Küreselleşme (Globalism) ve Folklor (Millî Kültür)*

                                                                                                          Ali Yayla

 

Küreselleşme (globalism), sadece bir sözcük olarak ele alınırsa hiçbir anlama oturtulamaz. Sözlük anlamıyla “tüm dünyayı kapsayan ve ilgilendiren” demek olan küreselleşme sözcüğü 1970’lerden bu yana çok değişik olguların çok değişik kategorilerde ifade edilmesi için kullanılmıştır. Örneğin, iletişim-bilişim alanındaki gelişmeler, sınır ötesi sermaye hareketlerinin artması, global ısınma, global kültür, vs. Sözcüğün her kategoride kullanılıyor olması küreselleşmenin nedenlerini, etkilerini, kime ne şekilde yarar veya zarar sağladığını da kamufle etmektedir.

 

Küreselleşme olgusu varlığını siyasal, ekonomik ve kültürel alanda hissettirir. Ancak çoğu bilim adamı ve araştırmacı ekonomik ve siyasal boyutu ön plâna çıkararak küreselleşmenin bir kapitalist yapılanma şekli olduğu konusunda görüş birliği içindedir.  Böylece küreselleşmenin millî kültürler üzerindeki etkisi ya göz ardı edilmekte, ya da göz ardı edilmesi istenmektedir. Dikkatli bakacak olursak, küreselleşmenin ekonomik boyutuyla kültürel boyutu arasında da çok yakın bir temas vardır. Küreselleşmeyle ortaya çıkan uluslararası sermayenin egemen anlayışı marka cazibesini körükleyerek toplumu tüketim toplumu haline dönüştürür. Marka tüketen toplumun fertleri ise kültürleriyle uzaktan yakından ilgisi olmayan ürünlerle kültürel değişimi yaşamaya başlar. Bu bir anlamda globalizmin büyük bir köy olarak gördüğü dünyada yaşayan herkesi benzer davranış kalıpları içine sokmasıdır. Başka bir deyişle aynı kalıptan çıkma ortak bir kültürel kimliği dayatmasıdır.

 

Küreselleşme bukelamun gibi bir kavramdır. Doğrudan doğruya veya dolaylı yollardan bireyin ve toplumun hayatını etkilemektedir. İnsanlar adeta bu kavram tarafından kuşatılmış olarak yaşamaktadır ancak farkında olmamaktadır. Küreselleşme kendi tanımı ve kavram olarak ortaya çıkışı ile ilgili görüşlerde bile yarattığı karmaşayla varlığını hissettirir. Emre Kongar’a göre küreselleşme neolotik çağlardan[1], Ralf Dahrendorff’a göre ise insanların aya ayak basmasından itibaren var olan kavramdır[2].

 

Kongar küreselleşmenin ortaya çıkışını Tarım Devrimi’ne dayandırır ve gelişimini üç aşamada ele alır. Birinci küreselleşme dalgası Tarım Devrimi ile gelmiştir. Böylece ana üretim aracı olma özelliği kazanan toprağı korumak anlayışı içinde savaşlar başlamıştır. Bu savaşların ideolojik şemsiyesini tek tanrılı dinler oluşturmuştur. Sömürü, savaş, tek tanrılı dinler ve onlara bağlı olarak ortaya çıkan mezhepler birinci küreselleşmenin dünyaya armağanlarıdır.

 

İkinci küreselleşme birinci küreselleşmenin evrimi sonucunda Endüstri Devrimi olarak karşımıza çıkar. Bu aşamada toprağın değeri azalır ama tamamen de yok olmaz. Dine ve tarıma dayalı imparatorlukların yıkılmasıyla doğan boşluğu, milliyetçilik ideolojisi etrafında örgütlenen devletler doldurur.

 

Üçüncü küreselleşme Endüstri Devrimi’nin içinde türer ve gelişir. İletişim-bilişim olarak karşımıza çıkar. Bir yanda iletişim-bilişim teknolojileri gelişir, öte yanda din, mezhep, dil, ırk ve milliyet farklarını eşit değerde gören, insan hakları ve katılımcı demokrasi gibi kavramlar oluşmaya başlar.

