeden devam ettik. Yaklaşık 2 saat sonra Galer Düzüne vardık ve Aşağı Kavrun’u geçtiğimizi o zaman anladık. Baya bir sevinmiştik. Ayder’e ne kadar kaldığını sorduğumuzda 3 km dediler. Ha gayret deyip durmadan devam ettik. Saat 17.00’ye yaklaşırken yanımıza bir amca durdu. Arabasına davet etti. Bugün 20 km’ye yakın yol yürümüş ve çok yorulmuştuk bu yüzden bindik. Kısa zaman sonra Ayder’e vardık.

Normal planımıza göre Ayder’de hiç kamp yapmayacaktık. Samistal yaylasına Yukarı Kavrun’dan yürüme gidecektik. Ama patikanın çok dik olması ve sis çıkarsa yolumuzu çok rahat kaybedeceğimizi düşününce vazgeçtik. Ayderden Pokuta geçip oradan Samistale gitmenin daha kolay olduğunu düşündük. Ayder’den Pokuta giden servisler vardı. Ayder’de kamp yapmak istemiyordum çünkü doğayla alakası kalmamış bir yer. Her yer otel dolu ve çok gürültülü. Öyle bir yer ki yayla olmasına rağmen internet kafesi bile var. Yaylaya çıkıp CS falan atmak istiyorsanız tam aradığınız yer. Hafif yağmurluydu hemen çadırı kurduk. Yine ton balığı yiyecektik ama plastik çatalları çöp diye atmamız işi zora soktu. Çakıyı da bulamadık. En son çubuk krakerleri kullanarak ekmek arası yaptık. Ayak bileklerim ve sırtım çok fena ağrıyordu. Vücudumu hiç bu kadar zorlamamıştım. Uyumak zor oldu ama deliksiz bir uyku çektim.

17 Ağustos 2016: 4.Gün, Çarşamba

Sabah 7.00’de kalktık. Bileklerim hala ağrıyordu. Çok saçma yürüyordum. Yürümeye başlarken büyük bir acı çekiyordum ama biraz alışınca hiç bir şey yokmuş gibi devam edebiliyordum. Çok garipti. Kahvaltı yaptık ve Pokuta giden servise bindik. Şenyuvada, Fırtına deresine yapılmış taş bir köprüde 15 dk fotoğraf molası verdiler. Biraz fotoğraf çektik.

Sonra Pokut yoluna girdik ama nasıl bir yol. Çok virajlı ve bir o kadar da kötüydü. Minibüsle off road yapıyorduk adeta. Şoför neden kimse konuşmuyor yaa dedi. Kendi aranızda bile konuşmuyorsunuz diyince arkadan biri korkudan dilimiz tutuldu, bu nasıl bir yol dedi. Gerçekten çok kötü bir yoldu ama tırmanışı bitirdikten sonra biraz düzeldi. Sal yaylasına vardık. Çok şaşıracaksınız, sis vardı.

Yaylada bir tane çay evi vardı. Poğaça alıp açlığımızı bastırdık. Biraz daha durduktan sonra Pokuta gitmeye devam ettik. Saat 14.00’a yaklaşırken Pokut’a vardık. Sisli ve yağmurluydu. Hemen çok da düz olmayan bir yere çadırımızı kurduk. Çantalarımızı içine atıp çok ıslanmadan bir kafeye girdik. Pokutta bir kaç kafe ve pansiyon var. Herkes havanın açılması bekliyordu fotoğraf çekmek için ama hava pek açılacağa benzemiyordu.

Bir kafeye girdik. Evlerinin alt katını kafe gibi yapmışlar ve hizmet veriyorlardı. Çorba, tel şehriye tatlısı, börek ve buraya özel olduğunu söyledikleri kurabiyeden yedik. Gayet doyurucuydu. Burada bir amca ayı ile karşılaşma hikayesini anlattı. Sal Yaylası yolunda karşılaşmış. Bakışmışlar daha sonra da ayı gitmiş. Buralar yaklaşık 2000metre ama Karadenize yakın olduğu için ağaç bol. Bu yüzden ayı tehlikesi de var. Çadırımıza döndüğümüzde hava hala yağmurlu ve sisliydi. Bizim yaşlarımızda iki kişiyle karşılaştık. Bu gece onlarda burada kamp yapacaklarmış. Çadırlarını yanımıza kurdular.

