Malatya Malatya ...


Giriş Sayfası Duygusal ve Bireysel Genel Temalar Fikir ve Elestiri Makaleler


 

 

MALATYA’DAN ŞEHİR VE İNSAN MANZARALARI

(21.01.’09)

 

Hep, İstanbul’u yazacak değilim ya, biraz da Malatya’dan insan ve şehir manzaralarını çizmek istiyorum kendi penceremden.

İçimde kopan fırtınalara kapılmışlığımdan tam anlamıyla yakamı sıyıramamış olsam da, ruhen sıkıntılı bir yolculuğun ardından güzel memleketim Malatya’dayım. Evet, memleketim çok güzel ama sadece memleketim güzel. İnsanı için aynı şeyi söylemeye dilim pek varmıyor.

İstanbul soğuktu, burası İstanbul’dan bile daha soğuk. Yok, yok; hayır; ben, sadece içimdeki fırtınaların soğuğundan üşümüyorum, gerçekten hava da çok soğuk. Her ne kadar Karakaya, Keban ve birkaç sene içinde bitmiş olan taze gelin Çat barajlarıyla çepeçevre sarılmış olsa da Malatya’nın havası kuru, haliyle hava da kuru ayaz.

Malum, önümüzde yerel seçimler var. Belediye’miz, tüm belediyeler gibi hummalı bir çalışma içinde. Yollar delik deşik, güzelim Kapalı Çarşı’nın üstü hâlâ şantiye alanı gibi. Hele güzelim Kanalboyu’na ne demeli? Son birkaç yıldır orada trafik çok sıkışıyordu akşam saatlerinde ve belediye de gerçekten iyi tespit etmiş ve doğru bir gereklilikle Kanalboyu’nda, yanlış bir düzenlemeye gitmiş: Yolu genişletmek yerine kaldırımları genişletip, yolu sadece tek araç sığacak genişliğe indirmiş. Oysa zaten oranın sorunu, sağ şeritteki park halindeki araçlar ve haliyle ip gibi dizilerek giden araçların fazla oluşu değil miydi? Park yasağı getirmek ve sadece 30’ar santimetre her iki yandan da genişletmekle çift sıra trafiğe uygun hâle getirmek daha doğru olmaz mıydı? Görselleştirmek güzeldir de görsel zenginlik yaratma çabaları, fakir çözümlere sebep olacaksa çok da yerinde bir çaba olarak değerlendirilemez. Çevreyolunda yapılan alt geçit çalışması tamamlanmış ve şaşırtıcı bir biçimde başarılı bir uygulama olmuş çünkü bundan önce Sıtmapınar’ı ve Emeksiz’de yapılan – yapılamayan mı demeliydim – alt geçitler tamamıyla mühendislik faciasıydı. Bir de belediyenin, neyi amaçladığını kestiremediğim bir uygulaması daha olmuş ki o da aklılarla zarar: Çok alâkasız yerler tek yöne indirilmiş. Beş Konaklar tek yön yapılmış, Fuzuli Caddesinden sola dönüşü yasak olan yol sayısı artmış; kısacası, kanaatimce trafiği taşıyan arterler resmen baltalanmış.

Şehrin fiziği yıllardır, kentsel dönüşüm adına başarısız uygulamalara maruz kalırken; son 6-7 senedir artan göç nedeniyle sosyolojisi de tamamen dejenerasyona maruz kalmaktan kurtulamamış. Bundan, daha birkaç sene evvelinde çarşıda yürürken her iki kişiden biri sima olarak da olsa tanıdıktı şimdi ise kaldırımlara sığmayan kalabalığın arasında tek tük tanıdık görülür hale gelmiş. Hadi, tanıdık olsa ne olmasa ne? Lakin ilginç bir şekilde şehrin yapısı da hayli bozulmuş. Bundan birkaç öncesine kadar “kapkaç”, “tinerci”, “toplu taşıma sapıkları”, “trafik yoğunluğu” gibi kavramlar Malatyalı için çok uzakken, bugün artık Malatya’da da bunlar ayyuka çıkmış durumda.

Nedenlerini dışarıdan alınan göçe bağladığım birçok sorunsal mevcut. Her an birini dövme potansiyeline sahip, uzatılmış enseli, arkaya yatırılmış briyantinli saçlarıyla işsiz ve suç potansiyeline fazlasıyla sahip tiplerle dolmuş Malatya. Üstlerde deri ceketler, geneli kumaş olsa da altına kundura giyilmiş kotlar, ellerde tespih, iki yana açılmış “buraların dayısı benim” edasında tipler… Her geçen kıza laf atma (ki öyle böyle laflar değil), biraz olsun farklı olana bir şekilde sataşma sebebi arama, yol ortasında insanları rahatsız edici şekilde taşkınlıklar küfürleşmeler… Kısacası, her yaştan, zibil1 gibi maganda dolmuş. Oysa, bizim zamanımızda –bizim zamanımızda diyorum çünkü ben Malatya’dan ayrılmadan öncesine kadar bu durum çok ama çok daha azdı- böyle miydi? Büyük- küçük bilinir, insanlar rahatsız edilmez; herkes birbirine çok daha saygılı davranırdı.

