(Bu yazı, CNBC-e Dergi’nin  Ocak 2004 sayısında yayımlanmıştır)

 

© Suha Çalkıvik

 

 

 

GERÇEKÜSTÜCÜ BİR SİNEMA CAMBAZI: Federico Fellini 

 

 Fellini Satyricon (1969) ve Fellini’s Roma (1972) filmleri ile Federico Fellini, bu ay CNBC-e ekranlarında Ustalara Saygı kuşağında boy gösteriyor. Gaius Petronius’un aynı adlı oyununun bir bölümüne dayanan Satyricon, bir uyarlamadan çok, özgün eserin temaları üzerine özgür bir fantezi sergisi. Zevk düşkünlüğü ve iktidar sarhoşluğunun mekânı olan antik dönem Roma’sı atmosferinde Fellini sinemasını oluşturan garip tiplemeler ve olaylar düşsel, marazi ve en uç üslupla dile getiriliyor. Film, imparator Neron’un sarayındaki ilişkilerin ekseninde Roma’dan çok Roma’nın perde arkasını anlatıyor. Hicivsel, gerçeküstücü ve erotik ögelerle örülmüş Satyricon, Pasolini’ye adeta bir saygı duruşu.

   Fellini’s Roma filminde ise yönetmen, aşk, tiksinti ve kötümserlikle bağlandığı Roma’yı geçit töreni yaparmışcasına görsel bir şölene dönüştürüyor. Bu şölende Fellini’nin kente karşı hissettikleri kaosa dönüşür. Dramatik bir bütünlük gözetmeden çekilen filmde Anna Magnani’nin incelikli oyunculuk performansı da gücünü hissettiriyor. Film çekildiği sıralarda kanserle mücadele eden Anna Magnani bir yıl sonra hayata veda edecekti. Bu dev oyuncunun göründüğü son kareleriyle Fellini’nin Roma’sı bir başka anlam kazanıyor.

   Federico Fellini 1920’de Rimini’de doğdu. Rahiplerin yönettiği yatılı bir ilkokulda  okurken 10 yaşında evden kaçarak bir sirke katıldı. Kasabalarda dolaşarak geçen ilkgençlik yıllarının ardından Floransa’ya taşınarak üniversite’ye kaydoldu. Derslere devam etmeyip, bir mizah dergisinde karikatürler çizmeye, yazılar yazmaya başladı. 1939’da Roma’ya giden Fellini senaryo çalışmaları yaparken, bir yandan da radyo skeçleri yazıyordu. 2. Dünya Savaşı sırasında bir tiyatro kumpanyası ile tüm İtalya’yı dolaştı. 1943’te oyuncu Giulietta Messina ile evlenen Fellini aynı yıl aradığı fırsatları buldu. Roberto Rossellini ile Roma, Citta Aperta-Roma, Açık Şehir ve Paisa’nın senaryoları üzerine birlikte çalıştı. Alberto Lattuada ve Pietro Germi  ile de senaryo çalışmaları yaptı. 1950’de Lattuada ile ortaklaşa çektikleri Luci del Varieta-Varyete Işıkları ile yönetmenliğe ilk adımını attı. Yönetmenliğe 1952’de çektiği La Scecicco Bianco-Beyaz Şeyh ile başladığını söylemek daha doğru olur. Ama adını asıl duyuran 1953’te çektiği otobiyografik filmi I Vitellino-Aylaklar oldu. Bu filmin başarısının ardından, hem kendi ününü pekiştiren, hem de eşi Giulietta Messina’yı yıldızlaştıran La Strada-Sonsuz Sokakları (1954) çekmesi için ona daha büyük kaynaklar sağlandı ve bu filmi ile en iyi yabancı film Oscar’ını kazandı. Yönetmen, La Notti di Cabiria-Cabiria’nın Geceleri’nde Katolik değerler üzerine yargılarını sergiledi. Film protesto seslerinden ve sansürün makasından nasibini almasına rağmen ikinci kez en iyi yabancı film Oscar’ını kazandı. Fellini 60’lı yıllarda uluslararası çapta hem ticari hem de eleştirel açıdan büyük başarılar sağlayan filmler üretti: La Dolce Vita-Tatlı Hayat, Otto e Mezzo-Sekiz Buçuk. Fellini bu filmleri ile Cannes’da Altın Palmiye’yi kazandı. Bu filmleri Amarcord (1973), Prova d’Orchestra-Orkestra Provası (1978), E la Nave Va-Ve Gemi Gidiyor (1983), Ginger e Fred (1985), Intervista-Görüşme (1987), La Voce della Luna-Ay’ın Sesi (1989) izledi. Sinema kariyeri boyunca Fellini, dört kez en iyi yabancı film Oscar’ı ve ölümünden (1993) kısa bir süre önce de yaşam boyu başarı Oscar’ı ile onurlandırıldı. Fellini Fellini’yi Anlatıyor adlı kitapta (Afa Sinema-1989) yer alan söyleşide Fellini hayatında neleri sevmediğini şöyle sıralıyor: ‘Partileri, bayramları, işkembeleri, görüşmeleri, yuvarlak masaları, imza taleplerini, sümüklüböcekleri, seyahat etmeyi, sıraya girmeyi, dağı, sandalları, transistörlü radyoyu, lokantalardaki müziği, genelde  müzik dinlemeyi, garip hikayeleri, futbol seyircilerini, baleyi, Noel süslemelerini, gorgonzola peynirini, ödül verilmesini, istridyeleri, Brecht’ten sözedilmesini, resmi yemekleri, birisinin şerefine kadeh kaldırmayı, nutukları, davet edilmeyi, bir şey hakkında fikrimin sorulmasını, Humphrey Bogart’ı, küçük sınavları, resim sergilerine davet edilmiş olmayı, genel provaları, elyazmalarını, çayı, papatya çayını, havyarı, herşeyin ilk gösterim öncesi gösterimini, özdeyişleri, gerçek insanı, gençlerin filmlerini, teatralliği, ateşli çalışmayı, soruları, Pirandello’yu, güzel manzaraları, para yardımını, siyasal- psikolojik ve tarihsel filmleri, kepenksiz pencereleri, bağlanmayı ve bağlanmamayı, ketçabı sevmem.’

 

Suha Çalkıvik