 

Dahrendorff’a göre ise; insanoğlunun 20 Temmuz 1969’da aya ayak basması, Apollo 11 uzay aracının uzaydan görünen dünyanın fotoğraflarını göndermeye başlaması sonucunda küreselleşme kavramı ortaya çıkar. İnsanlar ilk defa bu fotoğraflarla dünyanın mavi-beyaz bir küre olduğunu fark ederler. Bu fark edişin ardından da dünyayı kurtarmaya yönelik küresel bilinç ortaya çıkar.

 

Kültürün literatürlere girmiş yüzlerce tanımı vardır. Kültürü, küreselleşme ile benzer kılan en belirgin özellik her iki kavramın da tek bir tanıma oturtulamamasıdır. Kültür kavramının tanımı ve tarihçesi için Kroeber ve Kluckhohn’un altmış sayfa ayırmış olmaları kavramın ne kadar tanımlanamaz olduğuna belki de en önemli kanıttır[3]. Kültür sözcüğü 1793 yılında Alman Dili Sözlüğü’nde “cultur” şeklinde yerini alır ve literatüre girmiş olur. Kültür tanımı Türkçe Sözlük’te; “1. Tarihî, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddî ve manevî değerler ve bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü, hars.” “2. Bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü”, şeklinde yer almaktadır[4].

Kültürün tanımı her ne şekilde olursa olsun, esas unsurun belirli bir “kimlik” sahibi topluluk olduğunu görürüz. Bu topluluk Türk’tür, Arap’tır, Alman’dır, Hint’tir… Kültüre karşı bir saldırı söz konusuysa hedef de işte bu ana kimliktir. Örf, âdet, gelenek, görenek ve son yıllarda yanlış yorumlamalar nedeniyle ve bilgisizliğin körüklemesiyle yıpratılan töre başlı başına birer kimlik kartıdır. Bu kavramlar içinden çıktığı toplumun aynasıdır ve daima kültürel saldırının hedefindedir.

Bizim konumuzun ana hatlarını küreselleşmenin yukarıda da kısaca belirttiğimiz ekonomik ve siyasal yönü değil, kültürel değişimleri tetikleyen rolü oluşturmaktadır. Ancak bu bağlamda kültürü millî ve yabancı olmak üzere iki farklı başlıkta görmek ve ikisinin birbirinden bağımsız olduklarını düşünmek de mümkün olamaz. Hiçbir kimse veya toplum, kültürünün başka kültürlerle temasını önleyebilecek güce sahip değildir olamaz da. Kültürler birbiriyle karşı karşıya geliyorsa, ilk defa görüşüyor, tanışıyor değildir. Karşı karşıya veya yan yana gelen kültürler elbette birbirlerini etkileme eylemlerinde bulunacaktır. Burada güçlü olanın etkileyen, güçsüz olanın etkilenen olduğu söylenebilir. Bir müzisyen kendi enstrümanını çalarken, yaptığı müzik hangi tarz (tür) olursa olsun kendi karakterini, yaşam biçimini, kültürünü yani içinden çıktığı toplumun özelliklerini ortaya koyar. Bu eylem müzisyenin etkilenmesinin sonucu olarak etkilemek için ortaya koyduğu bir eylemdir. Genel anlamda bütün müzisyenlerin ırkî kimlikleri ne olursa olsun ortak değerleri (hümanizma, dünyanın sosyo-ekonomik ve sosyo-politik değerleri gibi) varsa da bu değer yansımalarını şekillendiren millî kültürüdür. Amerika’da acı çektirilen Afrikalı yerli acısını “jazz” tarzında yansıtmış, Anadolu insanı benzeri acıyı “türkü”yle dile getirmiştir. İnsanlığın feryadı bile, o feryadı çıkaranın folklor diliyle olmaktadır.

