Delikanlılık Üzerine


Giriş Sayfası Ben Kimim Kalemimden Akademik Arşiv Konuk Yazarlar Sizden Gelenler Ziyaretçi Defteri Bana Ulaşın Faydalı Linkler


 

Delikanlılık Üzerine

 

(24.10.2005) (Siteye Ekleniş Tarihi: 11.02.2009)

 

Lise çağındaki erkek çocuklarının çok kullandığı bir deyimdir "Delikanlılık"... İçi dışı bir olmak, düşündüğünü söylemek, korkmamak gibi değerleri ihtiva eder 12 karakterlik bedeninde. Tam olarak Avrupa’daki ahlak diye nitelendirilebilir. (Onların ahlak anlayışı bizimkine göre biraz daha garip. Adam çalmasın çırpasın, dürüstçe çalışsın, yalan söylemesin, ahlaklı olur. Bizimle aralarındaki çok önemli farklar var. Sizin plajlarda çırılçıplak gördüğünüz kadınlar, homeksüeller, alkolikler vs. bizde ahlaksız olarak değerlendirilmelerine rağmen, çok "honesty" biri olabilir).

 Nasıl birşey peki bu delikanlılık? İyi mi kötü mü? Atlamayın hemen öyle "iyi" diye. Tartışacağız biraz bu gece. İyi taraflarını kötü taraflarını masaya yatırıp inceleyeceğiz. Sonuçta, bir karar verin siz, ben zaten verdim. Maksadım sizi kötü taraflarına karşı uyarmak.

 Kötü taraflarından bahsetmek istiyorum ilk önce. Bir kere delikanlılık dediğiniz şey, öyle parayla alınıp satılan birşey değil. Kolay kazanılmıyor yani delikanlılık sıfatı. Birkaç kişinin arkanızdan delikanlı diye bahsetmesi bile yeterli değil. Aslına bakarsanız, yalnızca kendiniz anlayabilirsiniz delikanlılık katsayınızı. Yaptıklarınıza söylediklerinize düşündüklerinize bakın öncelikle. Düşündüğünüz şeyi (burada düşünmekle aklından geçirmek arasındaki ince çizgiye dikkatinizi çekiyorum) çekinmeden, getirilerini de göz önünde bulundurarak (göz önünde bulundurmazsanız eşşek cesareti gibi bi durum söz konusu olur), bunlardan korkmadan, korksanız da "Ne olursa olsun ulan! Böyle düşünüyorum ben, aha aslanlar gibi de söylüyorum işte!" diyerek dile getirebilmeniz ve de bu dediklerinizi insanlara gösterebilmeniz, sözünüzün arkasında durmanız, uygulamanız gerekli.

 Dile getirme, delikanlılığın ilk safhası gibi görünse de bunun öncesi ve sonrası var. Öncesine bakacak olursak (bence işin en zor kısmı burası oluyor) karar verme sürecini görüyoruz. Kendimden örnek vermek istemiyorum. Ama şöyle anlatabiliriz: oturmuş bir takım düşünceler ve prensipler şart. Çünkü söylenecek şey konusunda daha önceden net bir kararınız yoksa, enine boyuna düşünmediyseniz o konuyu, eğrisini doğrusunu ölçüp biçmediyseniz, o düşünce büyük bir ihtimalle size ait değildir. Muhtemelen daha önceden duyduğunuz, hoşunuza giden ama anlamını tam olarak kavrayıp da benimseyemediğiniz bir mevzuudur bu. Ve böyle bir konudaki düşüncelerinizi (düşünce mi akıldan geçirme mi sorusunu yineleyin) söylemenin bedelini çok ağır bir şekilde ödeyebilirsiniz. Konuştuğunuz kişi sizi haksız çıkarabilir ve aslında savunmadığınız bir düşünceyi savunuyor görünebilirsiniz. (Orhan Pamuk çok iyi bir örnek olabilir aslında burada. Düşünmediği, onaylamadığı bir şeyi söylemiş ve yazar kişiliğinden dolayı da "Ben aslında öyle demek istemedim, şöyleydi o mevzu" gibi küçültücü bir savunma yapmaktan kaçınmış, "Evet kardeşim, söyledim, ağzımdan çıktığı için de arkasında duruyorum, bana bu yakışır" demiş talihsiz yazarımız. Delikanlılığından ötürü saygı duyuyoruz.) İşte en büyük kötü yönü delikanlılığın burası; "haksızlığa uğramak".

 Dile getirme safhasına bakalım biraz da. Oturmuş, kafa patlatmış, araştırmış, soruşturmuş, bir karar vermiş olmalısınız bir şeyi dile getirmek için. Hatta o kadar düşünmüşsünüzdür ki, siz o cümleleri söylediğiniz anda muhatabınızın tepkisinin ne olacağını, yüzünde nasıl bir ifade olacağını, nasıl cümlelerle size cevap vereceğini, sizin bu cevaba nasıl cevap vereceğinizi çoktan düşünmüş olmanız, buna göre de "guard"ınızı almanız lazım. Karşı taraftan olumlu bir cevap geliyorsa eğer sorun yok sizin için. Ne de olsa meselenin her tarafını didik didik ettiniz, doğru bir karar verdiniz, bu da teyit edildi. Gelelim şimdi madalyonun öbür yüzüne. Kendinizi, düşüncelerinizi ortaya koydunuz ve gördünüz ki (iyi düşündüyseniz şaşırmayacaksınız, yok düşünmeden konuştuysanız vay halinize!) muhatabınızla aranızda bir karşıtlık var. Bunu söylemeniz, (yine söylüyorum, düşünerek tartarak konuştuysanız) sizin delikanlı tarafınızın bir gereğiydi zaten. Buradan sonra alıcağınız tepkileri (olumsuz tepkiler, neler olabilir bunlar? Muhatabınızın sizden soğuması veya bundan sonra söyliyeceklerin aynı şekilde kaale alınıp alınmaması vs. İşte bir kötü yönü daha delikanlılığın!) de soğukkanlı bir şekilde karşılayabiliyorsanız, alnınızdan öpsünler sizin. Bir alametine daha sahipsiniz delikanlılığın.

