(Bu yazı, CNBC-e Dergi Nisan 2006 sayısında yayımlanmıştır)

 

 

 

Haneke’den boğulan yaşamlar: ‘Code inconnu

 

Code inconnu: Récit incomplet de divers voyages / Bilinmeyen Kod’ filminde görünmeyen bir erkek karakter, “bana gerçek yüzünü göster!” diye seslenir. Perdede görebildiğimiz tek kişi Anne’dir. (Juliette Binoche). O, bu gizemli konuşmacının esiri olduğunu hisseder. İsteklerini yerine getirmezse, adam kendisini öldürecektir. Görünmeyen kişinin sesi ısrarla devam eder, “kendin ol, yüzünde gerçek bir ifade göster bana.” Kadının yaşamı öylesine dengelidir ki, adamın ne demek istediğini bir türlü anlayamaz.

Bu sahne, usta Avusturyalı yönetmen Michael Haneke’nin Code inconnu(2000) filminin can alıcı bölümüdür. Haneke’nin karakterlerinden hiç biri kendi gerçek iç yüzünü sergilemez. Bu yüzden kimse, bir başkasını gerçekten tam anlamıyla tanıyamaz. İnsanlar elbette birbirleriyle yetersiz de olsa iletişim kuruyorlar. Bu filmde de birçok insanın yollarının kesiştiği modern Paris’in orta yerinde insanlık, derin bir yalnızlık yaşıyor.

Krysztof Kieslowski’nin Three Colours üçlemesi, 90’ların sinemasında en önemli bir arayışın ürünleri oldu. Bu filmlerin bıraktğı yerden hareketle, Haneke’ninCode inconnu’ filmi de, sınırların yokolmaya başladığı dünya setinde, Kuzey-Güney, zengin-yoksul, erkek-kadın kutupları arasındaki anlaşmazlıkların daha da büyüdüğünü gösteren daha geniş akımlara yaslanan bireylerin filmi oldu. Bu arada, Kieslowski’nin ‘Üç Renk: Mavi’sinde de başrolü oynayan Juliette Binoche, değişik serüvenlerde yer almayı seven bir oyuncu olarak, bu filmdeki oyunuyla da büyülemeyi sürdürüyor.

Romanya’dan göç eden bir mülteci Maria, bir savaş fotoğrafçısı George, sağır ve dilsiz çocuklara müzik öğretmenliği yapan Amadou, onun babası Afrika kökenli bir taksi şoförü ve genç bir oyuncu Anne… Farklı dünyalardan gelen, aynı bulvarda yaşayan bu insanlar birbirlerini anlamak için uğraşsalar da, sonuçta hep bir felaketle karşı karşıya kalırlar. Birbirinden bağımsız bu insanların hayatları perdeye geçişler yapılarak (paralel kurgu ile) yansıtılırken, bu hayatlar ve kaderleri, finalde büyük bir ustalıkla birleştirilir. Özellikle, seyircinin çoğu sahnede filmle özdeşleşmesini önlemek amacıyla mesafe koyan bir anlatım yolu tercih edilerek, sahne bitimleri karartmalarla sağlanmıştır.

“Gündelik yaşamın karmaşasını gösterebilmek için uğraşıyorum. Çünkü,  belirsizliklerle dolu. Örneğin insancıl bir jestte bulunduğunuzu sanırsınız ama bu jestiniz, çok olumsuz sonuçlara neden olabilir. Ben, cevapları verebilmek için değil, doğru soruları sorabilmek için varım. Düşünme zahmetine girmeden, sürekli sürpriz bekleyen Amerikalı seyircilere göre film yapamam ben. Seyircinin düşünmesini isterim” diyen Haneke, ‘Bilinmeyen Kod’u bir puzzle gibi örmüştür. İpuçları vererek anlattığı değişik düzlemlerdeki hikâyelerin alt metnini çözmemizi ister. Kendine yabancılaşmak, duygusal katılaşma, gerçeklik ruhunu yitiren gerçeklik, kendi yarattığı şiddeti tüketen insanlık ve birbirlerini anlamaya çalışamadığı için bir türlü ‘birleşemeyen Avrupa’, ırkçılık, çocuk istismarı ve evsiz insanlar gibi konularda konuşan karakterleri aracılığıyla seyircisinin tepkilerini kışkırtmayı becerebilen Haneke, zamanlama, gerilimi tırmandırma ve mantıklı bir olay örgüsü kurma gibi film standartlarını elinin tersiyle iter. Birkaç satırlık bir özet fazlasıyla yeterli aslında” dediği seyircisine, uzun uzadıya diyaloglar ya da tersine, upuzun sessiz sahneler sunar. Seyirciyi kızdırmaktan, bunaltmaktan hiç çekinmez. Haneke, ‘düşünmemiz’ için binbir zahmete sokarak, hınzır bir gülümseyişle, bize “huzursuz seyirler” dilemeye devam ediyor.

 

Suha Çalkıvik