Millî kültürü, -ister toplumun ortaya koyduğu sosyal değerler bütünü, ister folklor diyelim[5]- belli bir şema, belli bir tanım içinde ele alamayabiliriz. Bunun en belirgin nedeni kültürlerin değişebilir olmasıdır. Kültürler elbette değişecektir ancak bu değişim uyum içinde olmalıdır. Buradaki uyum toplumun değişimi kabullenmesinden öte kendi kültürel değişimini kendinin yapmasıdır. Dayatmanın toplumun kabul edebileceği boyutların ötesinde, tabiri yerindeyse çığırından çıkarılmış bir halde yapılması durumunda “küreselleşme” kavramı kendini göstermektedir. Çünkü küreselleşmenin getirdiği değişimin belirlenmiş bir kuralı yoktur. Kural hedef seçilen topluma göre farklılıklar göstermektedir. Örfü, âdeti, gelenekleri ve görenekleri temelinden sarsarak, toplumu hiç tanımadığı değerler ve kavramlarla karşı karşıya bırakmaktadır.

Türkiye bu kültür karşılaşmasında, başka bir deyişle kültür alış-verişinde “alıcı” konumunda olmuştur. Bu alış-verişte irdelenmesi gereken şey, -pragmatik düşüncelerden de uzak durarak belirtelim ki- dünyanın en güçlü kültürünü oluşturmuş olan toplumumuzun niçin alıcı konumunda olduğudur. İnsanlar tarih boyunca bir su boylarına, bir de iyiye ve doğruya yakın olmak çabası içinde olmuşlardır. Küreselcilerin sundukları iyi ve doğru muydu ki Türk toplumu küresel saldırıların merkezi olan batının değerlerini alan toplulukların başında gelen oldu. Kendisine kendi aydınları (münevver) ya da aydın sandıkları tarafından sunulanlarla, batıdakilerin aynı olduğunu görmektir ki toplumda kafaları karıştırdı.

Örneğin Sultans of the Dance’ı öncelikli olarak bir halk oyunları gösterisi olduğu için seyretmeye gitti. Sahnede oynanan kendi bildik oyunuydu, sazlar bildik sazlarıydı. Ancak aşırı batılı bir kostüm ve kareografi gözlerden kaçmıyordu. Kendi münevverinin kendine dayattığı bu görsel şölende gördüklerinden rahatsız oldu belki ama aydınının kendisine sunduğunun doğru olduğuna da inanması gerekti. İnandı ve ayakta alkışladı. Çünkü ne kendi halk oyunları ne de müziği hakkındaki bilgisi gördüklerini ve duyduklarını değerlendirebilmesi için yeterli değildi. Aynı gösteri farklı mekanlarda Türk seyircilere sahnelendiği halde İngilizce olarak anlatıldığında da doğrusunun o olduğunu sandı ve gene alkışladı. Alkışladığı belki de her şeye rağmen o karmaşa içinde tanıdık bildik bulduklarıydı. 

Globalizmin tesiriyle oluşan aşağılık kompleksiyle olsa gerek kareografi, yeniden yaratma, stilizasyon veya düzenleme adı altında Türk Halk Oyunlarının özünden uzaklaştırılıp batı tarzı danslara benzetme çabaları  dikkatlerden kaçmamaktadır. Özellikle sert ve keskin hareketlere sahip oyunların (Artvin, Karadeniz, Adıyaman), figürlerini beceremeyenler tarafından yumuşatmalarıyla da batı tarzı benzetmelere zemin hazırlanmaktadır. Globalizm, yenilik ve değişim gibi güncel isimlendirmelerle kendini çok iyi kamufle etmeyi başarmaktadır. Ancak değişimin kötüye ve iyiye doğru olmak üzere iki yönünün olduğunu, değişimin değil gelişimin esas olması gerektiğini unutmamalıdır. Kültürel anlamda otantiğe gidiş olumlu yönde değişimi yani gelişmeyi; otantikten uzaklaşmak ise olumsuz yönde değişimi yani gerilemeyi ifade etmelidir. Geleneklere bağlılığın geri kalmışlığın başlıca sebebi olduğu teorisini ortaya atanlar da global yapılanmayı savunanlardan başkası değildir.