Yağmur hızlanmaya başlayınca çadıra girip beklemeye başladık. Saat 18.00’a yaklaşmıştı. Bu sefer çadırı güzelce kurmuştuk ve yağmurdan korkmuyorduk. Saat 19.10’a doğru gök gürlemeye başlamıştı ve yağmur iyice hızlanmıştı. Şimşekler çadırın içini aydınlatıyordu.

Çadırı ağaç yanına kurmamıştık ama biraz yüksek bir bölgedeydi. 1 saate yakın devam etti. Bir yanda da sert rüzgar esmeye başladı. Çadırı baya bir zorluyordu. Yamulmaya başlayınca korktuk ve çadırı tuttuk. Neyse çok uzun sürmedi. Yağmur durdu ve hava hafif bulutluydu. Ay etrafı çok güzel aydınlatıyordu. Kuzenim tripotunu alıp fotoğraf çekmeye dışarı çıktı.

Daha sonra otların arasından hışırtı duyup hemen çadırın içine atladı. Biraz foto çekmişti neyse ki. Köpek miydi kurt muydu görememiştik. Biraz zaman sonra uluma sesleri duyduk.

Yıldız pozlama yapmak için gece 4’e alarm kurduk. Ay batışından sonra hava açık olursa yıldızlar güzel fotoğraf çekilebilmesine olanak sağlayabilirdi. Ay batmıştı ama hava kapalı olduğu için yapamadık. Geri uyuduk.

18 Ağustos 2016: 5.Gün, Perşembe

Sabah 7.00′ de uyandık. Pansiyon olan bir yerde kahvaltımızı yaptık. Kahvaltılıklar çok güzeldi. Muhtemelen hayatımızda öyle bir kahvaltı daha yapamayacağız. Hava hafif sisliydi ama düne göre güzel ve açıktı.

Çadırı toplarken etrafımızı inekler sardı. Yanımızdaki kalanların çöp poşetini alıp kaçtılar.

Yanımızda kalanlar bugün geri dönüyormuş onlarla vedalaşıp yolumuza koyulduk. Pokut’tan Hazindak’a toprak yol vardı.

Tepeyi aşıp yola ulaştık. Buralarda pek ağaç yoktu ama biraz ilerleyince her tarafımızı ağaçlar sardı. Çok rahat ve güzel bir yürüyüş sağlıyordu bizlere.

Su doldurmayı unuttuğumuzu fark ettik. Çok geçmeden bir pınar bulup sularımızı doldurduk ve yolumuza devam ettik.

Yaklaşık 2 saat sonra Hazindak’a ulaştık. Hazindakta mola vermeden devam ettik.

Bir teyzeye Samistale giden patikayı sorduk. Patikaya doğru giderken çobanların hayvanları otlattıklarını gördük. Teyit etmek için onlara da sorduk. Patika çok güzeldi. Taşlardan oluşuyordu ve çevresi ağaçlarla kaplıydı. Sis vardı manzarayı pek göremiyorduk ama yürümek çok zevkliydi.

Yamaçtan hafif yükselerek devam ediyorduk.