 Zor bir şeyi başardınız buraya kadar, helal olsun kutluyorum sizi düşüncelerini delikanlı gibi açıkca çekinmeden korkmadan söyleyebilenlerdenseniz. Peki bitti mi delikanlılığın ön şartları? Hayır! Belki de en zor kısmına geldik şimdi. Uygulamak, dediği şeyi yapmak, hayata geçirmek. Ne kadar kolay görünüyor değil mi? Kolay veya zor olması şimdiye kadar ne kadar doğru bir çizgi izlediğinize bağlı. Eğer konunun ta başından beri, adam gibi düşünüp karar vermiş ve konuşmuşsanız (ki muhtemelen artık düşüncenizin doğru olduğuna inancınız tamdır ve destekçiler bulmuşsunuzdur etrafınızda) işiniz kolaydır bence. Çünkü artık geri dönüşü olmayan bir yola girmişsiniz ve buradan sonra da dere geçerken at değiştirmek gibi bir huyunuz yoksa şayet, dediğinizi yaparsınız da. Tabii ki bunun da iyi veya kötü sonuçları olacaktır. Sorun değil, çünkü siz zaten bunları çoktan düşündünüz, vebalini üstünüze aldınız ve yola öyle çıktınız. Başınıza gelecekleri biliyorsunuz ve bunların hepsine birden toptan "eyvallah" diyorsunuz. Şayet üstünde gittiğiniz yolun doğruluğuna inanıyorsanız, her iki durumda da, ne olursa olsun sizin mutluluğunuza leke süremeyecek, "Ne yapalım, kaderimiz buymuş" diyeceksiniz (Doğru kader anlayışı) ya da şimdiye kadar yaptıklarınızın meyvelerini topluyor olacaksınız. Olmaya ki, eğer içinizde en ufak bir şüphe bile kaldıysa yaptıklarınızla ilgili ve siz ilerde bunun yanlış olduğunu öğrenip pişman olacaksanız, belki de itibarınızı, arkadaşlarınızı, kara gün dostlarınızı; belki de herşeyinizi kaybedeceksiniz. İşte kötü bir yanı daha delikanlılığın! Doğru ve yanlış kavramları kişiye, zamana ve mekana bağlı olarak değişen şeyler olduğu için, hiçbir zaman yüzde yüz emin olamasınız. Üzerinde bulunduğumuz dünyanın şartları gereği her zaman bir risk olacaktır.

 İşte böyle bir şey delikanlılık. Aslına bakarsanız, benim buraya kadar anlattığım şeyler efsane, imkansız çok zor şeyler değil. Zaten bizim kültürümüzde var delikanlılık. Ne demiş Mevlana "Göründüğün gibi ol, olduğun gibi görün" Doğru bildiğini her zaman söylemiş, arkasında durmuş, dediğini yapmış, en azından yapmak için varını yoğunu ortaya koymuş (ölümüne bile olsa) bir milletin torunlarıyız. Olması gerekeni konuşuyoruz aslında, standart olması gerekeni. (Olması gereken diye boşuna söylemedik herhalde, şimdi gelelim fasülyenin faydasına) Peki niye insanların hepsi birden delikanlı değil?

 Elinde yanmakta olan bir közü tutmaktan farkı olmayabiliyor delikanlılığın. Gördünüz işte, o kadar kolay değil, riskleri var, sonuçları var. Herkes bu riskleri göze alıp, sonuçlara katlanamayabiliyor. Büyük bir çoğunluğumuz, bu delikanlılık ilkesine aykırı davranışlar içerisindeyiz. Çoğu zaman kolay yolu seçiyoruz: yalan söylüyoruz ya da hiçbir şey söylemiyoruz. Varsa eğer, "ben hiç yalan söylemedim, söylemem de" diyenler, onlara saygımız sonsuz, alnınızdan öpsünler sizin. Bu insanların sayıları da gün geçtikçe azaldığı içindir herhalde ki, delikanlılık yükselen bir değer gibi görülüyor, kıymete biniyor. Öyle mi ama?

 Hadi itiraf edelim: doğru olan şeyi yapıyor bu insanlar. Bizim yaptıklarımız doğru değil. Biz hiç bir şey yapmıyoruz doğru bildiğimiz söylemek adına, ama onlar bunun bedelini ödüyor, hatta bizim doğruyu söylememizin de bedelini ödüyorlar. Allah var arkadaşlar, görüyor herşeyi, bari kendimize itiraf edelim şunları. İki dakka delikanlı olun lan!

                                                                     

                                                                                                                         Mehmet Emrah BAŞER