Dünyaya hakim olmaya çalışan güçler iletişim-bilişim çağının nimetlerinden yararlanarak hakimiyetlerini farklı yöntemlerle sergilemektedir. Millî kültürlere yapılan saldırı bu yolda atılan adımların en önemlisidir. Görsellik taşıyan unsurlarda (sahne sanatlarında, kılık-kıyafette, plâstik sanatlarda, mimarîde) bu tesirleri çok daha belirgin olarak görebiliyoruz. Görsel davranışlar şekil üzerine kurulmuştur ve yabancı kültürün artan tesirlerini yalın olarak ortaya koyar. Bu çerçeveden bakıldığında en basit şekliyle kutlama türü uygulamaların (yılbaşı kutlamaları, yaş günleri, düğün, nişan merasimleri, davetler, vs. ) batının; başka bir deyişle küreselleşmenin mimarlarının dayatmaları olduğunu görürüz. Bu bazen modadır, bazen adâb-ı muaşerettir. Adı ne olursa olsun kökeni, temeli batılıdır. Düşünmek için beyni yerine gözlerini kullanan toplumda görsel unsurların önemi elbette inkâr edilemez. Küreselleşme mantığı içinde dünya büyük bir köydür. Bu köyde belirgin farklılıklar olabildiğince ortadan kalkmalıdır.

Eğer bir toplumu oluşturan bireyler ve gruplar dil, din, ırk, tarih, coğrafya açısından farklı kökenlerden geliyorsa orada çok kültürlülük söz konusudur[6]. Küreselleşme çoğunlukla da çok kültürlü ya da belirli bir kimlik sahibi toplum olmaya aday grupların elinde koz olarak tuttukları ve besledikleri kavramdır. Küreselleşme, millî kültür oluşturamamış toplumların, millî kültür sahibi toplumlar üzerinde kültürel baskı uygulamasından başka bir şey değildir. Kendinde olmayanı varmış gibi göstererek, ekonomik, siyasal ve sosyal bakımdan geri kalmış toplumlara tahakküm edebilmek ve onu kendine bağımlı hale getirmek için ayrıca kültürü de kullanma girişimidir. Bütün dünya büyük bir hızla aynı tür köfte yiyen, aynı marka veya model ayakkabı, elbise giyen, geleneksel yemeklerini “fast food”larda yiyen bir kültüre doğru hızla yol almaktadır. Şehirlerin çöp kutuları, sokaklarında oynayan çocukların tekerlemeleri bile benzer hale gelmiştir.

Farklı ırklardan (gruplardan) oluşan dolayısıyla çok kültürlü toplum olma özelliğini koruyan Birleşik Devletler veya krallıklar; siyasi ve ekonomik hakimiyetlerini kültür hakimiyeti ile de pekiştirmek istemekte, böylece küreselleşme daha başa çıkılamaz bir kavram olmaya başlamaktadır. Teknolojik imkânlarını iletişim-bilişim yöntemleriyle birleştiren bu güçler, her yönden kültürünü empoze etmek istediği toplumlara saldırmakta; kâh dilini konuşmadığı için insanları öldürmekte, kâh siyasal hakimiyetlerini kabullenmedikleri için iktidarlarını başlarına yıkmaktadır. Teknoloji kültürün temel vasıtasıdır, bu bakımdan ileri bir kültür ileri bir teknolojiden uzak kalmamalıdır. Ancak ileri teknolojiler de kültürleri bu kadar acımasızca soysuzlaştırmak için kullanılmamalıdır.

Küreselleşme, gelişmekte olan toplum değerlerini tehdit edebilir; yeni bir dünya kültürü projesiyle millî kültürleri aşındırmak ve eritmek isteyebilir. Küreselleşmenin oluşturduğu küresel köy olan dünyada kurumlar, insan grupları, davranış kalıpları ve tüketim birbirine bezeyebilir. Heterojen yapı, homojen hale dönüşebilir. Dayanışma yerine rekabet, sosyalleşme yerine bencillik, değer ölçüleri yerine ölçüsüzlük, kurumlara, aileye, devlete başkaldırı, toplumda sosyal çözülmeler ortaya çıkabilir. Bütün bunlara rağmen, yerli kültürün çok kuvvetli olduğu noktalarda yabancı unsurlara karşı önemli bir direnme görülebilir.

 

Küreselleşmeye rağmen küreselleşmeye karşı bilinçsiz olanların yanında bilinçli girişimlerin olduğunu görmek umutlarımızı diri tutuyor. Küreselcilerin en büyük kozu iletişim-bilişim araçlarının kültürleme (inkültürasyon) araçlarından en önemlisi olan televizyonlarda; eski komşulukların, dostlukların, mahalleli olmanın, bakkalın nasıl bir şey olduğu anlatılıyor. Her ne kadar bir şarklının evinde şark köşesi düzenlemesi komik sayılabilirse de o özlemi taşıması küreselleşmeye bir başkaldırı kabul edilebilir. 