Yamaçtan gittiğimiz için karşımıza sürekli küçük akarsular çıkıyordu. Geçerken ayakkabıların kenarlarından su geçmeye başladı. Bazı yerler de çamurluydu. Yağmur yağmamasına rağmen sis sağ olsun yine ıslanmaya başlamıştık. Bir trekking grubuyla karşılaştık. Bize az kaldı bir saate gidersiniz dediler. Hazindak’a dönüyorlarmış. Ormanlık alandan çıktıktan sonra işimiz daha da zorlaşmaya başladı. Orman varken patikayı kaybetmek imkansızdı çünkü orman geçit vermiyordu. Ama orman yokken ve sis varken sürekli patikayı kaybediyorduk. Patikanın birden kaybolması gerçekten çok kötü oluyor. Yukarı aşağı gidip yeniden bulabiliyorduk ama bize zaman kaybettiriyordu. Çan sesleri duymak içimizi rahatlattı. Çok yaklaştığımızı anladık ama sis yüzünden hiç bir yer görünmüyordu. Daha sonra inekler ve öküzlerden oluşan birkaç farklı sürü gördük. Bir tane öküz bize doğru gelmeye başlayınca geri çekilip etrafından dolandık. Saat 14.30 olmuştu. Biraz daha ilerleyince bir evin çatısını gördüm. Samistal yaylasına ulaşmıştık. Buralar daha çamurluydu bata çıka önüne doğru gidiyorduk. Evin yanına doğru yaklaştığımızda kapıda duran dayı bize seslendi. Bizi evine davet etti.

Bu kadar zaman sonra ilk defa böyle bir misaperverlik gördüğüm için şaşırmıştım. İsmi Mustafa Kemal idi. Mustafa Dayı çadır kurmakla uğraşmayın burada yatacak yer var burada kalabilirsiniz dedi. Ayakkabılar ve üstümüz ıslaktı ve kabul ettik. Bizim için harika oldu. Islak olan her şeyi sobanın önüne asıp beraber yemek yedik. Yemek yerken kendi yaptığı süzme yoğurttan ikram etti ve çok güzeldi. 80 yaşındaymış ve hala buralarda yaylacılıkla uğraşıyormuş. Tek başına kalıyormuş. Kış yaklaşınca da köye iniyormuş. Biz yemek yerken çatıdan düşüp kaçan bir fareye “Vay namıssiz misafirlerim var görmüyor musun?” diyince baya güldük. Namuzsuz farenin ismi, arkadaş olmuşlar artık. Akşama doğru sürüsünü toplayıp ahıra getirdi.

Daha sonra süt sağdı ve sağdığı sütten yağı bir makineyle ayırdı. İlk defa böyle bir şey görmüştüm.

Akşama kadar bolca muhabbet ettik. Bir ara Mustafa Dayı bize insanın evrelerinden bahsetti. 20-30 arası çelik, 30-45 arası, 45-60 arası sini, 60’dan sonrası bir et parçası :D. Elektrik yoktu ve telefon çekmiyordu. Turdaki en güzel geçen bu gün olmuştu benim için. Bir keresinde Amerikalı iki turisti ağırlamış. İşaret diliyle anlaşmışlar. Saat 21.00’e gelirken yattık. Yatak çok rahattı ve tüm yorgunluğumuzu aldı.

19 Ağustos 2016: 6.Gün, Cuma

Sabah 6’da kalkıp kahvaltı yaptık. Ayakkabılarımız ve elbiselerimiz kurumuştu ve yola çıkmak için hazırdık. Kuzenim Ayder’den hediyelik aldığı tesbihi Mustafa Dayı’ya hediye etti. Seneye görüşme dilekleriyle yola çıktık. Bize gideceğimiz patikayı gösterip vedalaştık.

Şimdiki amacımız Yukarı Kavruna geri dönmekti. Oradan Hemşin’e geçecektik. Hava açık ve güneşliydi. Bugün şans yüzümüze gülmüştü. Manzarayı izleye izleye kendimizden emin bir şekilde ilerliyorduk. Bulduğumuz bir pınardan sularımızı doldurduk. Yaklaşık bir saatte en yüksek tepeye çıktık. Bundan sonra sürekli inişte olacağımız için rahat olur diye düşündük. Çıktığımız tepeden Yukarı Kavrun, Buzul Gölleri ve Zirve görünüyordu.