Kara çarşaf… Çok daha eskilerde, Malatya’da görülen şey değildi. Bugünse; yazın sıcağında, geçin askılı giymeyi, kolsuz giyilen bir badiye bile herkes farklı gözle bakar olmuş. Uzunu kısası fark etmez, etek giyen bir kız mı var, o kızcağızın işiteceği laflardan sonra psikolojisinin vay haline… “Caddede, sevgilinle el ele tutuşup gezemesin” diye adam dövdüler bu şehirde geçen sene…

Hatırlarım da daha 10-15 yaşları arasındayken, biz bu şehirde ta İstasyon’dan Çarşı’ya gecenin 3’ünde bile elimizi kolumuzu sallayarak yürürdük. Şimdi ise akşam 10’dan sonra erkek başıma –hem de 23 yaşında olmama rağmen- dahi yürümeye tırsar oldum o saatlerde. Buyurun buradan yakın…

Daha spesifik örnekler de vermek istiyorum. 19 Ocak Pazartesi, 20.05 suları… Malatya’nın tek sineması olan “Yeşil Sinema”’dayız: kardeşim, bir arkadaşı ve ben… İzleyeceğimiz filmin gösterileceği salona girmek için beklerken, başka bir salondan çıkmakta olan insanlar… İçlerinden bir tane; pos bıyıklı, kaşe paltolu, saçları itina ile yana taranmış, gayet kalıplı, sert görünümlü ve kırkını çoktan devirmiş bir amca… O saatte bir erkeğin iki kızla sinema ortamında bulunmasını anlam veremediğim bir şekilde ters karşılıyor olacak ki karşıladığı biçimde gözüme gözüme bakarak geçti. Hoş; o, dik dik baktıkça ben de aynı bakışlarla karşılık verdim. Yanımdaki insanın kardeşim olmasını da geçtim, kız arkadaşlarımdan biri olsa dahi ona ne ki? Zaten, kız arkadaşım dahi olsa ortada bir yanlışlık yokken, ona göre yanlış olması demek bana o şekilde bakabilme hakkı tanır mı? Biz değil miydik, küçükken gecenin 12’lerine kadar sokaktaki kızlı erkekli tüm çocuklarla saklambaç oynayan?

Despotizm, mahalle baskısı, peşin hüküm gibi öküzlüklerin had safhaya çıktığı güzide şehrimde, aynı arabada bir kızla bir erkeğin bulunuşu da dehşet verici bir şekilde “ahlâksızlık” olarak karşılanmaya başlamış, hatta öyle bir hâl almış ki erkekle bayanın kardeş olabilme ihtimali bile düşünülmez hâle gelmiş. Kardeşin dahi olsa, bir bayan varsa arabada ve yan koltukta oturuyorsa; civardaki tüm gözler, ayıplar bakışlarla abradakilere dikilir olmuş.

Fısıltı gazetesi, -zaten ben kendimi bildim bileli, şehrin küçük olmasından ötürü hemen herkesin birbirini tanıyor oluşundan kaynaklı olsa gerek- Malatya’da hep vardı ama son yıllarda dedikoduların artık haddini aşar laflarla yapılıyor hale gelmiş olması, bu gıybetlerinse duyan tarafından itibar görüyor olması da ayrıca şaşırtıcı. İnsanlar, üstlerine vazife olmayan her şeyi üstlenmeyi kendine borç bilmeye başlamış, bir gördüğünü bin de katarak sağına soluna anlatır olmuş: “Şunun kızı şurada falancayla şöyle yapıyordu.” , “Bunun oğlu şuna şöyle dedi.” …

Bütün bu olumsuzlukları gördükçe de “Ailem burada olmasa, bu şehre ayak dahi basmam.” düşüncemi daha da sabitleştiriyor. Bugünkü Malatya, “Malatya’m” dediğim şehirden –insanları olarak- çok ama çok uzak. Eğer, şehre doğru akmaya devam eden göç, ne yapılıp ne edilip biran önce durdurulamazsa yarınki Malatya bugünkünden bile çok ama çok daha bağnaz, despot ve önyargılı bir şekle bürünecek. Bahsi geçen olumsuzluklara eklenebilecek o kadar fazla irili ufaklı şey var ki ne satırlar yeter ne de yazmaya sabrım. Ben, bu şehirde “Malatyalılar Derneği” görmüş adamım yahu. Malatya’da Malatyalılar Derneği… Resmen “Malatyalılar azınlık hâline geldi.” anlamına gelen, somut bir işaret bu. Malatya’ya gelen, Malatyalı’ya uyum sağlaması gerekirken, bunu beceremediği gibi Malatyalıyı dejenere etmeyi bir şekilde başarabilmekte. Bu dejenerasyon bu hızda devam ederse Malatya, Malatya olmaktan tamamı ile çıkacaktır.

 

                                                                                                                        Emre Utku ÖZEN