 

Tavır ve zihniyet değişmelerinin küreselleşmenin etkinliğinin artmasında önemli rolü vardır. Toplum zihniyet değişmelerinin ardından kendi kültürüne karşı tavır takınabildiği gibi, tam tersi bir davranışla temsil ettiği millî kültürünü sahiplenebilir. Bu da inkültürasyon’un olağan bir sonucu olarak karşımıza çıkar. Sürekli kültürel baskı altında tutulan, ezilen toplum bu baskıya karşı bir tepki oluşturacak, kendi kültürünü baskın kılmak için karşı saldırıya geçecektir. Türk millî kültürünün herhangi bir resmî desteğe sahip olmadan bugüne kadar gelmesinde, olağanüstü bir canlılıkla ayakta kalmasında bu karşı saldırı en temel etkendir. Türk Müziği baskılara maruz kalmasına rağmen üstelik kendini geliştirerek bugüne kadar gelebilmiş, kurum ve kuruluşlarıyla yaşamayı sürdürmektedir. Türk millî kültürü yaşama ve direnme yeteneği olduğunu zaman zaman göstererek bugüne kadar gelebilmiştir. Bu kadar yoğun değişim baskılarına ne kadar dayanabileceğini zaman gösterecektir.

 

Sonuç olarak:

 

  1. Küreselleşme dayatmasıyla mozaik kültür kavramını ortaya atanların, Türk kültürünün ve folklorunun mozaiklerden hangisi olduğunu göstermesi de gerekmektedir.
  2. Unutulmamalıdır ki, kendi kimliğini ve kişiliğini oluşturan millî kültürüyle bağları kopan bir toplumun, hem başka kültür ve medeniyetlerle yaratıcı ilişkiler kurabilmesi, hem de özgüvenini ve gücünü koruyabilmesi imkânsızdır. Erimiş ya da güdükleşmiş kültürlerin oluşturduğu bir dünya da, sadece daha çok sevimsiz olmakla kalmayacak, aynı zamanda çok daha kolay denetlenebilir ve yönetilebilir olacaktır.
  3. Amerikanlaşma eğilimi –sömürge imparatorlukları kurmuş topluluklar haricinde- bütün dünyayı sarmıştır. Küresel kültür Amerikanlaşma çerçevesinde gelişmektedir. Amerikan kültürü karşısında direnmenin imkansız olduğu kanaati böyle bir direncin gereksiz olduğu düşüncesiyle de birleşmekte ve bu noktada küreselleşme başlamaktadır.
  4. Başlangıç itibarıyla küreselleşmeyle mücadele psikolojiktir. Bunun da kendi içinde üç temel boyutu vardır. Birincisi küreselleşmenin son derece masum içerikle sunulması ya da dikkatlerin iktisadi sömürü amacı yönüne çekilerek asıl önemli olan kültürel boyutun ihmal edilmesi ya da yok sayılması; ikincisi küreselleşmenin kaçınılmaz olduğu düşüncesinin pekiştirilmesi; üçüncüsü de küreselleşmeye katılmayan toplumların medeniyet dışında kalacağının ifade edilmesi ve topluma korku aşılanmasıdır.
  5. Tek-tipleşme olgusu, kültür için ciddi bir tehlikedir. Kültürde tek tipleşme olgusu milli kültürlerin zayıflaması ve düşünce biçimlerinin de bir örnek hale gelmesi üzerine kuruludur. Küçülen (büyük bir köy haline gelen) dünyada toplumların birbirlerini anlamaları ve uyum sağlamaları görüntüsü altında, tek merkezden pompalanan önerilere uyulması öneriyi getirene "itaat" edilmesi sonucunu, itaat de kültürel bağımlılığı beraberinde getirecektir.
  6. Küreselleşme değişim; küreselleşme karşıtlığı statükonun devamı anlamına geldiği sürece, bütün olumsuz gelişmelere ve kültür emperyalizmi şeklinde görünmesine rağmen “küreselleşmeye hayır" söylemi toplumda kolaylıkla taraftar bulamayabilir. Ülkemizde halk mevcuttan o derecede bıktırılmıştır ki, değişim anlamına gelen pek çok yaklaşıma hiç bir ön değerlendirme yapmadan destek verebilmektedir. Sözde halkın anlayabileceği şekle dönüştürülmek adına kötü icra edilen halk oyunları ve türküler, yanlış anlatılan folklorik değerler yozlaşmayı getirebilir. İşte yoz müzik, yoz kültürel gelişme olarak yorumladığımız olgular bu noktadan kaynaklanmaktadır.