Kaçkar Zirve (3937mt)

Gitmek istediğimiz yeri uzaktan görmek kadar iç rahatlatıcı bir şey yoktu. Biz gidene kadar sis gelmez umarız diyerek yürümeye devam ettik. Ama Yukarı Kavruna giden patikayı belirgin bir şekilde göremiyorduk. Ve düşündüğümden daha dik bir yamaçla karşı karşıya kaldık. Biraz daha aradık ama bulamadık. Sırttan ilerleyerek Aşağı Kavrun patikasına bakmaya gittik. Yaklaşık yarım saatte Aşağı Kavruna giden patikaya ulaştık. Aşağı inen patika çok belirgin bir şekilde görünüyordu. Aşağı Kavruna inmeyi daha uygun görüp rotayı değiştirdik.

Çok dik zorlu bir patikaydı. Patika ara ara kayboluyordu. Hava güzel olmasına rağmen bulana kadar ufak çaplı gerilim yaşıyorduk. İndikçe hiç ilerlemiyor gibiydi. Sürekli zik zaklar çiziyorduk. Bu sırada tepenin üzerinde uçan şahinleri gördük. Fotosunu çekmeye çalıştık ama uzakta kalıyorlardı. Bitki örtüsü ve böcekler de zorluk çıkartıyordu. Güneş tam karşıdan vuruyordu ve yakıyordu. Yola çıkmamızdan bu yana 3 saat olmuştu.

Ve patikayı bu sefer tamamen kaybettik. Bir akarsu bulup aşağı doğru içinden inmeye başladık. Kaynak noktasına çok yakın olduğumuz için çok fazla akmıyordu ve kaygan kayalar olmasına rağmen etraftaki otlardan tutunarak hızlı bir inişe geçtik. En azından zik zak çizmiyorduk ve bu bize hızlı bir iniş sağlıyordu. Aşağı indikçe dikleşmeye başladı ve akarsuyun içinden dışarı çıktık. Patikayı daha bulabileceğimizi düşünmüyorduk o yüzden serbest bir şekilde kafamıza göre inmeye başladık. Sis olmadığı için çok şanslıydık. Karşıya baktığımızda ulaşmak istediğimiz yeri görüyorduk ama hiç yaklaşmıyormuş gibiydik. Otlar çok uzundu ve hiç görmediğim böcekler üstüme konuyordu. Etrafımızı yavaş yavaş ağaçlar sarmaya başladı. Baya bir yükseklik indiğimizi anladık. Bu sırada karşıda bir karaca gördük.

Bize 3 dakikaya yakın kilitlendi daha sonra yaklaşmaya başladık ve kaçtı. Ağaçlar ortaya çıktıkça ayı izleri de görmeye başladık. Akarsu vadileri çok dikleşmişti ve ağaçlar bazen geçit vermiyordu. Bir ileri bir geri gidip en uygun yolu bulmaya çalışıyorduk. 5 saat sonunda karşıya geçmemiz gereken Kavran deresine vardık. Burası Yukarı Kavrun taraflarına göre daha dik bir vadiydi ve bu yüzden dere çok hızlı akıyordu. Hızlı akması sonucunda derinlik çok fazlaydı. Karşıya geçmemiz gerekiyordu ama nereden geçebileceğimizi bilmiyorduk. Yukarı Kavrun’da köprü olduğu için daha önce hiç bunu dert etmemiştik ama planı değiştirince gözden kaçırdık. Sırtımızda yükler vardı ve 5 saat yürüyüşün ardından çok yorulmuştuk. Saat 12.00 olmuştu. İleri geri giderek uygun bir yer aramaya başladık. Bazı yerlerden geçebileceğimizi düşünerek ilerlemeye çalışıyorduk ama sonra geri dönüyorduk. Susamıştık ve suyumuz bitmişti. Nehirden içmemiz çok tehlikeli olabilirdi çünkü kaynaktan gelene kadar suyun neyle karşılaştığını bilemezdik. Ve büyük sağlık sorunu oluşabilirdi. Önümüzde gürül gürül akan bir nehir olmasına rağmen susuzluk çekmek gerçekten kötü bir histi. En son riski en az olabilecek yer olan geldiğimiz taraftan akan bir sudan az su içtik. Kaynağı en yakın burası vardı ve arada yerleşim birimi yoktu. Yaklaşık 2 saat olmuştu ama buraya tıkılıp kalmıştık. 5 metrelik dereyi 2 saat 15 dakikada geçemedik. Daha önce hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. Aklıma Into The Wild geldi. Kuzenim iki kayanın biraz daha yakın olduğu bir yerden geçebileceğimizi düşündü. Murat çantaları bırakıp kuru olan bir kayaya atladı çünkü ıslak kayalar fazlasıyla kaygandı. Daha sonra ona sırayla sırt çantalarını fırlattım. Bir yandan çantaları kayanın üstüne koyuyordu ama kaya küçük olduğu için bir yandan da tutuyordu. Sonra ben atladım ve çantaları tutmaya devam ettim. Sonra diğer kayaya atladı. Ben yine sırayla çantaları attım. Sonra da ben atlayacaktım. Tam atlarken bacaklarımın titrediğini fark ettim Bugün çok yorulmuşlardı. Son bir kuvvetle ben de kayaya atladım. Yorgunluk ve susuzluktan ölüyorduk ama karşıya geçtiğimiz için içim rahatlamıştı. Geçtiğimiz yerde ısırgan otları vardı ve daha da kötüsü bataklıktı. Bastıkça içeri gömülüyordu. 5 metre ilerleyemeden geri dönmek zorunda kaldık. Derenin yanından daha uygun bir çıkış yerine doğru gitmeye başladık. Bataklık olmayan bir yer bulduk ama çok dikti. Otlardan tutunarak tırmanmaya başladık. Ellerimizi de kullanıyorduk. Tepeyi aştıktan sonra derin bir nefes aldık. Karşıda yaylanın evleri görünüyordu. Ama tüm enerjim bitmişti. Çantayı yere koyduğumda başımın döndüğünü fark ettim. Biraz dinlendikten sonra ilerleyip bir su kaynağı bulduk ve araba yolunda beklemeye başladık. Ayder’e yürüyebileceğimi düşünmüyordum. 7 saatlik çok uzun ve yorucu bir yol olmuştu bizim için. Şansımıza, gelen araçlar çok doluydu ve duracak durumda değillerdi. 4 kişilik bir aile fotoğraf çekmek için bizim oturduğumuz yerin yakınında durdu. Murat aileye istiyorsanız hepinizin bir fotoğrafı çekeyim deyince muhabbet başladı. Yaklaşık 30 – 40 dakika muhabbet ettik. Yukarı Kavruna çıkıyorlarmış ama arabaları çok uygun olmadığı için geri dönme kararı almışlar. Bizi de bırakabileceklerini söyleyince çok mutlu olduk. Onlarla beraber Aşağı Kavrundan Ayder’e gitmeye başladık. Galer Düzünde durup çay molası verdiler ve bize de çay ısmarladılar. Mersinden gelmişler ve bir haftadır buralarda geziyorlarmış. Bir daha karşılaşır mıyız bilmiyorum. Ayder’e gelince onlardan ayrıldık. Çadırımızı kurduk ve akşam yemeği yedik. Ayder’de çadır kurmak istememe rağmen zorunlu olarak yine burada kalmamız gerekiyordu. Uzun süredir ailemi arayamamıştım ve onları aradım. Yarın dönüş günüydü ama dönmek istemiyordum. Buralara çok alışmıştım. Sürekli bir macera yaşıyorduk. Beklediğimizden çok daha zor geçen bu haftayı yaşadığım için çok mutluydum. Sırtım ve bileklerim ağrıyordu ama çok tatlı bir ağrıydı. Zirveye çıkamamak içimde kalmıştı ve bir sene daha bekleyecek olmak kötüydü.

Yürüyüş Yapılan Gün Sayısı: 5

Yürünen Yol: 50.1 km

Toplam Yürüme Saati: 27 saat

Ortalama Hız: 1.8 km/saat

Ulaştığımız en alçak nokta: Ayder Yaylası (1240mt)

Ulaştığımız en yüksek nokta: Seldar Geçite çıkarken(3150mt)

Fotolar: Murat Ekmen