Öneriler:

1.      Bir Türk Halk Kültürü Atlası hazırlanmalı ve yayınlanmalıdır. Ülkemizde böyle bir atlası hazırlayabilecek bilgi ve belge birikimiyle, bu bilgi ve belgeleri değerlendirebilecek çok değerli bilim adamı, araştırmacı ve uzmanlarımız vardır. Bu iş günü kurtarmak adına değil, halk kültürünün gerçek sahiplerine yaptırılmalıdır.

2.      Halkın anlayabileceği şekilde müzik yaparak halk oyunları oynamaktansa, halkın yapılan müziği ve oynanan halk oyunlarını anlaması sağlanmalıdır.

3.      Türkiye’nin bir kültür mozayiği değil kültür alaşımı olduğu kabul edilmeli; alaşımların birbirinden ayrılmasının mozaik kadar kolay olmayacağı anlatılmalı, böylece kültürel ırkî tabanlı bölünmeler engellenmelidir.

4.      Türk kültürünün hem Orta Asya, hem de Anadolu kökenleri topluma belletilmeli, bugün var olan kültürün bütün ihtişamıyla binlerce yılın birikimleri üzerine bina edildiği unutturulmamalıdır.

5.      Millete Türk Halk Kültürü adına bildiklerinin yanında, bilmesi gerekenler gösterilmeli veya dinletilmelidir. “Halk böyle istiyor” söylemi sona erdirilmeli, halka kendi istediğinden ziyade, otantik olan, doğru olan öğretilmelidir.

6.      Müzik evrensel ise, Türk Müziği adı verilen bir müzik türü varsa, Türk Müziği de bu bağlamda evrenseldir. Topyekûn olarak Türk Müziği’nin evrensel olmasını istiyorsak, halkın desteği sağlanmalı; bu destek için de müziğimiz ve folklorumuz en iyi şekilde öğretilmelidir. Halkının bile layıkıyla tanımadığı, bilmediği bir müziği ve folklorü (halk oyunları değil) evrensel yapmaya çalışmak hayal kurmaktan başka bir şey değildir.

7.      Folklorik değerlerimiz, anlayacakları dilde anlatılmak uğruna yabancı ambalajlar içine sokularak aktarılmamalıdır. Bunu yapmaya çalışanlar bilimsel çalışmalarla engellenmelidir.

8.      Halk açısından kültürel durum değerlendirilmeli, gerekirse kuruluş yıllarında Devlet Opera ve Balesi’nin Anadolu’daki tanıtımına benzer tanıtımlarla Türk folkloru kasaba kasaba, hatta ev ev tanıtılmalıdır.

9.      Müziğimizde yer alan basit ayırımlarla adeta aşağılar gibi isimlendirmelere son verilmelidir. Gerekirse yeni isimler üretilmelidir. Türk Halk Müziği dışındaki Türk Müziği türlerine Türk Sanat Müziği, Türk Müziği, Klâsik Türk Müziği, İleri Türk Müziği gibi isimler verilmesi sanki Türk Halk Müziği’nin sanat yönünün bulunmadığı veya Halk Müziğinin sanki Türk halkının müziği olmadığı gibi haksız çağrışımlara neden olmaktadır.

10.  Ülkemizde üniversiteler bünyesinde Türk Halk Oyunları Bölümleri kurulmaktadır. Önceleri İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nda kurulan bu bölümü diğer üniversitelerin Türk Halk Oyunları Bölümleri takip etmiştir. Bu bölümlerden mezun öğrencilerimiz çoğu zaman ya kendisine öğretilenlerle yetinmek, ya da değişim adı altında farklı rolleri üstlenmek zorunda kalmıştır. Halbuki onlar sadece Halk Eğitim Merkezleri’nde veya okullarda öğreticilik ve yöneticilik yapacakları yerde, saha araştırması yaparak yerinde görüp inceledikleri oyunları topluma kazandırabilirlerdi. Ülkemizde her şeye rağmen değişimin yönünü belirleyen gücün “okullular” olduğu gerçeğini de göz ardı etmemeliyiz. Halk oyunları sadece bir “oyun” değil, halkın ortaya koyduğu kültürün somut göstergeleri olduğu gerçeğinden yola çıkılarak ele alınmalı ve değerlendirilmeli; bu sahada da yozlaşmaya engel olunmalıdır. [Türk Halk Oyunlarını yerinde öğrenip (2000 yılında Trabzon’un Şalpazarı ilçesine horon öğrenmeye gelmiştir.) 15 yıldır Belçika’da icra eden “Kavak Halk Oyunları Ekibi”nin grup şefi Jean Marie Criel, 700’ü aşkın Türk Halk Oyunları kostüm örneğine sahip olduğunu söylüyor[7]. Türkiye’de yaşayan insanlar folklorik kıyafetlere bakarak yöre tahmininde dahi bulunamamaktadır.]

11.  Küreselleşmenin kötü etkilerinden korunmak adı altında batıdan uzaklaşmak da yanlıştır. Kültürlerin insanlar arasındaki sosyal münasebetler sonucunda yayılıp güçlendiği gerçeğini göz ardı etmeden, batıyla temastan kaçmamalıyız. Kültürünü iyi tanıyan, iyi bilen, kültürünün gücünün farkında olan toplumların başka kültürlerin ancak olumlu etkilemelerine maruz kalabileceği unutulmamalıdır.

 

Globalism and Folklore ( National Culture)  

Abstract

 

Globalism is mostly dealt with in context of economy or politics in the literature. The effect of globalism on culture, however, is also important due to the radical changes in customs, habitats and traditions, being the most important components of national identity, with an exterior impact and unwillingly. These changes are visible, for reverse role by attracting the reactions of the nation, so that some of the cultural values are preserved more strictly and reached up today.

 

As a result, the effects of the not at all innocent globalism on the national culture as well the national identity will bring cultural dependence which causes loss and degeneration of the national culture, thus degenerated dance and music. To handle these influences, researches on cultural elements and history have to be held scientifically, the results have to be published widely and these have to be used in formal and informal education.
 


* Folklor / Edebiyat, Cilt: 12, sayı: 454, 2006/1, Ankara 2006, s. 11-18.
 

[1] Emre Kongar, “Üçüncü Küreselleşme Ne Getirecek” / Aydınlanma, www.kongar.org; tarım devriminin neolotik çağlarda başladığıyla ilgili olarak bkz. Bozkurt Güvenç, İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi, İstanbul 1974 2, s. 161 vd.
 

[2] Ralf Dahrendorff, “Die Globalisierung und ihre sozialen Folgen werden zur nächsten Herausforderung einer Politik der Freiheit” Die Zeit, 14.11.1997; Hüdaverdi Adam, “Millî Kültür ve İnançlarımız Işığında Küreselleşme Olgusu”, Yeni Ümit, sayı: 61 (Temmuz-Ağustos-Eylül 2003), İzmir 2003, naklen.
 

[3] A.L. Koroeber, C.Kluckhohn, Culture: A Critical Review of Concepts and Definitions, New York, 1952,
s. 11-73; Bozkurt Güvenç, İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi, İstanbul 19742, s. 96 naklen.

 

[4] Türkçe Sözlük, TDK Yayınları, İstanbul 1983.
 

[5] Arzu Öztürkmen, Türkiye’de Folklor ve Milliyetçilik, İletişim Yayınları, İstanbul 1998, s. 15.
 

[6] Emre Kongar, “Küreselleşme, Mikro Milliyetçilik, Çok Kültürlülük, Anayasal Vatandaşlık” / Makaleler, a.g.y.

 

[7] Zaman Gazetesi, 21 Ağustos 2000; www.bel-turk.com./Kavak64.htm